Geçmiş Yaşama Dönüş Edinburgh

edinburgh

Konuş hafıza. Edinburgh’un en varlıklı banliyölerinden birindeki ana caddede yürüyerek geçmiş yaşama dönüş (PLR) terapistimle olan randevuma giderken kafamın içinde Vladimir Nabokov’un otobiyografik anılarını yazdığı kitabın adı dönüp duruyordu. Meraklı mıydım? Evet. Gergin miydim? Hayır. Ya hafif bir ürperme duygusu? Hmmm! Bakın bu olabilir işte.

Neden Edinburgh, neden İnternetten pek de rastlantısal olmayan şekilde seçilen Lily G Datony, neden PLR? Artık zamanının geldiğini söylemenin ötesinde bu sorulara bir anda veya tam olarak cevap veremem. Çocukluk yıllarımdan beri sürekli yinelenen ve çok güçlü bir déjà vu duygusu yaşıyorum.

Bu durum sekiz yaşındayken deniz kenarında yaptığımız bir piknikte başladı ve daha önce oraya hiç gitmemiş olmama karşın bulunduğumuz yer bana bir anda çok tanıdık geldi. En azından bu hayatımda orada bulunmamıştım. Benden kısa bir süre önce bir PLR seansına katılan yakın bir arkadaşım üzüntüden adeta inleyerek bana geldi.  Kızılderili bir çocuk olarak boğularak öldürülüdüğünü görmüş ve daha sonra da aynı şekilde vahşice öldürüldüğünü deneyimlemiş. (Hayatı boyunca başının herhangi bir şekilde örtülmesinden öylesine nefret etti ki sırf bu yüzden kazak ya da süveter giymediği gibi kuştüyü yorganını da hep boğazından daha aşağıda tuttu). Yoksa ben de aynı şekilde şiddet dolu ve fırtınalı bir geçmişle mi yüzleşmek üzeteydim? Ama benimki bundan daha da garipti.

‘YAŞAM BAKIMI’

GH seansını alacağım mekan bir halkevini andıran bir yer değil, LifeCare Edinburgh (somut bir ironi olmaksızın) adında, çimentodan bir rorschach mürekkep lekesini andıran, tüyler ürpertici bir 70’ler mimarisi örneği. Resepsiyon görevlisinin, kendisini neredeyse gereksiz bir hale getiren bir kekemeliği var, vahşi çocuklar lobide çılgınca dolaşıyorlar ve kafeteryadan bir okul yemeği kokusu yayılıyor.

Bir Asya Spasının ortamı ve dinginliği beklemiyordum ama çatlamış yer döşemelerini ve roket takılmış bir Calvin ve Hobbes çılgınlığını da öngöremedim. Kendime “Eğer aklına yatmazsa devam etmek zorunda değilsin” dedim.

Sonra Datony ortaya çıktı. 40 yaşlarında, 1.50’nin biraz üzerinde ve son derece otantik bir şekilde kendine has sakin bir hava yayıyor. Adından sonra gelen harflerin önemi yok. O anda yaptığım tahlil onun 24 karat altın değerinde, hatta daha da değerli olduğunu kanıtladı. Tanışma bittikten sonra beni sanki bir terapiye ihtiyacı varmış gibi görünen bir odaya yönlendirdi.

Daha fazla keten, daha fazla ksavetli renkler, ergonomik kavramının tam zıttı plastik sandalyeler ve geçmiş görüşmelerin gölgeleri koro halinde sonu gelmeyen gündemlerini haykırıyorlar. Hiçbir çekiciliği olmayan bir yer. Ama sonra Datony konuşmaya başladı.

LİLY KONUŞUYOR

Kısa bir süre nedenler ve niçinler hakkında rastgele konuştuktan sonra, Datony beyin eliyle elimi tuttu, beni yansımalar caddesinde dolaştırdı ve fikrimi değiştirmem için bir şey gösterdi.  Yani bir anlamda. “Gözlerini kapat. Kumsalları mı dağları mı tercih edersin?” İkincisini seçtim ve Datony, yüksek dağların pastoral dinginliğinin mükemmel bir örneğini tarif etti. Sonra bir eve geldik. Kapıyı açmam, merdivenleri çıkmam, kapılarla dolu uzun bir koridorda yürümem istendi. Bir dakika. Bu bir tür hipnoz mu? Kendi kendime telkin mi? Kendimi oldukça akıcı bir şekilde konuşurken buldum.

Konuştuğumun farkındayım ama sanki sözcükleri ağzıma bir başkası koyuyor ve zaman zaman Datony’nin nazik dokunuşları ile yönleniyorum. Bu pek rüya görmek gibi değil ama kesinlikle LifeCentre’ın pejmürde ortamını terk ettim. Birinci kapıyı açıyorum. İşte şimdi işler ilginçleşiyor. Kalbimin, biraz klişe olacak ama idare eder – deli gibi çarpması bunları uydurmadığımın, olanların anılarımın kalıntıları arasından özenle çıkartılarak 2016’da bana yeniden sunulduğunun en büyük göstergesi.HOLLANDA

Her şey 19. Yüzyılda Hollanda’da başlıyor. Ormanda çeşitli çadırlarda yaşıyoruz (Biz kimiz bilmiyorum ama büyük bir arkadaş grubuyuz), yiyeceğimizi doğadan karşılıyoruz, gamsızlık, rahatlık ve benzerleri gibi bir sürü liberal niteliklerimiz var. Manzara tanıdık geliyor, 13 yaşımdayken, ailemin arkadaşları ile yürüdüğüm Utrecht yakınlarında bir orman. Ama yaşadığım katıksız keyif hissi, manzaradan daha dikkat çekici.

YUNANİSTAN

Datony perdeyi indiriyor ve nazik bir dokunuşla olayları ileri sarıyor. Sahne iki. Aynı ama farklı. Bir Yunan adası, uzun güneşli günler, kıskançlıklardan ve rekabetten arınmış bir arkadaş grubu, denizden balık, doğadan zeytinler, giysilere ve kaygılara pek ihtiyaç yok, yaratıcının ve iblisin, daha doğrusu hayatlarımıza müdahale etmek isteyen hiçbir işgüzarın bulunmadığı bir Cennet. Et in Arcadia Ego. Ada, ziyaret ettiğim tüm adaların – Rodos, Skiathos, Herke, Tilos, Kerpe, Girit – bir karışımı, ancak bu, bu, bu olduğumu hatırlayamıyorum…’neşeden ötürü şaşırdım’ desem fazlasıyla iddialı mı olurum? Bunu başka türlü anlatmam mümkün değil.

ARAYIŞ
Bir şeye yanıt arıyorum. Neye olduğunu bilmiyorum ve bu pek de önemli değil. Tıpkı Candide’in bahçesiyle ilgilendiği gibi, önemli olan eldeki işe odaklanmakmış gibi görünüyor. Fon 19. Yüzyıl Amerika’sı, aslında seyahatlerin atla, yük arabasıyla, demiryoluyla ve yürüyerek gerçekleştirildiği Orta Batı. Arayışı bir noktada, aradığım cevabı bulamadan sonlandırıyorum ama ne demişler? “Her gün bir yolculuktur ve ev yolculuğun kendisidir”. Sanırım bunu açıklamama gerek yok? Şimdi Atlantiği geçmem gerektiği kanısındayım.İNGİLTERE

Şu anda yaşlıyım, kırsal bir bölgede yaşıyorum, rahatım, sona yaklaşıyorum. Ölüm hakkında ne hissediyorsunuz diye soruyor Datony. Gerçekten ölüm değil, diye cevaplıyorum. Sanki bir çift ayakkabıyı çok uzun süre giymişim, gerçekten çok rahatlarmış ve işimi görmüşler, ama artık onlara ihtiyacım olmadığı için ayağımdan çıkarıyormuş ve sonraki aşamaya geçiyormuşum gibi. O aşama her ne ise.

YANİ…

Lily ile Brexit-Öncesi seansım (bir saat veya biraz fazlası) £90’a mal oldu.  Eğer geçmişte Caligula, Kleopatra veya Ziegfeld Follies filminin yıldızı Lillian Lee olduğum ortaya çıksaydı, kesinlikle hayal kırıklığına mahkûmum demektir. Hollanda, Yunanistan, Amerika ve İngiltere’de gördüğüm hayatlarımın gerçekten yaşandığına yüzde yüz ikna oldum diyemem.

Yine de Datony’nin ortaya çıkarttığı şeylerin altında yatan bir mesaj olduğunu hissediyorum. Hayran olduğum eşim Hollandalı; Yunan takımadalarını oldum olası sevmişimdir; Candide’i okul yıllarımda okudum ve Voltaire’in taşı birkaç kez gediğine kooyduğunu düşünüyorum, üstelik sadece bahçıvanlık konusunda da değil; Maurice Chevalier’in dediği gibi, alternatifini düşündüğünüz zaman yaşlanmak (50’lerimdeyim) konusunda endişe etmek gerekmez.

Yani belki geçmiş hayatlardan ziyade, Bayan Datony ile olan seansım, şu andaki hayatımın doğrulanmasıydı. Her şekilde, iyi harcanmış bir 90 Pound’du.