HAYAL KURMAK SERBEST “ HAKAN GÜRSU ”

Uluslararası arenada kazanılan birçok ödül, oyuncaktan susuz yangın söndürme araçlarına kadar yapılan sayısız tasarım ve ortaya çıkan bir dünya markası… Designnobis hayal kurmaya, üretmeye devam ediyor. Designnobis’in kurucusu, tasarım dünyasının “10 Numarası” Hakan Gürsu ’yla tasarım mesleğinin tüm detaylarını konuştuk.

Ülkemizde tasarım denince Designnobis çok önemli bir yerde duruyor. Designnobis bu noktaya nasıl geldi? Designnobis gelecekte neler yapmayı planlıyor?

Designnobis’in yükselen başarı grafiğinin ardında sürdürülebilir bir tasarım yaratım merkezi oluşu ve farklı alanlarda gerçekleştirdiği modern, esprili ürünlerin, günümüz kullanıcısının ihtiyaçları gözetilerek ortaya konmuş olması gibi sebepler yatıyor. ODTÜ Teknokent’te yer alan bir tasarım ofisi olarak, kurulduğumuz tarihten itibaren, yurtdışı bilinirliğimiz ülkemize göre daha fazla oldu. Malum uluslararası alanda gelen ödüller, tasarım ve trend sitelerinde yer alan onlarca ürün… Küresel yarışmalarda dünyanın en iyi tasarım markalarıyla karşı karşıya gelip, isimsiz bir ofis olarak rakiplerinizi ardınızda bıraktığınızda, bunu bir sonraki yıl tekrarlayıp tesadüf olmadığını gösterdiğinizde, dikkatleri üzerinize çekmiş bulunuyorsunuz ister istemez. Batı dünyası başarıyı istikrarla birlikte değerlendiriyor, dolayısıyla sürekli üretmek, her sene yeni projelerle varlık göstermek önemli.

Tasarım mesleğini nasıl tanımlarsınız?

Aklınızdan geçirdiğiniz veya sizden çözüm olarak istenilen bir ürünü gerçekleştirebilme potansiyeli olan müthiş dinamik bir meslek. Düşünce aşamasından başlayarak bir ürünü sokakta satılabileceği bir noktaya kadar taşıyabilmek, biraz zahmetli de olsa çok öğretici ve eğlendirici; sonuçta aktif dinamikleri olan bir bütünsel süreç. En keyiflisi de, ürünlerinizi insanların kullandığını görmek ve keyif verici yorumları dinlemek. Tasarlamak, detaydan keyif almayı sevenler için zengin seçenekleri olan bir uğraş, problem çözmeyi yaşam biçimi haline getiren kişiler için aynı zamanda sonsuz seçenekleri de içinde barındırıyor. Kısaca dünyaya tekrar gelsem, yine tasarımcı olmak isteyecek kadar, “tasarımcılığı” bir yaşam tarzı olarak seviyorum.

Takip ettiğiniz, işlerini beğendiğiniz tasarımcılar kimler?

Luigi Collani, Frei Otto, Joe Colombo beğendiğim isimler arasında.

Sizin için iyi bir tasarım nedir? Tasarım yaklaşımınızı tanımlar mısınız?

Bize göre tasarım, yalın ancak farklı, basit ve etkili, işlevsel ve estetik, ayrıntı ile keyif katan bir çizgiyle şekilleniyor. Bugün küresel pazarda rekabet edebilecek ürünler yaratmak için tasarımlarınızın kullanıcı ve endüstrinin ihtiyaçlarına cevap verebilen, teknolojiyi ve malzemeyi akılcı biçimde kullanan, çevreye saygılı olması gerekiyor. Biz, çizgimizde sürpriz etkenini kullanmaktan çekinmiyor ve insansı ürünler (human oriented) ortaya koyarken, öte yandan tasarladığımız ürünün yenilikçi, katma değer yaratan, çevreye saygılı, kaynakları mümkün olduğunca az ve etkin kullanan, geri dönüşümü ve yeniden kullanımı teşvik eden ürünler olmasına özen gösteriyoruz. Zaten tasarımcının artık ürünün yaşam sonrası döngüsünü dikkate almamak gibi bir lüksü de yok.

[metaslider id=3760]

AquaTrap, Pet- Tree gibi “gerçek anlamda” çevreci olan tasarımlarınızla da ön plana çıkıyorsunuz. Son yıllarda, dünyada, tasarım malzemelerinin kullanımı konusunda da “çevreci” bir anlayış ön plana çıkıyor. Siz bu konuda ne düşünürsünüz?

Çevrecilik, küresel bir sorun doğrultusunda ortaya çıkan bir akım olmasının yanı sıra, küresel bir pazarlama aracı olarak da artık kullanılıyor. Pek çok ürünün yeşile boyanarak, adının başına “green” eklemek suretiyle “daha çevreci bir alternatif” olarak pazarda yer aldığını görebiliyoruz. Elbette çok boyutlu bir denklemden bahsediyoruz burada. Dolayısıyla ürünlerin sadece tükettikleri enerji düzeyini değil, yaşam döngülerini, kullanım sürelerini vb. de değerlendirmemiz, bütüncül olarak ele almamız gerekiyor gerçekten neyin çevreci olduğunu sorgulamak noktasında. Ben tasarımda çevreci yaklaşımda atık malzemenin değerlendirilmesini önemsiyorum. Her zaman söylüyorum, günümüzde artan tek kaynak “çöp”. Atık malzeme, özellikle de ambalaj gibi değerlendirilebilir katı atıkların potansiyelini görmek ve bunlardan ürün yaparak geriye kazanmak, dolayısıyla dünyanın en önemli problemlerinden birine çözüm üretmek gittikçe önemli hale geliyor. (“Atmayıp saklama” kültürü, tüketim toplumuna dönüşmeden önce bizim toplumumuzda var olan bir değerdi. Yoğurt kapları tekrar kullanılır, pet şişelerde süt taşınır, cam kavanozlarda turşu kurulurdu. Bugün hala Anadolu’da kırsal kesimde bu pratikleri görebiliriz. ). Biz tasarımlarımızda düşük kaynak tüketimi ve mevcut kaynak kullanımı gibi çevresel faktörleri her daim göz önünde bulundurduğumuz gibi, özellikçe doğanın korunumu ve sürdürülebilirlik yönünde geliştirdiğimiz ödüllü projelerimiz, Inhabitat, Treehugger gibi pek çok yayında yer alıyor ve ilgi görüyor.

Gerek Designnobis’in yapısı gerekse de “Hocalık” vasfınızdan dolayı gençlerle yakın iletişim halindesiniz. Tasarım konusunda onları nasıl görüyorsunuz? Onlara ne önerebilirsiniz?

Son 30 yıl içerisinde ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nde tasarımcı adaylarını eğitmiş bulunarak, yeni jenerasyonun biraz kolaya kaçma, hızla pişip “ben oldum” sanma gibi eğilimleri olduğunu görüyorum. Bu elbette eğitim sistemimizden kaynaklanıyor, sonuca odaklı, fazla düşünmeyen, sorgulamayan bireyler üniversite eğitiminde, hele tasarım gibi alternatif sayıda pek çok çözümün mümkün olduğu yaratıcı ve analitik düşüncenin hakim olduğu bir eğitimde zorlanıyor. Bu doğrultuda gençlerin en büyük probleminin motivasyon sorunu olduğunu görüyorum. Yaptığınız işi sevmeniz, istek ve inanç duymanız çok önemli. Bunun yanında iletişimlerini kuvvetlendirmeleri, takım oyunu oynamayı öğrenmeleri de gerekiyor. Günümüzün bireyci toplum yapısında gençlerin özgüveni yüksek, ancak iyi olabilmek için çok çalışmak, hatalardan ve süreçten öğrenmek gerektiğini unutmamak gerekiyor. Genç tasarımcı adaylarımızın artık uluslararası yarışmalarda ismini daha sık duyuyoruz, bu umut verici elbette. Ekibimiz de ödüllü genç tasarımcılardan oluşuyor, aralarında en genç olan da benim J İyi bir tasarımcı olmak için gözlem yeteneği, merak, okumak, öğrenmek, uygulamak vb. gerekiyor. Ama en önemlisi de sabır gerekiyor, pişmek için zaman gerekli olduğu gibi, tasarım gibi bir meslekte birikim ve tecrübenin önemini erken fark edip, yaşanılan deneyim, çalışılan projeler, edinilen ekol doğrultusunda oluşan hayat görüşüyle tasarım yaklaşımınızın şekillendiğini anlamalı ve buna göre yolunuzu çizmelisiniz.

Son yıllarda, ülkemizde tasarım konusunda bazı güzel gelişmeler yaşanıyor. Bunun ardında yatan dinamikler neler sizce?

Küresel rekabetin gerekliliği olarak değişim ve farklılaşmak, yenilikçi olmak artık kaçınılmaz. Günümüzde pek çok ürün artık benzer malzeme ve bileşenlerden üretilirken, bunları farklılaştıran tek değerin tasarım olduğunu görüyoruz. En küçüğünden en büyüğüne tüm üretim birimlerimizin; öncelikle Ar-Ge yatırımını, tasarım ürünün değerini ve anlamını, eylemin fazlası ile sabır gerektirdiğini ve bu yatırımın sürekliliğinin de aslında pahalı bir risk olmadığını idrak etmesi ilk şart olarak önümüze geliyor. Bunları hayata geçirebilmek için öncelikle ve kesinlikle istek, sabır ve süreklilik gerektiğini toplum olarak anlamamız ve hızla eyleme geçmemizin zamanı geldiğini ve kalan zamanın da hızla tükendiğini düşünüyorum. Sürdürülebilir bir şekilde yeni, yenilikçi ve alanında özgün ürün ihtiyacı yaşamsal bir gereklilik olarak kabul edildiği her noktada sanayinin tasarımcı ile buluşacağının ve bu buluşmanın da ardışık üretimin doğasının bir gereği olduğunun altını çizmek istiyorum. Ürüne yüklenen değer kurgusu ve yeni üründen beklentiler; tasarımcının varlığını etkinleştirirken, tek ürünle bile ikonlaşmanın önünü açıyor. Sonuçta, tasarımın toplam maliyetler arasında oranı %5 düzeyindeyken, ürünün pazar değeri üzerindeki etkisinin %70 olduğu gerçeği önümüzde duruyor. Markalar için küresel rekabette “inovasyon” çok önemli hale gelirken, inovasyonun ürünleştirme ayağı “tasarım” da vazgeçilmez bir paydaş olarak karşımızda.

Birçok alanda tasarımlarınız mevcut. Benim ilgimi çeken alanlardan biri de oyuncak oldu. Bu alanda tasarım yaparken neleri ön planda tutuyorsunuz? Günümüzde, televizyona ve bilgisayar oyunlarına bağlı olan bir oyun anlayışı var artık çocuklarda.

Oyuncak önemli bir sektör, özellikle Türkiye’de 22 milyon civarında çocuk nüfusun olduğunu ve oyuncakların tamamının ithal olduğunu düşünürsek, tablo daha net ortaya çıkıyor. Ülkemizdeki oyuncakların %80’i Çin kökenli. Bunlarda sağlık ve standartlar konusunda da sorun yaşanıyor. Dolayısıyla bu konuda büyük bir iç ve dış pazar potansiyeli var. Avrupa Birliği’nin desteklediği A’ Design Award yarışmasında, oyuncak kategorisinde verilen en büyük ödülleri son üç yıldır ben ve ekibim alıyoruz. Çok parçalı ve sınırsız olasılık barındıran oyuncak tasarımlarımız arasında “Ahşap Yaratıcı Oyuncaklar” Seti, bu yıl Amerika’da düzenlenen IDEA yarışmasında da finalist olarak seçildi. Yaratıcı düşünceyi geliştiren, zihinsel ve fiziksel gelişimi sağlayan dünya çizgisinde oyuncaklarla oluşturulacak bir marka ile bu dinamik pazarda yer almak, Türkiye için katma değer yaratan ürün geliştirme konusunda ilk aşamada hedeflenebilir.

Bir tasarımcı gözüyle baktığınızda İstanbul’daki değişimi/dönüşümü nasıl görüyorsunuz?

Eski bir Kalamış’lı olarak, çocukluğumun geçtiği bu şehri seviyor, İstanbul’da yaşamasam da sık gelip gidiyorum. Elbette nüfus artışı, kalabalık ve trafik gibi sorunlar yaşam kalitesini düşürüyor. Biz denizde büyüdük, bugün pek çok sahil artık marinaya dönüştü veya kirlilik sebebiyle kullanılamıyor. Her şeye rağmen, İstanbul’un tarihi dokusu, her semtin kendine özgü havası ve ritüelleri, vapuru, martısı ve detaylarıyla beklenmedik bir anda gözlemleyebileceğiniz, esinlenebileceğiniz lezzetleri barındırıyor. Geçtiğimiz günlerde bir vapur seyahatinde bir vidalı limon sıkacağı satıcısı yaklaşık 5 dakikalık bir sürede ürününü görsel bir performansla tanıtıp, başarılı bir sunuşla iyi bir satışı yakaladığında, tasarıma dair bildiğimiz pek çok öğretinin hayattaki karşılığını bu kadar öz biçimde görmek beni düşündürmüştü. Bizler için çok doğal ve günlük yaşamın parçası olan bu tarz ayrıntıların, bir yabancının gözünden ne kadar farklı görülebileceğini tahmin edebiliyorum. Bizim gibi hayattan beslenen bir meslek için İstanbul zengin bir kültüre sahip.