İstanbul’da Doğmuş Farklı Bir Hikaye  

İrvin Cemil Schick ’in ilginç bir hayat hikayesi var. Toronto’ya mı taşınsam diye düşünürken, rotasını birden doğduğu topraklara, İstanbul’a çevirerek Amerika’daki 36 yıllık yaşamını bir kalemde geride bırakmış. Şuan İstanbul Şehir Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Schick; matematik alanında ders veriyor ama onun aklı İslam sanatı, hat sanatı eserleri koleksiyonu, ebru çalışmaları, Osmanlı’da kadın ve cinsiyet, sarayda harem gibi konularda yapacağı araştırmalarda… Sorduk, 7 dil biliyormuş. Ana dilinin ne olduğuna ise kendi bile karar veremiyor. Dolu dolu bir isim. Bizim en sevdiğimiz cümlesi ise; “sevdiğiniz işi yapın” oldu. Farklı köklerden gelen farklı hikayesi ile İrvin Cemil Schick kimdir, buyurun siz de tanıyın.  Röportaj: Talha GÜÇLÜDSC_0298

İstanbul’da sizi en çok ne etkiliyor?

İstanbul’da beni en çok etkileyen kozmopolit yapısıdır. Bu İstanbul’u cazip kılan bir şeydi. Günümüzde bu yapı gerilese de tekrar geri gelmeye başladı. İstanbul eskisi kadar hatta belki daha fazla kozmopolit bir yer haline geldi. Otuzaltı yıl Amerika’da yaşadım. Amerika çok daha kopuk bir yer. Halbuki İstanbul hakikaten, dünya ile sürekli iletişim halinde olan bir meyve.

 19 yaşından beri İslam sanatı ile ilgileniyorsunuz. Amerika’da tasavvuf derslerine katılıyordunuz. İstanbul’a döndüğünüzde tasavvufa ait neler buldunuz?

İstanbul zaten bir müze. İstanbul’un hakikaten sonu yok. Bir de İstanbul’ da bu geleneksel sanatlarda gerçek bir rönesans var. Hat sanatı toplamaya başladığımda ilk parçayı 22 yaşımda aldım. Mesela dükkanlarda hat sanatı bulamazdınız çünkü alıcısı yoktu. Bugün öyle değil. Bugün sanatçıların oluşturduğu bir camia var. Hattat olsun, ebrucu olsun, klasik müzik olsun… Onun için de çok mutluyum.

Ebruyla alakalı bir anekdotunuz var galiba, bir denemişliğiniz…

Var, denedim. Başta bir şeye benzemedi ama… Yurtdışındayken Türkiye’ye olan özlemimi gidermek için yaptığım çalışmalardı. Giderek profesyonel bir noktaya geldi. Tabii kendimi sanatçı olarak görmüyorum. Daha çok bu sanatların tarihini, felsefesini araştırıyorum. Ebru kimyasal olarak çok ilginç bir süreç. Boyanın içine sığır ödü katıyorsunuz. Kimin aklına gelmiş bilmiyorum ama böyle bir şeyi var. Sığır ödü boyanın yoğunluğunu azallttığı için kitrenin üzerinde kalıyor, dibine batmıyor. Dolayısıyla kitrenin yüzeyinde istediğiniz gibi bir desen yapıyosunuz sonra kağıdı üzerine yatırıyosunuz. Bu işi yapanlarla tanıştım. Uğur Derman’ la, Niyazi Sayın’la… O sayede nasıl yapıldığını öğrendim. IMG_8456

İstanbul’a gelmeye nasıl karar verdiniz?

Amerika 11 Eylül olaylarından sonra yaşanması hayli zor bir yer oldu. Eşimle Toronto’ya taşınmayı düşünüyorduk. Günün birinde Sabancı Üniversitesi’ nin bir iş ilanını gördüm. İş ilanının benle hiç alakası yoktu ama kelimesi kelimesine tam beni tarif ediyordu. Onlara mail attım, sağolsunlar çağırdılar, mülakat yaptık. Uzun yillar yurtdişinda yaşadiktan sonra apar topar taşinmak zor geldi. Bir senelik bir çalışma yapma konusunda anlaştık. Memnun kaldım ama onların öncelikleri değişti. Sonra Şehir Üniverisitesi’nde çalışmaya başladım. Olmayan matematik bölümünün tek hocası olarak işe başladım. Dört senedir de Şehir Üniversitesi’ndeyim.

Osmanlı’ da kadın ve cinsiyet konuları, sarayda harem gibi konularda birçok yayınlanmış yazınız var. Bu konularla ilgilenmenizin sebebi mevcut araştırmaların eksikliğinden dolayı mı?

Kişisel merak. Tarihe meraklıyım ama askeri ve diplomatik tarih hiç ilgimi çekmiyor. Merakım; insanların nasıl yaşadığı, nasıl düşündüğü, dünyayı nasıl gördüklerine dairdi. Bunun için de elbette toplumsal cinsiyet önemli bir yer işgal ediyor. Toplumsal hayatımızın ve de aslında anlam dünyamızın en önemli fay hatlarından bir tanesi toplumsal cinsiyet. Dolayısıyla insanların onu nasıl algıladıklarını ve kafalarında nasıl kurduklarını anlarsak bir sürü şeyi de anlayabiliriz diye düşünüyorum. Mesela bugün ırk çalışmaları diye koskoca bir dal var. Bu daha büyük ölçüde aslında toplumsal cinsiyet çalışmalarından ortaya çıkmıştır. Tabiki alanlar çok farklı ama yine bu toplumdaki fay hatlarına bakış açısından yol göstermiştir. Ben de Orta Doğu tarihine meraklıyım. Orta Doğu kadınları, İslam kadınları, İslam kadınlarının Batı’ da nasıl temsil edildiği gibi şeyler… Mesela Batı’da Müslüman kadın nasıl temsil ediliyor, bu harem mevzusu da bunun çok ilginç bir boyutu. Harem hakkında çok farklı görüşler var. Bu görüşlerin hepsi aynı anda doğru olamaz onun için; aslında nedir anlamaya çalıştım. Harem, bir açıdan toplumsal cinsiyet üretim fabrikası.IMG_2112

İlk defa 19 yaşınızda tasavvuf ve İslam sanatları ile ilgili 150 sayfalık bir çalışmanız olmuş. Kişilerin neleri sembollediğini araştırma konusu yapmışsınız…

Merak! Şöyle; benim gençliğimde İslam kültürünün laik çevrelerde tek ilgi duyulan boyutu tasavvuftu. Çünkü tasavvuf halk edebiyatı, Yunus Emre gibi görüldüğü için genellikle ona daha hoşgörülü davranılıyordu. Zaten ilgim vardı, Amerika’da biraz özlem gidermek niyetinde bu işlere daldım.

Hüsn-ü Aşk çok ilginç bir eser çünkü aslında son büyük Osmanlı Mesnevisi. Yani 18. yy’ da ondan önce bir sürü meşhur mesnevi var. Ama 18.yy’ a gelindiğinde artık o klasik edebiyat yavaş yavaş ölüyor. Anna Wishimel hocamdı. O zamanlar, Anna Whisimel tasavvuf konusunda batının yetiştirdiği en önemli kişiydi. Onun için bir ödev hazırlamıştım. Hazırlarken Osmanlıca bilmem gerekti. Osmanlıca bilince yazıya merak saldım.

Zannediyorum Schimel’ in öğrenciliğini yapmışsınız fakat sonradan bir takım eleştiriler de getirmişsiniz…

Evet. Schimel günümüzde artık görülmeyen cinsten, yaşayan bir ansiklopediydi. İslam aleminde konuşulan neredeyse bütün dilleri bilirdi ve muazzam bir hafızası vardı.

Biraz ailenizden bahseder misiniz? Sanırım melez bir aileden geliyorsunuz…

Karmakarışık melez bir aile. Annem İstanbul doğumlu ama babası Bağdatlı, annesi Makedonya doğumlu ama Romen. Babam Çekoslovakya doğumlu. Babam altı yaşındayken tamamen tesadüfen Türkiye’ ye gelmiş. Dedem iş için geldiğinde babam da onunla beraber geliyor. Almanlar Çekoslovakya’ya girince burada mahsur kalıyorlar ve buraya yerleşiyorlar.

 Nazi zulmünden mi kaçıp gelmişler?

Yok, yok! Kaçmadılar. Onlar tesadüfen burdaydı. 38’den bir kaç ay sonra, Almanlar girince onlar burada kaldı. Ailenin geri kalanı, bütün akrabalar kamplarda öldü. Galiba bir tane akraba kaldı. Bir kaç sene önce babam Çekoslavakya’ ya gidip onunla tanışmıştı. Onun dışında herkesi Almanlar kesti. Babam tamamen şansına iş için Türkiye’ye gelmiş ve burada kalmış. Ben de İstanbul’da doğmuşum.  IMG_2454

Ana diliniz ne?

Bu soruya cevap vermek biraz zor. Benim dedeler, anneanneler aralarında Almanca konuşurdu. Babamın nesli aralarında Fransızca konuşurdu. Biz evde Türkçe ve Fransızca konuşurduk. Babam İngilizce’yi çok sevdiğinden genellikle İngilizce konuşurdu. Babam kendi anne ve babası ile Çekçe konuşurdu. Annem ile anneannem gizli bir şey konuştuklarında Yunanca konuşurlardı.

İletişim kaosu… Peki; kaç dil biliyorsunuz?

Su gibi bildiğim üç dil var. Türkçe, Fransızca ve İngilizce. Öğrendiğim; Rusça ve Arapça var. Evde duyduğum Almanca ve  Yunanca var.

Bunu şans olarak görüyor musunuz? 

Kesinlikle. Dil bilmek çok önemli çünkü sadece başkalarının ne konuştuğunu anlamıyorsunuz, başkalarının nasıl düşündüğünü de anlıyorsunuz.

Hep İstanbul’dan bahsediyorsunuz. İstanbul’a duyduğunuz ilgiyi Anadolu’ya karşı da duyuyor musunuz?

Kesinlikle Anadolu’ya karşı da ilgim var ancak itiraf etmeliyim ki; Türkiye denilince aklıma İstanbul geliyor.

 Verdiğiniz bir röportajda; “sayısal, matematik ve mühendislik alanlarında gördüğüm tahsilden dolayı para kazandım ve kütüphanemi oradan elde ettim, yoksa yapamazdım” diyordunuz. Para kazandığınız işi yapın, sevdiğiniz işe yatırım tavsiyesi mi bu?

Sevdiğiniz şeyi yapın. Şartlarım nedeniyle şizofrenik bir hayat yaşadım ve hiç kolay olmadı. Mühendislik ve matematik eğitimi almam, sosyal bilimci arkadaşlarda çok rastlamadığım, analitik yaklaşım sahibi olma avantajını getirdi. Kütüphanemi, hat koleksiyonumu bu sayede topladım. Hayatımın büyük kısmında, günde iki vardiya çalıştım. Kolay değil ama size tatmin edecek bir noktaya getiriyorsa, değer. Sevdiğiniz işi yapın.