HAYATIN SİYAH BEYAZ TAVRINI SEVİYORUM

Röportaj: Zeynep Rana AYBAR  Fotoğraf: FİLMEKS / Mehmet YETİM

Mekan: Electrolux Profesyonel Showroom, TAKSİM

Böyleyiz biz işte… Zeki insan bulduk mu, test ederiz. Bilgili insan bulduk mu, alt etmeye çalışırız. Güzeli bulduk mu, burnu estetik der yaftalarız. Başarı varsa, açığını ararız. Severiz eşelemeyi, bilmişlik taslamayı, ben demiştim demeyi, baş parmağımızla işaret etmeyi, sonunda önemli insan olmayı.  Gonca Vuslateri de aslında, bir şekilde köşeleri ile dikkatimizi çekmiş ve günün sonunda kendimizi köşelerini törpülemeye çalışırken bulduğumuz bir isim._MG_0275

Peki, sen Gonca’yı nasıl buldun derseniz; biraz “değişik” derim. Değişik kelimesi lastik gibi nereye çeksen gelir. Ben iyi tarafından çektim, elimde; büyümeye çalışan, kendinle savaşan, fikri olan, hayalleri ile yaşayan, köşeleri olan, dış cephesi sert olsa da iç cephesi kırılgan bir kız kaldı. Gonca’nın en çok savaştığı şey sanırım, enerjisi. Enerjisi O’nu da yoruyor. Bu yüzden kendiyle savaşıyor. Dengesini bulduğu an, yelkenleri açıp, rüzgarı arkasına alıyor.

Gonca Vuslateri ile röportajımız öncesinde bir tanışıklığımız olmadı. Daha önce yapılmış röportajlarına baktığımda ise; “uzan kızım şuraya, çocukluğuna inelim” yaklaşımının kendisini de hayli sıktığını düşündüm. Bu yüzden çekimimizi mutfakta yaptık. Biraz eğlenelim istedik. O psikolog koltuğuna değil, mutfak tezgahımıza uzandı. Hem sohbet ettik, hem de elleri ile yaptığı lezzetli yemekleri yedik…_MG_0290

Gündelik hayatın nasıl geçiyor?

Evimde çok fazla köpek ve kedi besliyorum. Onlarla aktif zaman geçiyorum. Boş kaldığım günlerde de rehabilite edecek şeyler yapıyorum. Bu yoga, meditasyon, psikolog, psikiyatri, dua, namaz kılmak bile olabilir. Her hafta mutlaka; dua ettiğim, evimi kendi ellerimle temizlediğim, tütsümü yaktığım, güzel müzik açtığım hayvanlarımla rehabilite olduğum bir günüm var. Yoksa sabrıımı dengeleyemediğim zamanlar oluyor. Sonra kendime çok kızıyorum. Biliyorum ki haksız değilim ama yorgunluktan ifadem bozulmuş oluyor.

Yalan dünya devam ediyor, içinde yer alacağın yeni projeler var mı?

Seslendirme yapacağım bir projemiz var. Çok heycanlıyım çünkü dublaj çekindiğim ve korktuğum bir şeydi, bunu aşmama yardımcı oldu. Bir kedi seslendireceğim. Hayvanlara olan aşkım malumunuz. Bu yüzden çok mutlu oldum. Sezonda reklam filmleri hariç başka bir proje alıyor olmayacağım. Fakat bir tiyatro oyunu olacak gibi duruyor. Dizi seti haftada 3 günümü alıyor olacak. Şuan iki tane oyun okuyorum. Tiyatro yapmayalı iki sene oldu, bu sene yapmayı çok istiyorum. Küçük bir deneme kitabı çalışıyorum. Okunulabilir, güzel, zekadan niceli haberler veren bir kitap yapma hayalim var. Elimde ayrı ayrı çok done var ve hepsi birden bir enerji oluyor, kafam karışıyor. Galiba çok çalışmanın verdiği, ufak bir deformasyon yaşıyorum._MG_0332

Son oynadığın rolden kaynaklı üzerine komik kadın elbisesi giydirildi. Ama aslında karşımda bir drama kadını da oturuyor. Dram mı, komedi mi? Kendine hangisini daha çok yakıştırıyorsun?

Aslında oyunculuğa ilk olarak dramla başladım. Yer yer gülünen, yer yer ağlanan, hayatın içinden dizilerle başladım. Dost Tiyatrosu’nda oynadığım zamanlarda, oynadığım roller trajediydi. Sonrasında Tiyatro Caps’da yaptığımız Kabin geldi ve ardından Yalan Dünya başladı ve ben artık komedi oynamak istiyordum. 9 yaşından beri oyunculuk eğitimi alıyorum. Yetenekli bir kız olduğumun bilincindeyim. Hiç bir zaman hayatı iki uç noktaya koymadım.  Kendimi komedi ya da dram diye zorlamadım. Fakat yaşıma göre Vasviye Teyze rolünün önemli ve değerli olduğunun elbette bilincindeyim. Veda ederken kimse tüh be, keşke Vasfiye Teyze devam etseydi demeyecek. Vasfiye Teyze rolü de, insan ömrü gibi kendi ömrünü beraberce halkla birlikte tamamlayacak.

Kendi oynadığına gülüyor musun?

Çok gülüyorum. Aslında Eylem rolünü çok beğeniyorum. Orada başka bir şey yapıyorum. Çünkü Eylem rolünde, trajik olan öğenin çok abartılması sonucunda artık gülünç hale geldiğini düşünüyorum.

Senin için hayat siyah beyaz mı yoksa gri de var mı?

Siyah beyaz. Yeni yeni fotoğraf okumaya başladım. Robert Capa’nın fotoğraflarını gördüm. Hayatımda bu kadar siyah beyaz görmedim dedim. Siyah beyaz fotoğrafın içinde renk bohemliği vardı. Orada kadının kırmızı elbise giydiğini anlarsın, siyah durmaz. Ve senin algında bir yolculuk başlar. Hayatın bu tavrını çok seviyorum. Tam olarak rengini vermese de, gizemini çok seviyorum. Ara Güler’in siyah beyazlarındaki İstanbul’u çok seviyorum. O’nun anlattığı Karaköy’ü çok seviyorum, Türkiye’yi çok seviyorum._MG_0346

Çabuk pes eder misin?

Çok çabuk pes etmem, güçlüyü de oynamam, kalbimin kırıldığını da söylerim. Bu yaz Amerika’ya gittiği dönemde, hayatımda hiç okumadığım gazetelerden bazıları çirkin şeyler yazdılar. Daha önce Samanyolu Tv’de oynadığıum rollere gönderme yaparak, şimdi kendimi entel saydığımı hatta daha da ileri giderek ‘çirkin surat’ yazmışlar. Bu kadar gaddar bir ülke olamayacağımızı biliyorum. Allahı’ın yarattığı, evrendeki bir canlıyı, kendini bir şey sanarak yargılamaları o kadar gücüme gitti ki; iki gün boyunca ağladım. Amerika’daki oyuncu arkadaşlarımla paylaştığımda, orada da birçok oyuncunun bu tarz şeylerle karşılaştığını anlattılar. Yani dünyanın neresine gidersen git, orada olmanı istemeyen birileri oluyor. Yaşamsal tekamülle, bireysel adalet arasında büyük farkın gözetildiği bir mekanda yaşıyoruz. Kimileri Allah’ına inanır, dinene inanır, ibadetlerine inanır, kimileri geleneklerine göreneklerine inanır, kimileri bir köpeğe inanır ama bir insan bir şeye inanıyorsa, onun başına hiçbir şey gelmez. Ben evrende ki her şeye inanıyorum. Benim gücümü sen düşün artık.

B planın var mıdır?

Var. Yazar olmak istiyorum. Her an fiziksel olarak kaza geçirip sakat kalabilirim. Evrenin yani Allah’ın elindeki bir şey, onu bilemem o yüzden oyun yazıyorum. Yazarlığım var. Genel olarak hayatımda garanticiyimdir. Her zaman bir B planım vardır. B planım şu; yeter ki benim istediğim her şey olsun. Ben hedeflerimi yerime getireyim.

En büyük korkun ne?

Yaşayacağım çok şey var diye ölmekten çok korkuyorum. Birinin ölümünden de çok korkuyorum. En yakın iki arkadaşımı lise zamanında, birini kanserden, birini de uyuşturucudan kaybettim. Dolayısıyla her zaman aileme, arkadaşlarıma, sevgililerime aman sağlıklı yaşamalıyız diye durmadan söylediğim bir paniğim var. Biraz ciddi insan olma çabam var. Evrensel bir kokumuz var ya, yanlış anlaşılmaktan da zaman zaman korkuyorum. Oyuncu olmama rağmen korku filmi izlemekten korkuyorum mesela._MG_0297

Hayatımdan …… çıkartınca geriye kalanın bir önemi yok.

Her şeyin başlangıcı kibiri çıkarınca, geriye kalanın bir önemi yok tabi ki.

İyi ki……, keşke……

İyi ki oyuncu oldum. Keşke şarkıcı olsaydım. Her şey biter, kaç şey gider ama müzik kalır.

Daha önce vermiş olduğun röportajların çoğunda “uzan şöyle kızım, çocukluğuna inelin” havası hakim. Bunun özel bir nedeni var mı? Ya da insanlarda nasıl bir imaj yaratıyorsun acaba?

Çok güzel soru. Bilmiyorum ki; aslında şimdi sen söyleyince farkettim. İncelenmesi gereken bir vakıa gibi mi gözüküyorum acaba…

Senin İstanbul’un nasıl bir yer?

Son zamanlarda, benim için İstanbul; Dolmabahçe’den yürümeye başlayıp, Atatürk’ün fotoğraflarına bakarak, Nüket Duru’nun 94 yılında çıkarmış olduğu albümünde yer verdiği,  ‘Adamların Adamı” parçasını dinlemek. Gözlerim dolu dolu, keşke o zamanlarda yaşasaydım diyerek yürüyorum Dolmabahçe’den…

Özellikle yaşamak istediğin bir dönem var mı?

20’li yıllarda dünyanın her yerinde yaşamak isterdim. 20’lerin politik olarak zor bir dönem olduğunu biliyorum. Ama herkes içiçe, düşünsene… Ermeni’si, Rus’u, Kürt’ü, Alevi’si… Hep birlikte, meyhanede, sabaha kadar, ortak şarkılar söylüyoruz, sarılıyoruz… Mesela Atatürk’ün dans ettiği bir kadın olsaydım. Nasıl güzel bir anı olurdu benim için… Politik anlamda yaklaşmıyorum duruma, Atatürk nasıl da yakışıklı bir Cumhurbaşkanıymış…_MG_0238

Yalnızlığı sever misin?

Çok severim. Yalnız müzik dinlemeye, yalnız bara gitmeye bayılırım.

İstanbul’da gece hayatıyla ilgili ne düşünüyorsun?

İstanbul olağanüstü bir şehir. O kadar çok ülkeye gittim, en güzeli biziz. Her anlamda mükemmel bir yeriz, lütfen kıymeti bilinsin artık.

Nasıl eğlenmeyi seviyorsun?

Çok yakın arkadaşlarımla, bağıra bağıra şarkı söyleyerek, komik komik dans ederek, onları eğlendirerek eğlenmeyi seviyorum. Eğlenirken bazen de çok ağlarım ama çok mutlu olurum. Ben hep uçlarda yaşıyorum. Göksel Bekmezci’nin sevdiğim bir benzetmesi var; ‘aklımın ucuna kadar gelmek ve oradan atlamak’ diye. Kendimle ilgili bu yorumu yapıyorum hep.

Mutfağa girer misin?

Girerim. Evim Amerikan mutfak, mutfakta yaşıyor gibiyim. Geçen gün Allah’ım öyle bir mutfağım olsun ki; mutfakla salon arasında 1,5 dakika yürüyeyim diye dua ettim. Yemek yemeyi çok severim. Elimin lezzeti vardır, beğenilirler. Her yemeğe şeker atarım öyle bir alışkanlığım vardır. Amerika’da beraber yaşadığım kadın 64 yaşındaydı. Diyabet hastası olduğu için şeker yememem gerekiyor diyordu. Ben de şeker yerine tatlandırıcı attım. Et yemeğine bile şeker atarım.

Erkek arkadaşına yemek yapıyor musun?

Evet yapıyorum.

Sofra deyince, aklına ne geliyor?

Kalabalık sofraları çok severim. Mesela sosyolog, Kürt bir arkadaşım var. Hem çiğköfte yaptıkları hem arkadan türküler söyledikleri yemek seansları vardı. Bir gün beni davet etti. Çiğköfte yapılırken, bir taraftan ağlayarak türküler dinlediğim bir öğleden sonrasıydı… Bu tarz sofraları seviyorum. Bir Bektaşi sofrası, bir Ermeni sofrası, bir Hrıstiyan sofrası… Kısacası yemek ile kültürün harmanlandığı sofralar, yeni bir kültüre şahit olduğum sofraları seviyorum. Eğer bir şey öğretmeyeceklerse, ben o masada sıkılırım ve çok da güzel yalanımı söyler kaçarım.

En çok neyi hayal ediyorsun?

En çok hayal ettiğim şeyi söyleyim sana; ileride, bir insanın, iyi ki hayatıma girmiş diyeceği bir hoca olmayı çok istiyorum. Ben YÖK’e bağlı bir okulda okumadım ama bilincimi ve ruhumu bildiğim için YÖK’ünde bağlı olduğu, kökünde bağlı olduğu, bana ihtiyaç olacağı bir kız haline getiriyorum kendimi. Dünyaca ünlü bir şey olayım derler ya, keşke bende öyle değerli bir hoca olsam. Kitap yazsam, hayat da öyle akıp gitse torunlarımla, hayvanlarımla…