Kalben “Her Şeyi Annemi Gururlandırmak İçin Yaptım”

kalben

Hergün farklı olan birileri ile karşılaşmıyoruz. Ya da gerçek. Kendini sorgulayan. Marazlarıyla barışmaya çalışırken, itiraf etmekten de kaçınmayan. Kalben ile ilk karşılaşmamız değildi. Daha önce alıp, verdiğimiz selamlarımız olmuştu ama hadi şöyle bir konuşalım, nereden geldin, nereye gidiyorsun şeklinde sohbetleşememiştik. Bu sefer uzun uzun konuştuk. Annesini anlattı. Kayıplarını. Hayatından akıp, gidenleri. Pişmanlıklarını. Sonra yeniden nasıl gün ışığının, perdenin arasından gözünü delercesine uyandırdığını. Tek tek tanımasa da, yaşam enerjisini aldığı kalabalıktaki yüzleri… Şehirlerini… Kadınlığını… Gitarını… Kısacası çok şey konuştuk, arada da bize şahane bir spagetti yaptı. Tam Kalben usulü… Acısı, baharatı, soğanı, sarımsağı bol. Biz spagettilerimizi çoktan mideye indirdik. Bize afiyet, size de iyi okumalar olsun…

Nasıl bir ailede doğdun?

Rahmetli annem müzisyen olmak isteyip, resim öğretmeni olmuş. Babam da müzisyen olmak isteyip, asker olmuş. Onların zamanında sanat üzerinden var olmak ne yazık ki çok zormuş. Ama ikisi de bana ceketini satıp, boya kalemi, resim defteri, müzik aleti alabilen insanlardı. Müziği çocukluğumdan beri hep seviyordum ama müzikten önce yazı yazmayı sevdim. Şuan yazdıklarımla, müziği biraraya getirebildiğim bir dünyam var ve çok mutluyum. Geriye dönüp baktığımda; annemle babam belki birbirlerini değil, belki dünyayı değil ama beni çok sevmişler ve kendilerince benim için yapabilecekleri her şeyi yapmışlar. Annem bana 8 yaşımdayken bir klavye almış. Babamla gitmişiz, ikinci el gitar almışız. Benim bu enstrümanlarla, özgürce vakit geçirmeme izin vermişler. Bunu çok kıymetli buluyorum. Anne-babalar çocuklarının yeteneklerini keşfetmesine izin versinler. Bu çok önemli.

Müzik hayatına çok erken girmiş ama sen yolunu geç çizdin. Adeta kulağını tersten tutmuşsun.

Evet, ne güzel söyledin. Ben kulağımı düz tutacağıma tersten tuttum. Öyle birisi olduğumu artık kabul ettim.

Bilkent’te okudun. Sonrasında aslında hiç ait olmadığın iş dünyasında birçok farklı pozisyonda çalıştın. Neden yolunu böyle çizdin? Hayatta kalma kaygısı mı, yolunu bulamamak mı, doğru tesadüflerin o zamanlar seni bulamaması mı? Hayatında müzik olamadan yaşamak seni rahatsız etmiyor muydu?

Annemi kaybedeli 12 yıl oldu. Annem benim başarılı olmamın ilk sebebiydi. Liseyi birincilikle bitirmemin, iyi bir okula burslu girmemin, iyi notlar almamın. Çünkü ben hep, annemi gururlandırmak isterdim. Ama annem hasta olup, sonra da rahmetli olunca gururlandırmak isteyeceğim biri kalmadı. Babamı çok severim ama babamı gururlandırmak gibi bir derdim olmamıştı. Yani babam da benim gibi biraz özgürlüğüne düşkün bir adamdır. Başarıyı işle, notla, parayla, meslekle falan ölçen bir adam değildir. Beceremez, bilmez. Annem gidince doğal olarak benim başarıyla özdeşleştirdiğim her şey değişti ve biraz serserilik, biraz özgürlük, biraz kendimi tanımak, biraz dünyayı tanımak, biraz onca yıl boyunca kitaplarda bulduğum karakterleri gerçek hayatta bulmak gibi bir yolun içine girdim. Bana yol gösteren de olmadı. Gösteren olsaydı da dinlemezdim. Üzerimde artık öyle bir asilik vardı. Çünkü onca yıl bir kontrol kulen olmuş. Annemden sonra galiba hayata böyle açıldım. Açıldığım her yer de çok iyi ve olumlu yerler olmadı. Hayatın daha karanlık ve daha zor taraflarıyla da tanıştım. Bir okulu bitirdim ama okulu bitirdiğimde o işi yapmak istemediğimi biliyordum, yani diplomat olmayacaktım, bunu çok iyi biliyordum. Çünkü bürokratik davranmak politik olarak doğru şeyleri söylemek ama inanmadığın değerleri savunmak bana göre değildi. O yaşta da bunu biliyordum. Gittim, annemin hatırasına, “yadigârlar” üzerine bir yüksek lisans tezi yazdım. Sonra baktım Ankara’da iş yok, düzenli para kazanıp evimin kirasını faturasını ödeyemeyeceğim. Kalktım mecburen 22 milyon insan gibi ben de İstanbul’a geldim. İstanbul’da da çok saldırgan, çok insanı korkutan, çok evine kapatan, çok belirli semtlere hapis eden bir hayat vardı. Yedinci yılımdayım hala öyle olduğunu düşünüyorum. Ne yazık ki, hala saldırgan, hala korkutucu, hala bizi birbirimizden ayırıyor, hala çok ciddi sınıf farkları var. Hala kimi nerde bulabileceğini çok iyi biliyorsun ve bu beni rahatsız ediyor. Yani herkesin bir arada bulunabildiği bir şehir değil İstanbul. Olsun ama hepimiz burada çalışıyoruz, ekmek paramızın peşindeyiz diyip, öyle bir şekilde avunmaya çalışıyorum. Ama İstanbul’da güzel insanlar da tanıdım. Hayatla ilgili çok fazla şey öğrendim ve burada ilk defa müzik gelip beni aldı. Buradan önce müzik beni gelip almamıştı. Hep müzik yapıyordum, hep müziği çok seviyordum ama beni 10 yıl tanıyıp da kendime ait bestelerimin olduğunu bilmeyen dostlarım vardı mesela, saklıyordum.

Müzik ne kadar hayatındaydı?

Evde kendi başıma gitar çalıyordum. Bir arkadaşımı çok seviyorsam, ‘hadi gel sana gitar çalacağım’ diyordum. Bir arkadaş grubu çok hoşuma gidiyorsa, onların yanında gitar çalabiliyordum. Bir arkadaşım kafe açıyordu, senin kafende gelip, çalacağım diyordum.

Gönlün isterse yani?

Gönlüm isterse. Yani kesinlikle bunu yapabiliyorum diye bunu yaptığım bir hayatım yoktu ama en sonunda, bir siyasi parti yerel seçim kampanyasını yaparken tanıştığım çok tatlı bir iş arkadaşım var, şimdi görüşmüyoruz ama ona hakikaten çok teşekkür ederim. Bana işte o ev konserleri zincirlerinden bahsetti. SOFAR’ın Türkiye’ye geldiğini biliyordum ama nasıl başvuruyorsun, ne yapıyorsun, nasıl gidiyorsun haberim yoktu. Tamam başvuruyorum dedim ve şarkılarımı organizatöre attım. Hemen buyur, çal dedi, ben de tamam dedim. Gittim, çaldım.

Çaldığın ev ve aslında tüm hikayenin değiştiği evi biraz tasvir eder misin?

Galata’da bir ev. Dünya Bankası’nda çalışan, yabancı bir kıza, Dünya Bankası o evi kiralamış. Sen burada otur demiş, faturalarınızı da biz ödüyoruz demiş. Ben de böyle karalar bağlamış halde, bir arkadaşımın 10 metrekarelik odasında yaşadığım bir hayattan çıkıp, Galata’da o deniz gören eve gidiyorum. Kendim için değişik bir şeyin içerisine giriyorum, anarşist bir ruhum var. O evin penceresinden bakıyorum ve vay be diyorum. Kalben, senin için böyle bir hayat da olabilirdi ama şuan bambaşka bir yerdesin. Başka bir şey tercih ettin. Yani özgürlük namına, belki de aptallık yaptın dedim.

Bu duygularla mı çalın, SOFAR’da hepimizin seni keşfettiği o şarkıyı…

Gerçekten öyle çaldım. Onun tatlı hüznüyle çaldım. İlk kez deniz gören bir evde dururken elimde gitarımla başka bir hayatın ihtimali var dedim. Mutlu olabilirdin ve olmadın. Sert birisi oldun, katı birisi oldun, yaralı birisi olmayı tercih ettin. Çalıştın, ellerinin nasır tutmasını tercih ettin ama dedim böyle yumuşak birisi de olabilirdin. Böyle bir kurumda da çalışabilirdin, sana da böyle bir olanaklar sunulabilirdi… Sen de öyle okullarda okumuştun, sen de öyle not ortalamalarıyla mezun olmuştun ama sen gittin itliği, kopukluğu tercih ettin. Onun tatlı hissiyatıyla çaldım galiba o gün ve o şarkıların hepsi de benimdi… Bir yandan da çok da mutluydum çünkü insanın kendi içinden gelen şeyleri söylemesi ve onları dinleyen 70 tane kafaya bakıyor olması çok güzel bir şey. Benim için çok güzel bir deneyimdi. Sonra Ankara’da da çaldım, orada da “Saçlar” çıktı. Sonra da zaten dünyada en çok izlenilen SOFAR videosu oldu. O videodan sonra ben tek başıma konserler vermeye başladım.

Gerçek adın mı Kalben?

Evet, gerçek adım. Annem beni kalben çok istemiş.

Kalbin mi aklın mı daha ön planda?

Kesinlikle kalbim ya. Bunu bu yaşta da inkar edersem, çok ayıp olur. Aklım nerede bilmiyorum da bazen.

Hayatını değiştirecek şeyin müzik olduğunu biliyor muydun?

Kalbim kırıkken, ben o şarkıyı yazarken hiç kimse bilmiyordu ama oda biliyordu. Gitar biliyordu, ben biliyordum. Sonra dışarı çıkıp yürüyordum. Artık özgürdüm yani. O şarkıyı yapmış oluyordum, iyileşiyordum, kimsenin haberi olmuyordu ki. Bu kadar kalabalık bir kitleye, 100 binlerce kişiye şarkılar söyleyeceğimi bilmiyordum ama müziğin beni iyileştirdiğini, müziğin bana iyi gelen şey olduğunu, benim en iyi arkadaşım olduğunu hep biliyordum.

Peki, bu kadar büyük bir kalabalığı hayal ediyor muydun?

Çok gariptir onu hiç müzikle hayal etmemiştim. Yazar olurum, bir şey yazarım insanları inanılmaz etkilerim falan diye düşünmüşümdür çocukluğumdan beri. Neden bilmiyorum annem ve babam galiba edebiyata çok saygı duydukları için olabilir. Herhalde hep onlara yaranmak içindi. Hiç aklımda müzikle insanları etkilemek gibi bir şey yoktu.

Neyini tamir etmek istiyorsun?

Bazen çok karamsar olabiliyorum. Dünyada kötü, korkunç, kaba, kırılmış, dökülmüş olan şeylerin ne yazık ki beni ele geçirmesine izin veriyorum. Bundan kurtulabilmeyi çok isterdim. Buna hayır diyebilmeyi çok isterdim. Beni mahvetmesine izin veriyorum ve bunu en yakınımda ki insanlara da yansıtıyorum. Beni o mahvolmuş halde görüyorlar ve ben buna çok üzülüyorum.

Sosyal medya, ana akım medyada yer almayan, magazinde görmediğimiz ama herkesin tanıdığı, yaptıkları takip edilen bir ünlü türü yarattı. Sen de o isimlerden birisin aslında… Bu konuda neler söylemek istersin?

Evet, güzel oldu. Sosyal medya bizi hiç giremeyeceğimiz bir dünyanın içine soktu. Aslında alternatif müziklerin underground olması hüzün verici. Birilerini 10 bin kişi izlesin, birilerini 100 bin kişi ama hiç kimseyi yerin altına sokmayalım. Birileri alternatif olmasın. Popüler müzik değişmek zorunda. Rapçiler, hip hopçular, şarkı sözünü kendi yazanlar, şarkı sözlerinde uyak aramayanlar, alt yapı kullanmak yerine enstrüman kullananlar, caz vs. hepsi buarada, artık bundan kaçamayız.

Eli kalem de tutan birisin. Elinde gitarınla, hızlıca kabul edildin. Dışarıya çıkıp, kendine bakabiliyor musun? Günümüz müzik anlayışında kendini ve yaptığın müziği nasıl anlatırsın?

İnsanların artık, çok fazla maddi olanakları olmadan da, sadece kendi bilgisayarlarıyla, enstrümanlarıyla müzik yapabildikleri bir yerde olmak beni mutlu ediyor. Çünkü çok fazla müzisyenin hakkı o şekilde yenmiş ve çok fazla müzisyen ne yazık ki müziğini maddi imkanlar yüzünden feda etmek ve bambaşka bir yola sapmak zorunda kalmış. Şimdi biz böyle bir neslin müzisyenleriysek, bir şey feda etmeden müzik yapabiliyoruz. Feda etmek zorunda kalırsak da mahkemelik olmayı kabul ediyoruz. Bizlerin öyle bir korkusu yok. Kandırılırsak da, dolandırılırsak da bunu kısa zamanda öğrenip buna hayır demeyi öğrendik. Tamam abi orada mahkeme var, görüşürüz diyebiliyoruz. Bu çok büyük özgürlük. Ben kendi müziğimi icra ediyorum, kendi sözümü kendi hikayemi anlatıyorum. Ve bunu dinleyen, bunu hisseden artık yalnız olmadan anlayan insanlarla birlikteyim. Bir kere o insanlarla kurduğumuz imkan senin ailenden değerli mi mesela, senin kontratın, senin plak şirketin hayır dostum değil yani bunu bilmemiz lazım. Bildiğimiz içinde bence çok fazla rahat ve şanslı bir yerdeyiz. Bu hikayeler dilden dile de aktarılacak. Mesela ben bu hikayeleri yazacağım. Birileri bunları bilsin diye yazacağım. Onun ötesinde kendime baktığım zaman da çok sade, içimden gelen müziği yapabildiğim için kendimi mutlu hissedeceğim. İnsanlara da her zaman böyle sen yalnız değilsin diyebilirsem ne mutlu bana.

Biraz da sana ilham veren şehirlerden konuşalım. Ankara’ dan İstanbul’a geldin. Çoğu insan için olduğu gibi Ankara benim için de fazla gri…

Evet, öyle. Herkes herkesi tanır, sıkıcıdır biraz. Ama Ankara’da bir arkadaş gurubun olursa, hayatın değişir. Ankara’da bir evde oturursun, bir evden başka bir eve gidersin hayatın değişir. Ankara’da ergenliğe dair acı çektim, annemi kaybettim, üniversiteyi bitirdim, yüksek lisansımı yaptım, bir sürü işe girdim çıktım. İlk paramı da Ankara’da kazandım, ilk paramı da Ankara’da kaybettim, ilk kez Ankara’da dolandırıldım. İlklerim çoktur yani bunun gibi bir sürüsünü sayabilirim. Ankara bana çok şey katmıştır.

O zaman gelelim İstanbul’a. İlk nasıl selamlaştınız?

Köprüsü’nden ne zaman geçsem, hala bana selam eder. İstanbul renkli. Sabah çıkıp, akşama kadar bedavadan yapabileceği bir sürü şey var. Burada ruhunu doyurabilirsin. Vaktin varsa bir kültür biriktirirsin. Tabii koştururken bunları yapacak halin kalırsa…

Senin kaldı mı?

Benim hep var. Hiç yoktu ama şimdi o baskıdan kurtuldum. Çünkü müziğe ilk girdiğiniz zaman; üzerinizde bir sürü yük oluyor, bir sürü erkek çullanıyor. Çünkü burası erkeklerin dünyası. Kendimi çok güçlü zannediyordum ama o kadar güçlü değildim. Şimdi içimdeki dişi gücün ne olabileceğini anlıyorum. Benim fikirlerime hayır diyen birisine, hayır abi, asıl sana hayır diyebiliyorum. O yüzden İstanbul’u da şimdi daha iyi anlayabiliyorum. İstanbul da bir kadın. Ben başta İstanbul’u erkek sanıyordum ama şimdi dişi bir şehir olduğunu daha net görebiliyorum.

Sen dümdüz bir kadınsın. Süsü olmayan, sade. Neden?

Annemden dolayı. Annem bilmezdi süs püs işlerini. Parmağında çevirmeyi, bazı işleri yatak odasında halletmeyi bilmezdi. Benimle uyurdu zaten. Benim aşkımdı, babamın değil. Annemden yemek yapmayı, kitap okumayı, müzik dinlemeyi öğrendim. Ama mini elbiseleri çok severim. Sadece en sevdiklerim beni elbise ile görür. Bazen içimden gelir, elbisemi giyerim, makyajımı yaparım, hazırlanır, çıkarım. Güzel olanımı sadece birilerinin görmesi kıymetli, herkesin görmesi değil. Tabii herkese göstermeyi tercih edene de saygım var.

Bugün gördük ki mutfakta hayli iyisin. Yemek yapar mısın?

Daha yeni lazanya yaptım. Arkadaşlarıma söz vermiştim, sen mi yapacaksın diye benimle dalga geçmişlerdi ama yedikten sonra dalga geçemediler. Yaprak da sarıyorum, lazanya da yapıyorum, bütün zeytinyağlıları da yaparım, meze de yaparım. Çok yoğun bir süreçten geçtim ama şimdi haftada en azından 1 kere yemek yapmaya özen gösteriyorum. En severek yaptığım yemekler, hamur işleri ve zeytinyağlılar. Izgara et yapmayı da çok severim. Tavuklu nohut yemeğim de meşhurdur. Yemek yapmayı seviyorsanız lütfen buna vakit ayırmanın bir yolunu bulun çünkü çok iyileştirici bir tarafı var.

Müzisyenlerin çoğu yemek yapmayı seviyor galiba. Müzisyen arkadaşlarımın hepsi iyi yemek yapıyorlar.

Çünkü yorucu bir hayatın içinde seni dinlendiren ve iyileştiren bir şey arıyorsun, yemek gerçekten dinlendiren bir şey.

Sen biraz koloni halinde yaşamayı sevenlerdensin galiba…

Çok. Benim hayatımdaki en büyük hayalim; çok büyük bir toprak alıp, o topraklarda sevdiğim insanlarla bir arada yaşamak. Müzik workshopları, sanat workshopları yapabileceğimiz, gök kubbeden güneşin girdiği bir alan inşa etmek en büyük hayalim.

Kalben röportaj videosuna buradan ulaşabilirsiniz.

Röportaj: Zeynep Rana AYBAR

Fotoğraf: FİLMEKS / Furkan BULUN

Mekan: Electrolux Profesyonel Stüdyo, TAKSİM