Tatlı Tatlı Esen, Güneşli Akdeniz

akdeniz

Bütün Kuzey yarım kürede kış yaşanırken, her zaman olduğu gibi, Tatlı Tatlı Esen, Güneşli Akdeniz …

Her limanını karadan tek tek gezmiş olsanız dahi, gemi turu ile bir kere daha deneyimlemenizi öneririm. Güverteden yavaş yavaş limana yaklaşırken şehrin ahengine dışardan bakma fırsatını başka türlü bulmak zor.

Bu programda İtalyan tarzı hizmet veren Costa Cruise’un en yeni gemilerinden biri olan Diadema’yı tercih ettim. Programa tüm limanlardan dahil olmak mümkün; ben hava limanı, cruise terminali ve şehir arasındaki ulaşımı en kolay Barselona’dan sağlayacağım için burayı tercih ettim.

Barselona taksi ile ulaşımın en kolay olduğu şehirlerden biri; şehrin bir ucundan diğer ucuna en fazla 30 Euro karşılığı taksi ile ulaşım sağlanabilmektedir. Ayrıca güzel bir metro ağı ve daha makul fiyatlı otobüsleri de var. Şehire girer girmez hemen her meydanına bulaşmış sanat size kendinizi bir galeride geziyormuşsunuz gibi hissettirebilir. Bunların arasında iki sanatçı var ki bu güzel şehir ile iç içi geçmiş sanat anlayışları hemen kendini gösteriyor. Bir tanesi Joan Miro’dur. Kendi deyimi ile sihirli realistik unsurlar içeren kübizm ve fovizm karşımı eserleri o kadar ses getirir ki, Pablo Picasso bile bir çalışmasını satın alır. Şehrin bir diğer önemli sanatçısı da Gaudi’dir. Passeig de Gracia caddesinde lüks mağazaların ve barok mimarinin etkisiyle inşa edilmiş işlemeli ve bol detaylı binaların arasında bile, birden erimiş bir pastayı andıran Gauidi yapımı binaları görebilirsiniz. Şehrin zengin aileleri bu dahi sanatçıya evlerini yaptırmak ve restore ettirmek için birbirleri ile yarışınca ortaya Modernisma akımının etkilerindeki bu binalar çıkmıştır. Bu binaların birçoğu halen ev ve iş yeri olarak kullanılmaktadır. Dilerseniz metro ile yeşil L3 hattını kullanarak Passaig de Gracia durağında inip metrodan çıkar çıkmaz, zamanında birinci katında Gaudinin de yaşadığı binayı karşınızda bulabilirsiniz 20 Euro giriş ücreti ile binanın içini de gezmek mümkün olmaktadır. Merdiven tırabzanları, dalgalı balkonlar, a-simetrik pencerelerle tam bir harikalar diyarı izlenimi vermektedir. Ücretsiz olarak Park Guell’i de gezebilirsiniz. Burası da Guell’in hayallerini gerçekleştirmesi için Gaudiye yaptırdığı masalsı bir köydür; yine L3 hattında Lesseps durağında indiğinizde biraz yürüyerek ulaşabilirsiniz.

Yapımına 1830’dan beri devam edilen La Sagrada Familia kilisesi ise şehrin gezilecek bir diğer simgesidir. İlk olarak yapımına başlayan mimarın istifa etmesi, ardından görevlendirilen Gaudi’nin daha birinci kulenin yapımı bittiğinde bir tramvayın altında kalarak trajik bir şekilde hayatını kaybetmesinin ardından kalan 11 kulenin yapımına, Gaudi’nin tasarımına sağdık kalınarak devam edilmektedir. Şimdilerde 6 kulesi tamamlanmış olan bu kilisenin aynı zamanda iki yüzünden birinde Hz. İsa’nın doğumu ve yükselişi, diğer tarafında ise çarmıha gerilmesinin tasvirleri bulunmaktadır.

Şehrin önemli lezzetlerinden biri olan tapas için en turistik caddelerinden biri olan La Rambla’yı tavsiye edebilirim. Tapas biraz daha meze gibi değerlendirilen bir yiyecek olduğundan ekmeklerin üzerinde yada porsiyon olarak servis edilebilmektedir. Birçok farklı seçeneği olmasının yanı sıra, genellikle domatesli ekmeğin üzerinde olan versiyonları tercih görmektedir. İspanyolların geleneksel meyveli şarabı Sangriada mutlaka deneyimlenmesi gereken bir lezzet vaat etmektedir.

Futbolsever gezginlerin FC Barcelona kulübünün efsane müsabakalarına ev sahipliği yapan Camp Nou stadyumunu da önceden internetten bilet alarak gezebilmeleri mümkündür. İçeride çim sahaya inilebilir, sporcuların soyunma odaları, tribünler ve Messi müzesi gezilebilmektedir.

Turda ikinci durak olan Mayorka, İspanyanın doğu kıyılarında yer alan Balear adalarının en büyük olanıdır. Adını adanın tek şehri olan Palma de Mallorca’dan almaktadır. Adada Bronz çağından beri yaşam devam ederken, İspanyolların yanı sıra Romalılara ve Araplarada ev sahipliği yapmıştır. Limanda yer alan barok katedral şehrin simgesi olmuştur. Diğer şehirlerin katedrallerine nazaran oldukça büyük olan bu katedralin yapımında gotik tarzın yanı sıra İslam mimarisinden de esinlenilmiştir. Katedralin hemen arkasında yer alan Palau de l’Almudaina ise, Romalıların yaptıkları bir kalenin Araplar tarafından değiştirilmesi ve genişletilmesi ile iki kültürün karışımı olarak günümüze

kadar varlığını sürdürmüştür. Avlusunda, içinde kuğuların yüzdüğü ve duvarlarından havuzun üzerine dökülen hanımeli ve sarmaşık güllerinin büyüleyici görüntüsü bunun en büyük kanıtı niteliğindedir. Yazları dolup taşan plajları ve eğlencenin kalbi olan Old Town bölümü eğlencesine düşkün gezginlerin en çok zaman geçirdiği yerlerdir. Ayrıca deniz ürünleri ile meşhur restoranları ve İspanyol mutfağını adaya uyarlayarak servis eden şık restoranları da alternatif arayanlar için seçenek oluşturur. Cala Major, adının aksine, adanın en küçük koylarından birisidir ve turkuaz denizi ile çok rağbet görmektedir. Platja de s’Oratori de limanın hemen yanında, denizi ve manzarası çok güzel olan, bir diğer popüler plajdır. Geceyi burada geçirmediğiniz için eğlenceyi kaçırdığınızı düşünebilirsiniz; ama nerede olursanız olun, gemideki eğlencenin bir muadilini bulmak zordur. Bu gece gemimizde White Party var. Bu nedenle şehrin önemli meydanlarından bir tanesi olan Plaça Major’a gidip beyaz renkte kıyafetler alıyorum. Aynı zamanda burada meşhur Mallorca incisi yada küçük hediyelikler alabilirsiniz. Mallorca incisi, suda yetişmemesine ve hatta tamamen fabrikasyon olmasına rağmen pudra rengine çalan pembemsi rengi, yoğunluğu, sertliği ve işlenebilir olma özelliği ile inci sevenlerin dikkatini cezbeder.

Önceki akşam ana restoranda kalkan balığından kılıç balığına, muhteşem deniz ürünleri ile başlayıp piano barda oldies müziklerde devam eden, sonrasında latin dansları ile ısınıp White Party ile sabaha karşı son bulan uzun bir gece geçirdikten sonra, Sicilya adasının mafya babaları ile ünlü kenti Palermo’dayız. Şimdiki sakinlerinin büyük bir çoğunluğunu 30 yaş altı genç ve öğrenci kitlenin oluşturduğu bu güzel şehir, yaklaşık 2800 yıllık köklü bir geçmişe sahiptir. Barok mimari eserleri ve sokak müzisyenleri ile dolu bu liman kentinin en önemli simgesi, Palermo Katedralidir. 1185 yılından bu yana tüm ihtişamı ile korunan katedralin yapımında mermer ve ahşap kullanılmıştır. İçindeSicilya kraliyet ailesinin üyelerine ait mezarlar ve kusursuz işçiliğe sahip mermer süslemeler, girer girmez tüm gezginleri kendine hayran bırakmaktadır. Şehrin en önemli kavşaklarından biri olan, Maqueda ve Corso Vittorio Emanuele caddelerinin buluştuğu noktadaki 4 apartmanın köşelerine, birbirine bakacak şekilde inşa edilmiş Quattro Canti çeşmeleri, 4 mevsimi ve 4 büyük kralı sembolize etmektedir. Barok mimarisi ve ince mermer süslemelerinin yanı sıra, heykelleri ile de adanın en önemli tarihi yapılarından biri konumundadır. Hemen ilerisindeki canavarlardan kadın ve erken figürlerine kadar birçok mimari harika olan, üç kademeli olarak yapılmış Fontana Pretoria’yı görebilmek mümkündür.

Yeni günde yeni bir İtalya limanı olan Civitavecchia’dayım. Burası konum olarak Roma’ya yakın olduğu için ticari açıdan önemli limanlardan birisidir. Turistik açıdan ise yine Roma’ya yakın olması nedeniyle, gemilerin uğramadan geçmediği bir limandır. Roma’ya 1 saat 30 dk.süren bir kara yolculuğunun ardından ulaşmak mümkündür. Roma programınıza Vatikan’dan başlamanızı tavsiye ederim. Burası dünyanın en küçük ülkesidir. Kendi pasaportuve savunmasını sağlayan Swiss Guard’ların ailelerinden oluşan 700 kişilik bir halkı vardır. 44.000 m2 olan toplam ülkenin üçte biri papalık makamıdır. Geri kalan kısmında ise, halkın yaşamını geçirdiği alanda marketi, benzin istasyonu ve her zaman boş bir hapishanesi bulunmaktadır. Şimdilerde Papa olarak görevini yapan Papa Francis, şimdiye kadar görülmüş en enteresan papalardan birisidir. Vatikan’a girer girmez devasa kubbesini ve bronz kapısını göreceğiniz Aziz Petrus Bazilikasının hemen sağında bulunan Apostoliko sarayında yaşamayı reddetmiş ve halktan biri olduğunu söyleyerek, askerlerin ikamet ettikleri bölgede mütevazı bir daireye yerleşmiştir. Çoğu zaman Çarşamba toplantılarında halkın arasına karışarak Swiss Guard askerlerinin işlerini oldukça zora sokan Papa, bir kaç kere de kendini kaybettirerek özellikle güvenliğinden sorumlu olan Swiss Guardlara soğuk terler döktürmüştür. Son olarak da günlük bir kıyafet ve güneş gözlüğü ile kimselere görünmeden dışarı çıkmayı başaran Papa Francis, geri döndüğünde Swiss Guardlar tarafından tanınmamış ve makamına girmesine izin verilmemiştir.

Her Çarşamba hava şartları ile doğru orantılı olarak, St. Peter meydanında sohbet eden ve halkını dinleyen Papa, her Pazar da Apostolico sarayındaki penceresinden halkını kutsar ve günahlarını affeder. Genellikle bu Pazar kutlamalarında, insanların büyük bir çoğunluğu Papanın ilk göreve geldiğinde çıkıp konuşma yaptığı Aziz Petrus bazilikasındaki balkona dikkatlerini verseler de genel Pazar ayinlerinde Apostolico sarayındaki penceresinden halkına görünür. Bu karışıklığı engellemek adına saraydan kendini gösterdiği penceresinin altına kırmızı bir flama asılır Pazar günleri. Vatikan’da gezeceğiniz tek yer bu meydan ve bazilika değil, Papa seçildiğinde beyaz dumanın yükseldiği Sistin Şapeli de içindeki büyüleyici dekorasyonu ve işlemeleri ile görülmeye değer bir diğer noktadır. Roma’nın en önemli sanatçılarından bir tanesi kuşkusuz, dünyaca ünlü Davud heykelinin yapımcısı Michalengelo’dur. Kendi döneminden olan sanatçı arkadaşı Leonardo da Vinci ile sıkı bir rekabet içinde olan Michalengelo, aynı zamanda kendisinden yaşça çok küçük, yeni ama yetenekli bir diğer sanatçı olan Rafael ile de çok ters düşmüşlüğü olmuştur. Michalengelo, kendisini bir heykeltıraş olarak tanıtsa da her fırsatta papalık tarafından resim yaptırılmıştır. Bir rivayete göre Rafael, Papa ile iletişime geçerek, Sistine Şapelinin içini süsleyen meşhur Adem, Meryemin göğe yükselişi ve kıyamet günü tasvirlerini yaptırması için Michalengelo’yu görevlendirmesini sağlamıştır. Böylelikle resim yapmak istemeyen Michalengelo bu işi kabul etmeyecek ve Papa ile ters düşecekti. Fakat Michalengelo bu işi kabul etmiş ve bundan karlı çıkan biz ziyaretçiler olmuş. Michalengelo sistin Şapelini yaptıktan sonra gelen yeni papa, buradaki tasvirleri fazla müstehcen bulduğu için,büyük ustaya düzeltip uygun bir hale getirmesi için haber yollatmıştır. Ünlü sanatçı ise habercilere “Papa önce içinde yaşadığımız bu dünyayı uygun ve yaşanılabilir hale getirsin. Resimleri kolaylıkla düzeltilebilir.” cevabı göndermiştir. Roma’nın enteresan bir diğer kısmı ise,İspanyol merdivenleri ile ünlü İspanyol meydanıdır. Her milletin, biri Vatikan biri İtalya olmak üzere, iki adet konsolosluğunun bulunduğu Roma’da,İspanyol konsolosluklarının bulunduğu meydana İspanyol Meydanı ismi verilmiş. Zamanla konsolosluk çalışanlarının mesailerini bitirdiklerinde gidip oturdukları ve zaman geçirdiği merdivenler ise İspanyol Merdivenleri olarak kabul edilmiş.

Burası özellikle sıcak yaz günlerinde genç-yaşlı herkesin oturduğu, sosyalleştiği ve meşhur Roma dondurması Gelato yedikleri yerdir. Hemen karşısındaki caddede oldukça lüks markaların bulunduğu dei Condotti caddesi ise göz kamaştırıcı vitrinleri ile bölgenin en şık caddelerinden birisidir. Bu caddelerde gezerken bazı binalarda Vatikan bayrağı görebilirsiniz. Vatikan’ın dışında, hatta Roma genelinde, hala bazı binalar Vatikan’a aittir. Roma’dan Hristiyanlıktan önce Paganizm dini yaşanmaktaydı. Paganizm döneminden kalan tapınakların büyük bir çoğunluğu yağmalandığı ve bronz levha ve süslemeleri çalındığı için kötü durumda olsa da, bir tanesi var ki, tüm ihtişamını korumaya devam eder. Bu tabiiki 1900 yıllık yaşlı Phanteon’dur. Buranın bu kadar iyi korunmuş olmasının nedeni tabii ki kiliseye dönüştürülmüş olmasıdır. Tüm Pagan tanrılarına ithafen yapılmış olan bu tapınak, tamamen betondan yapılmıştır. O dönemin teknolojisi ile nasıl yapıldığına bir türlü anlam verilemeyen bu tapınak, Şamlı Apollodorus tarafından yapılmıştır. Ünlü sanatçı Rafael’in de mezarının bulunduğu Phanteon, 43 m çapında bir kubbeye sahiptir. Romalılar tarafından kabul edildiği şekliyle; emrindeki kundakçılarına Circus Maximus (antik Roma’daki toplanma alanı) çevresindeki dükkanları kundaklatan ve Romanın %10’unun yok olmasına, yani 14 bölgenin 3 tanesinin yok olmasına; ama 7 tanesinin de kullanılamaz hale gelmesine neden olan ve yangın sırasında Roma’nın yüksek tepelerinden birinde lir çalan imparator Neron’un tarihi ise, Phanteon’dan da eskidir. Yakın dönem tarihçilerine göre imparatorluğu boyunca Roma’nın kültür mirasını zenginleştirmeye, spora ve müziğe ilgi duyan İmparator Neron, büyük Roma yangınında aslında yazlık evindedir ve duyum aldığında hemen Roma’ya dönerek çalışmalara bizzat katılır. Büyük Roma yangını ile ilgili en net bilgi, o dönem 5 yaşında olan Tacitus’un yıllıklarıdır. Tacitus, İmparator için Hristiyanlar tarafından pek sevilmediğini ama Roma’yı yakacak kadar gözü dönmüş olmadığını her fırsatta yıllıklarında belirtmiştir. Bu tarihsel spekülasyon birçok filme konu olmuş ve gizli cazibesini her zaman korumuştur. Hatta CD ve DVD yazdırmak için bilgisayarlarımızda kullandığımız programlara bile isim babası olmuş ve CD yazılırken Nero Burning Rom (Nero, Roma’yı Yakıyor) olarak gönderme yapılmıştır. Bu yangınla gladyatör dövüşlerine ev sahipliği yapan Colessium’un da büyük bir kısmı tahrip olmuştur. Roma’daki bir diğer turistik nokta da Trevi çeşmesidir. Ziyaretçiler çeşmeye arkalarını dönüp omuzlarının üzerinden bozuk para fırlatarak dilek diler. Poli sarayının bir kenarına inşa edilen çeşme adını; üç yer altı su kaynağının buluşma noktasından almaktadır. Tasvirinde denizden çıkan kanatlı atların çektiği deniz kabuğundan araba ve arabada okyanus tanrısı Neptün bulunmaktadır. Hristiyan dönemde yapılan ama Pagan tanrısının bulunduğu Trevi çeşmesi, Roma şehrinin sembollerinden biridir.

Bir diğer durağımız olan Savona, konumu gereği birçok hava yolu ile ulaşımın zor olduğu noktaya aktarım merkezi olarak kabul edilir. Ben bu seyahatimde Savona’daki zamanımı Monte Carlo’ya giderek değerlendireceğim. Savona’dan bir saatte ulaşım sağlanan Monaco ülkesi, yolda eski köylerinden geçeceğiniz Grimaldi ailesi tarafından kurulmuştur. Şimdiİtalya’ya bağlı Grimaldi köyünde yaşamına devam eden aile, Yönetimin Vatikan’dan İtalya’ya geçmesiyleİtalya devleti ile girdikleri savaşı kaybetmiş ve Fransa himayesinde Monaco ülkesinin temellerini atmışlardır. Monaco kendi savunması olmayan bir ülkedir, korunması Fransa tarafından sağlanır. Her gün saat 12.00’da Prens 2. Albertin sarayının önünde Fransız askerlerinin nöbet değişimini izleyebilirsiniz. Her biri birbirinden farklı bir peyzaj harikası olan bahçeler, yılın 300 günü güneşli olan Monaco’nun tatlı tatlı esen ve marina manzaralı vahalarıdır. Şehirdeki modern ve güzel mimarisi ile dikkat çeken evler ve sokaklar, ufak gezintilerin vazgeçilmezidir. Ayrıca Monaco Katedrali de mimarisi ve içerisindeki kraliyet ailesinin anıt mezarları ile görülmeye değerdir. Monaco’nun tek şehri olan Monte Carlo ise dünya genelinden lüks ve ihtişama önem veren gezginlerin buluşma noktası konumundadır. Şehirdeki marinanın kullanışlı olması, tekneleri ile gelen misafirlerinin konforlu bir şekilde şehre girişlerine olanak sağlar. Ayrıca en meşhuru olan Monte Carlo Casino’su da şanslarını denemek isteyenlerle doludur. Hemen yanında yıllara meydan okuyan tatlı Fransız mimarisiyle karşılıklı Hotel de Paris ve Café de Paris ise müdavimlerini ağırlamaktadır. Monte Carlo lüks ve marka tutkunu misafirlerin en keyif aldığı destinasyondur. Tüm lüks dünya markalarını sıralı şekilde sokaklarda bulabilmek mümkündür. Ayrıca dünya genelinde en güzel plajlarda lüks hizmet veren beach clubların ve gece kulüplerinin birer şubesi bulunmaktadır. Formula 1 tutkunları için ise bu şehrin anlamı daha büyüktür. Monaco Grand Prix’i, bu şehrin sokaklarının piste dönüştürülmesi ile oluşur ve açık tekneli Formula 1 araçlarının lastik izleri, motor sesleri, seyircisinin coşkusu bir sonraki seneye kadar hatırasını bırakır.