15.000 Kişilik Bir Ailemiz Var “Çağatay Şahin & Serpil Türkekul”

Çağatay Yolda, 1995’te Kanal D’de başladığı yolculuğuna yaklaşık yirmi yıldır devam ediyor. Son yedi senedir Çağatay Şahin’in bir de yoldaşı var; Serpil Türkekul. Birlikte yağmur çamur demeden, bazen sabah nerede uyandıklarını unutarak, dünya üzerinden bir yerlerden merhaba diyorlar izleyicilerine… Ama onlar yalnız gezmeyi sevmiyorlar. Gördüklerini ekranlardan paylaşmak kesmeyince bir de forum oluşturmuşlar. Şimdilik 15.000 kişiden oluşan takipçileri ile daha doğrusu onların tabiri ile “15.000 kişilik aileleri” ile gezme keyfindeler. Turlar düzenliyorlar, etkinlikler yapıyorlar, sosyal sorumluluk projeleri düzenliyorlar ve her geçen gün ailelerine yeni bir birey ekleyerek yollarında yürümeye devam ediyorlar. Evet, her işin zorlukları olduğu bir gerçek ama bazıları biraz daha şanslı olabiliyor. Çağatay Şahin ve Serpil Türkekul ile mutfakta yemek yaparken bir taraftan da gezgin ruhlarını konuştuk.

 

Çağatay’ın yol hikayesi nasıl başladı?

Ç.Ş: Babam emekli subay, bu yüzden çocukken çok gezmişim. Aslında yollara düşeceğim o günlerden belliymiş. İlkokulu bile beş şehirde bitiren bir çocuğum. Kendimi bildiğimden beri dünyayı ve Türkiye’yi geziyorum. İşimi de çok severek yapıyorum.

İstanbul’a geldin birçok kanalda kamera arkasında işler yaptıktan sonra Kanal D’de muhabirlik yapmaya başladın ve yolun Uğur Dündar ile kesişti. Şansın Uğur Dündar mıydı?

Ç.Ş:Uğur Dündar beni Arena’ya aldı, orada muhabirlik yaptım. Çağatay Yolda ismi Uğur Dündar’dan çıkmıştır. Aslında şansım Uğur Dündar’dı ama biraz da şansım bendim. Çok çalışıyordum. Çalışkan olmak, mücadele vermek çok önemli ama karşına da büyük bir insan çıkarsa, işte taşlar o zaman oturuyor. Ben iyi olduğum bir dönemde Uğur Dündar’la karşılaştım ve yükselişe geçtim.

[metaslider id=4065]

Sence gezi programlarının duayeni kim?

Ç.Ş:Kesinlikle Barış Manço. Bizlere gerçekten iyi bir örnektir. Onun dışında günümüzde takip ve takdir ettiğim isimler; Tayfun Talipoğlu ve Coşkun Aral’dır.

Yıllardır gezi programları yapıyorsun ama insanlarda seninle ilgili hala bir ön yargı söz konusu. Bu ön yargının sebebi ne?

Ç.Ş:Televizyon bir bütündür, kalabalık çalışılan bir yerdir. Özellikle Kanal D’de çalıştığım zamandan beri; takdir edildim, çoğu zaman da ne yazık ki kıskanıldım.  Benim için en önemli şey; sokakta karşılaştığım insanların ‘Çağatay Bey programlarınız çok güzel, beğeniyoruz’ demesidir. Eskiden benim hakkımda kötü bir şey yazıldığı zaman önemserdim, artık hiç önemsemiyorum.

Daha fazla para kazanabilirim hırsın olmadı mı?

Ç.Ş:Terazinin bir tarafında parayı koyuyorsam bir tarafına da bunca yıldır yaptığım işlerimi koyarım. Yaptığım işten keyif alıyorum alıyorsam sorun yoktur. Daha fazla para kazanma hissiyatı bunun önüne geçmiyor. Hem paramı kazanıyorum hem de dünyayı geziyorum. Bu birçok insanın hayali.

Serpil Türkekul ile yollarınız nasıl kesişti?

Ç.Ş:Fas’a gitmiştim. Serpil de bir turizm grubuyla oradaydı. Tanıştık ve bir iş için biraraya geldik. O günden beri bir aradayız. Serpil’le her şey daha güzel oldu. İnsanların bana olan güvenleri daha çok arttı.

Serpil Türkekul kimdir, biraz kendinden bahseder misin?

S.T:Akdeniz Üniversitesi Turizm Otelciliği bölümünden mezun oldum. Babamdan dedeme turizmci bir aileden geliyorum ve haliyle kendimi turizm sektörünün içinde buldum. Sektörde en alt kademeden en üste varana kadar birçok görevde bulundum. Sonrasında Çağatay ile yollarımız kesişti. Birlikte bir prodüksiyon ve organizasyon şirketi açtık. Yedi senedir de birlikte yürüyoruz. Son 3,5 senedir ekran önünde de Çağatay’ a eşlik ediyorum.

Ekranda olmayı sevdin mi?

S.T:Aslında fotoğraf çektirmeyi bile sevmezdim ama şimdi ekranda olmayı seviyorum.

Sürekli gezer durumda olma hali özel hayatınızı nasıl etkiliyor?

S.T: Bizim mesleğimizi yapan insanların özel hayatının olması çok zor. Çünkü sürekli çalışıyorsunuz. Kendinize ayırdığınız vakit sıfıra yakın. Dolayısıyla da normal insanlar gibi hadi bugün sinemaya gidelim, akşam bir hava almaya çıkalım durumumuz olamıyor. Spor yapmaya bile vakti olmaya insanlarız.

Çağatay Yolda ailesinde bugün, 15.000 kişi ile birlikte yürüyorsunuz. Bu aileyi taşımak istediğiniz nokta nedir?

Ç.Ş:Bu aile yuvarlanan bir çığ gibi büyüdü. Böyle bir kitleye erişeceğini hiç tahmin etmedik. Bir anda büyüdü ve bizim de sorumluluklarımız arttı. Aileyi hep koruduk, onlarla birlikte olduk, etkinlikler, sosyal sorumluluk projeleri, geziler düzenledik. Bunun devam etmesi gerekiyor. Artık geri dönüşümüz yok. Çünkü bu aile; birlik, beraberlik, dostluk, paylaşımlar olduğu için ve biz ilgilendiğimiz için bu noktaya geldi. Artık sağlığımız müsaade ettikçe bu aileyi büyütmek için uğraşacağız, geri dönüşümüz yok. Belki on – on beş yıl sonra bizlerin çocukları; orada tanışıp, dostluklar kurup belki bu aileyle beraber yürümeye devam edecekler. Yani kuşaktan kuşağa geçme ihtimali çok yüksek. Bunu son yaptığımız etkinliklerde de biraz gözlemlemeye başladık. Etkinliklerin tarzını biraz daha değiştirerek, her yaşa göre yaparak… Bir sonraki amacımız aileye genç kuşakların da gelmesi ve onların da kendi aralarında bu birlikteliği kurup devam etmeleri.

Bu 15.000 üyesi olan aile gezmek dışında gücünü başka alanlarda da gösteriyor mu?

Ç.Ş:Dışarıdan bakanlardan Çağatay Yolda ailesi ne kadar güzel geziyor diyenler de oluyor ama aileyi bir arada tutan en önemli şey sosyal sorumluluk projelerimiz. Mesela, Midyat, Mardin, Hasankeyf’te bilgisayar okulları açtık. Eğitime yardım kampanyaları yapıldı. Yaşlılarımıza sevgi battaniyeleri ördük. Çok önemli meslek gruplarındaki insanlar, erkekler ellerine şişler örgüler alıp örgü ördüler, battaniye ördüler. Tekerlekli sandalyeler alındı. Hayvan barınaklarına çok büyük yardımlarımız oldu.   Biz eğer bir yerde bir yardıma ihtiyaç varsa bunu da göz ardı etmiyoruz. Amacımız aramızdaki o bağlılığı her zaman en üst derecede tutup, bu birlikteliği faydalı işlerde kullanmak.

Dünyayı geziyorsunuz, geziyor olmanın en iyi taraflarından biri de farklı tatlar deneyebilme şansı. Bizlere tavsiye edebileceğiniz lezzetler ya da lezzet noktaları var mı?

Ç.Ş:Meksika Mutfağı’nı çok severim. Deniz ürünlerine bayılırım. Mesela Küba’da ıstakoz yasaktır. Çünkü devlet bütün ıstakoz çiftliklerine el koymuştur ama özellikle Trinidad’da pansiyon gibi evler var. Onlar da konaklayabiliyorsun, çok tatlı evler. O evin sahipleri size gider, en güzel ıstakozları bulup, getirip, ıstakoz yapar. Hayatımızda yediğimiz en güzel ıstakoz Küba’da Trinidad’daki evlerdedir. Gidenler oradan bunu yiyebilirler. Hindistan’a gidersek bir şey yiyemeyiz, ben her şeye dikkat ederim diyen insanlar o kadar karamsarlığa kapılmasınlar. Çünkü orada yemekleri genelde beş yıldızlı otellerde yiyorsunuz. Otellerin sunumları gayet güzel, içinize siniyor. Ama tabi ki her yemekte baharatlar var. Baharatla aranız yoksa biraz sıkıntı yaşayabilirsiniz. Onun dışında Hindistan gibi bir ülkede dışarıdan hiçbir şekilde yemek ya da su kullanımı olmaması gerekiyor. Kenya’da, başkent Nairobi’de Karnivore diye bir restoran var. Karnivore, dünyanın en iyi restoranları listesinde hep en üst sıralarda ödüller alan bir restorandır.  Burada; zebra etinden timsaha, devekuşundan gergedana, safaride görebileceğiniz canlıların etleri olur. Çok enteresandır. Bunun da eti yenir miymiş diyeceğiniz hayvanların etini orada yiyebilirsiniz. Merak ettiğiniz canlıların da tadına bakabilirsiniz. Tabii anlattıklarım vejeterjanlara uygun değil. Tayland Bangkok’a gittiğinizde arabalarda karafatmalar, çekirgeler vs. satılır. Hepsini protein diye çıtır çıtır yerler. Bende böyle bir durum söz konusu değil. Günlük hayatımda yiyemeyeceğim bir şeyi şov amaçlı yiyemem.  Gezi programları doğru referans olabilmesi adına gerçeklikten uzaklaşmamalı.

Türk Mutfağı’nın dünyadaki algısını nasıl yorumlarsınız?

Ç.Ş:Dünyada ne yazık ki Türk Mutfağı diye bir algı yok. Mesela Yunanlılar bize dair birçok yemeği alıp farklı isimlerle ve bizde sunulan halinden çok daha vasat yorumlarla kendilerine mal edebilmiş durumdalar. Bu tamamen tanıtım ile ilgili bir durum. Çok zengin tatlar barındıran Türk Mutfağı, tanıtım eksikliğinden kaynaklı dünyada yer edinememiş durumda.