Selen Beytekin “Hayatta Beni En Çok İnsan İlişkileri Zorluyor”

Tanımıyorsanız sizi Selen Beytekin ile tanıştırmak isteriz. Bizim radarımıza müzisyen kimliği ile takılmış olsa da; hem inşaat, hem matematik mühendisi. Bitti mi bitmedi. Bir de üzerine mimar. Yok artık demeyin, koltuğunun altında daha çok karpuz var. Adeta tembel ruhlara ibret olsun diye var olduğunu düşünüyorum. Nasıl yapıyor, nasıl ediyor, hayatın altından nasıl kalkıyor, müziği hayatının neresinde tutuyor derken; her şeyden biraz konuştuğumuz röportajımızla sizleri başbaşa bırakalım…

Yeni girdiğin bir ortamda kendini tanıtırken, en çok nasıl anlatmayı seviyorsun? Seninle yeni tanışacaklara buradan nasıl bir merhaba demek istersin?

Öncelikle şunu diyebilirim ki; insanlarla yeni tanıştığımda kendimi tanıtırken zorlanıyorum çünkü kendimden bahsetmeyi pek sevmiyorum hatta beceremiyorum. Ortak bir alanımız var ise konunun içerisinde belli belirsiz kendimi tanıtacak şekilde konuşuyorum ve sonunda da kimse tam olarak ne yaptığımı anlamıyor. O yüzden sizin okuyucularınıza merhaba derken; genel olarak eğitimim ve profesyonel meslek alanlarımın; müzik, mimari, mühendislik, matematik, tasarım ile ilgili olduğunu söyleyebilirim. Yüksek mimar ve inşaat mühendisiyim. Aynı zamanda da müzisyenim. Caz söyleyip, piyano çalıyorum ve bahsettiğim mesleklerimin hepsini profesyonel olarak yapmaya devam ediyorum.

Mühendis, mimar, müzisyen… Çok yönlü biri olmak zordur. Bazılarımız tek bir şeyi doğru yapmayı beceremezken, sen durumunu nasıl açıklıyorsun? Bu fazla hırslı olmak mı, çalışkan olmak mı, bir şeylerden kaçmak için kendini fazla meşgul etmek mi, garantici bir ruh hali mi yoksa sen sadece şanslı doğanlardan mısın? Bir koltukta 5 karpuz taşımanın bir formülü varsa da duymak isteriz tabii…

Yapısal olarak bütünlüğümü hep bölünmüş, farklı ilgi alanlarımla oluşturdum. Çocukluğumdan beri merakı yüksek, öğrenmenin heyecanlandırdığı biri oldum. Haz duygusu ve yaptığım işten mutlu olmam önceliğimdir. Hiçbir şeyi başarılı olacağım diye yapmadım. En küçük bir hırsım yok, hatta tam tersi kimse umurumda olmaz. Çalışkanımdır ama anlamsız çalışarak boşa da vakit harcamam.

Garantici olma kısmı, hayatta bir türlü başaramadığım şeydir çünkü gelişmek için hep risk alırım. Durumun özü şanslıyım diyebilirim. Çünkü içimde korkularım yok. Eleştirilme korkum, kendimi kanıtlama isteğim, yarışa girme hevesim, var olma çabam hiçbir zaman olmadı. Bence benim yaptığım hiçbir şeyin abartılacak bir yanı yok.

İnsan korkularıyla yüzleşip, doğru yönetip, sıyrılabilirse; bırakın 5 karpuz taşımayı, yerçekimsiz ortamda karpuz yağmurunu bir nefesiyle dağıtır.

Biyografini okurken, hayat seni hiç zorlamamış gibi bir özet çıkıyor ki mutlaka köşelerine denk gelmişsindir. Hayat seni en çok nerelerde zorladı / zorluyor?

Yaptığım işlerde zorlanmak gibi bir tanımım hiç olmadı. Yapana kadar zevkle uğraştım. Fakat zorlandığım konular hep insan ilişkileri oldu ve maalesef hala da oluyor. Biraz önce bahsettiğim korku dolu insanların kendilerini içi boş var etme çabaları hep etik ve hatta insani olmayan şekilde stratejiler izlemelerine ve benim de bir türlü bu stratejileri zamanında anlamayıp her seferinde tökezlememe sebep oldu:)

Derler ya insan karşısındakini kendi gibi görür, ona göre davranır. Ben karşımdakine güvenmeyi, dürüst olmayı, birlik olmayı, ortak ve anlamlı bir amaç için çalışmayı değerli gördüm. Hiçbir zaman da değerlerimden doğal olarak şaşmam. Şimdi zorlansam da insanların zamanla güzel olan özlerine döneceğine inancım sonsuz. Sadece arada bir size katılan birileri olsun yeter.

Bu aralar hayatını en çok ne meşgul ediyor? Hepimizde olduğu gibi pandemi gündemlerimizi alt üst etti. Bu süreci nasıl geçirdin?

Buaralar hayatımı en çok ben meşgul ediyorum! Kendimle uğraşmaktan bıkmış durumdayım!Zaten kendi dünyamda yaşayan bir insandım, pandemide kendi dünyama dair değişen birşey olmadı, tam tersine onu daha da yoğunlaştırdı, güçlendirdi. Yapaylığı, sahteliği, politik olmayı, idare etmeyi zaten hiç sevmezdim. Pandemi öncesi bence dünya öyle bir hale gelmişti ki; baktığımda içini görebildiğim birşey benim için neredeyse kalmamıştı.

Bu dönemde herkes “gerçek” bir sorunla karşılaştığı için yapaylık çöktü ve öz ortaya çıkmaya başladı. Gördüklerim daha gerçek, hissettiklerim daha anlamlı oldu. Konser vermeyi, iş yapmayı bir kenara koyarak sadece maneviyat konuşuyorum. Bunlar hayatın gerçekleri tabii ama bu durumlarda hayatınızda nelerin yanlış ya da yanlış değilse bile daha doğru olabileceğini görüp, bu değişimi önce kendiniz için başlatabiliyorsanız o zaman görünenin ötesinde, uzun süreçte her şeyin çok daha güzel olacağına emin olabilirsiniz.

Caz, varoluşunun tam aksine elitist bir müzik olarak algılanıyor. Türkiye’de ve dünyada sokaktan çıkmış bir müziğin daha elitist bir dünyaya hizmet etmesini ve böyle bir algısının olmasını neye bağlıyorsun?

İşte beni tam da kızdıran sorulardan biri, kendimi tutmadan ne düşündüğümü paylaşmak istiyorum. Bunu Türkiye’de cazın özünü bilmeyen ve onu beceremeyenlerin başka stratejilerle bir yerlere gelerek eksiklik ve yetersizliklerini saklamak amacıyla cazı ulaşılmaz gösterip, kendilerine statü katmaya çalışmalarına bağlıyorum. Cazın kökeni Gospel’a dayanır. “Beyaz Cazı” dediğiniz analitik müzik son yıllarda çıkan bir kavramdır. Dünyaca ünlü bütün caz müzisyenlerinin ilk çaldığı, söylediği yer kilisedir ve hepsinin en sevdiği müzik Gospel’dir.

Gospel temiz, renkli, parlak ve zengindir. En önemlisi en küçük bir yıkıcılığı yoktur. Hep yaratıcı ve onarıcıdır. Cazın kökeni de buradan gelmektedir. Mardi Gras, New Orleans, 1900’lerin başındaki Big Band’ler… Hepsi enerji yumakları halinde insanları bir araya getiren, mutlu eden, eğlendiren, paylaştıran, dans ettiren, hayal kurduran ve ümit veren müziklerin çıktığı, geliştiği yerlerdir. Türkiye’de cazı sıkıcı bulmalarının sebebi zaten bunu bilmemeleri. Ben de hep müziğimde bu enerjiyi yansıtıyorum. Konserlerimde insanlarla müzikle iç içe geçiyorum. Kurduğum kendi internet radyom “Mami Hata Radio” da sadece siyahi müzikleri çalıp, anlatıyorum. Ve kendim bile inanamıyorum, insanlar gelip biz cazı bilmiyormuşuz, artık sürekli keyif alarak dinliyoruz diyorlar. Yani cazın, özünü paylaştıkça bağlandığımız insanlar ne mutlu ki; gittikçe artıyor.

Okurlarımıza bir kitap, bir albüm, bir film önerisinde bulunmanı isteyelim…

Kitap: Kurtlarla Koşan Kadınlar/ Clarissa P. Estes

Film: The Clark Sisters: First Ladies of Gospel (Filmi cazın kökeni olduğunu söylediğim Gospel’ın en güçlü isimlerinden biri olan Clark Sisters’ın müziği ve aynı zamanda hayat enerjilerini anlatmak için seçtim. Önce filmi seyredip sonra aşağıdaki albümü dinlerlerseniz; eminim neden bahsettiğimi hissedeceksiniz. Özellikle de albümde “Endow Me” isimli parçayı…)

Albüm: Twinkie Clark & Friends: Live In Charlotte

Biz bir şehir dergisiyiz. Haliyle Selen’in İstanbul’unu merak ediyoruz. Bu şehrin renkli hali seni besliyor mu, bunaltıyor mu? İstanbul’da kendini en rahat ve ait hissettiğin yerler neresi?

İstanbul’un kaotik yapısı beni beslemek yerine aslında bunaltıyor çünkü bunlar da oldukça yapay hale geldi. Fakat İstanbul’un kültürel zenginliği, çeşitliliği ve doğal olan güzelliklerine hayranım. Ait hissettiğim yerler, hep tarihi dokusu bozulmamış olanlar… Bunlar arasında Atatürk Arboretum’u, Çukurcuma, Adalar, eski eser olan fabrikalardan tutun birçok yer var. Yeter ki özü korunmuş olsun.