Ali Poyrazoğlu İle Çilingir Sofrası

ali poyrazoğlu

Bir Perşembe akşamı, IKSV’nin terasında bulunan, manzarası rakı soframıza fon xxxx restaurantta,  saat 22:00 gibi buluştuk Ali Poyrazoğlu ile… Malum çilingir sofrası röportajları öyle normal röportaj gibi olmuyor. Rakı erbablarının dediği gibi güneş batmadan rakı içilmiyor. Haliyle bizim çilingir sofrası röportajları da hep akşam saatlerinde gerçekleşiyor. Bu sefer Ali Bey’in provaları nedeniyle mecburen güneşin batışından biraz daha geç bir saatte başladık çilingir soframıza… Saat 22:00 civarında Ali Bey’in gelmesiyle yemeklerimizi yiyip, bir taraftan da sohbet etmeye başladık.

Ali Bey çilingir sofrası konseptimizi çok beğendiğini söylüyor. Haliyle muhabbet rakı ekseninde dönünce Ali Bey İstanbul’da rakı içmekten keyif aldığı noktalardan bahsetmeye başlıyor. Her hafta tiyatrodan arkadaşlarıyla yaz kış farketmeksizin, Modern Sanat Müzesi içerisinde bulunan lokantada, Topkapı Sarayı’nın bahçesinde rakı içiyormuş hissiyatı ile dost muhabbetinin aktığı sofralardan bahsediyor.  “İstanbul meyhanelerin başkentidir. İstanbul birçok şeyin başkentidir ama en çok meyhanelerin başkentidir” diyor Ali Bey.

Çalışmaya 17 yaşında başladığını bildiğim Ali Poyrazoğlu’nun hayatına oyunculuğun nasıl girdiğini ve o zamanki hayallerini soruyorum. Hayal kuramadan çalışmaya başladığını söylüyor. Doğma büyüme İstanbullu Ali Bey ama “Doğma büyüme İstanbullu değilim. Bana sordukları zaman doğma büyüme Türkçeliyim diyorum çünkü bir dilin içine doğdum, benim ülkem o dil oldu. Zihin yapım o dil içinde gelişti. Dünyaya olan bakışım değişti ve sürekli gelişti. Her yaşta farklı bir şekilde dünyaya hayata bakmayı öğrendim. Bir parça dil beni büyüttü, evim oldu, onun içinde oturdum, okudum, yazdım. Ben çok okuyarak büyüdüm. İyi bir Türkçe okuyarak büyüdüm. İyi bir Türkçe öğrendiğim için de yabancı dilleri kolay öğrenebildim.” diyor.

Ali Poyrazoğlu ailesinin isteği üzerine erken yaşta çalışmaya başlamış. Tıbbi bir aileden geliyormuş. Baba tarafı eczacı, anne tarfı doktormuş. Babası O’nun adına eczacı olmasına karar vermiş. Ufak yaşlarda eczanede çalışmaya başlamış. Yazları öğleden önce denize girer, spor yaparmış, öğleden sonraları eczaneye çalışmaya gidermiş. Tabii belli bir yaşa gelince mutlu olabaileceği mesleği seçme gerçeği ile yüzyüze kalmış. Eczacılıktan vazgeçmiş. Oyuncu olmaya karar vermiş. Aile karşı çıkmış çıkmasına ama O yapısı gereği çok boyun eğen biri olmadığı için koşullarını zorlamış. Aslında taa 5 yaşındayken belliymiş sanat ile ilgili birşeyler yapacağı. 5 yaşında masa altında yaptığı kuklalarla, kukla tiyatrosu oynatıyormuş. Ailesinin üzülmesine çok takılmamış ve canının istediğini okumuş.

Ali Poyrazoğlu hayallerinin peşinden gitmiş biri olarak; “Kendi yokistanını yaratma hakkı herkesin en temel hakkıdır ve yazıktır ki insanların bu hakkını kullanımı derin bir şekilde engelleniyor. Engellendiği için de insanlar hayalleri ile bilgiyi biraraya getirerek farklı bir biçimde değerlendiremiyorlar. Değerlendiremedikleri için ülkemizde üniversitelerden mezun bir sürü insan, ellerinde diploma, işsiz dolaşıyorlar. Çünkü Onlar okullarda öğretilen bilgiyi yaratıcı bir şekilde dönüştürerek kendi bilgileri yapamıyorlar. Tabii bu konuda teknolojinin de büyük payı var. Google’da özetler okuyorsun. Bilgi edinme bir süreç. O bilgi edinme sürecini başarılı bir şekilde yönetebilirsen kendinden başarılı ve mutlu bir birey çıkarabilirsin. Bilgi ile olan ilişkisini doğru yönlendiremedikleri zaman insanlar mutsuz bireyler oluşturuyorlar. Yakın çevreleri ile derin iletişim kuramayan insanlara dönüşüyorlar. Bilginin beni dönüştüreceğini genç yaşta keşfettiğim için bilgi ve hayal gücümü birleştireceğim bir işin peşindeydim. Bunun oyunculuk, yazmak, çizmek olduğunu düşündüm. Birkaç dalda birden çalışmaya başladım. Şimdi kaç şapkam var ben bile bilmiyorum.” cümleleriyle anlatıyor meslek seçimindeki etkenleri.

Ali Bey şuan Maltepe Üniversitesi’nde öğretim üyesi, kendi tiyatrosunu yönetiyor, oyun çeviriyor, seslendirme yapıyor, başka dillerde başka ülkelerde oyunculuk yapıyor, şirketlere yönetişimsel metodlar konusunda eğitimler, konferanslar veriyor, büyük şirketlere koçluk ve televizyonculuk yapıyor.

İstanbul ile olan ilişkisini ise; “Beni bu şehir sardı büyüttü. Buarası Babil Kulesi gibi. Benim bilgi ile olan iletişimim ve buna bu kentin izin vermesi, bu kentin büyüsü, bu kentte çok fazla farklılığın olması beni sardı, sarmaladı. İyi ilişki kurarsan İstanbul seni derinleştirir. Bu şehir bana zaman zaman ağabeylik etti, kardeşlik, babalık etti, bağrına bastı.” cümleleriyle anlatıyor.

Yaz aylarında çok sevdiği şehir İstanbul’dan ayrılıyormuş ve Bodrum’a yerleşiyormuş. Kışın çok çalıştığı için arkadaşları O’nu İstanbul’da sofralar kurup ağırlıyorlarmış, yaz aylarında ise O Bodrum’da arkadaşlarını… Aşçılık konusunda ise iddalı. Çok iyi yemek yapıyormuş. Bodrum’da kurduğu rakı sofralarımeşhurmuş…

Sohbetimiz kıvamında ilerlerken; evine hırsız girdiğini duyduğumu söylüyorum. Sorma, rezil oldum hırsıza. Evde 7000 tane kitap var başka alacak bir şey bulamamış çok mahcubum diyerek dalga geçiyor.

Habertürk’te sunduğu “Gölgede Muhabbet” programına çağırdığı konukların ortak özelliği olarak hatalarını anlatabilecek cesarettte olmaları hepsinin ortak özelliği diye anlatırken; Ali Bey’in hataları nelermiş onları soruyorum. Dergimizin sayfalarının yetmeyeceğini söylüyor. Hatalarımın üniversitesinden mezunum, başarılarımı hatalarıma borçluyum diyor.

İstemediği halde para için kabul ettiği işler olup olmadığını soruyorum. “Eskiden yaptım. Param yoktu, tiyatroyu yeni kurmuştum, yolsuzdum. O zaman ne olursa yapıyordum. 20 yıldır istemediğim hiçbir işi yapmıyorum. Ben eğlenmeyeceksem o işi yapmam. İşin içinde arkadaşlarım yoksa yapmam.” diyor. Yapmak isteyip de yapamadığı bir şey var mı diye sorduğumda ise cevabı bir sene hiç iş yapmadan dalga geçmek istediğini söylüyor. Sonra da Bülent Kayabaş ile beraber Anadolu turnesindeyken yaşadıkları eğlenceli hatırayı anlatmaya başlıyor: “Bursa’dan Eskişehir’e gidiyorduk, bir dağ köyüne saptık. Meydanda bir kahve vardı. Bülent’e, biz burada köylülere oyun oynayacağız, doğaçlama yapacağız dedim. Bütün köy geldi, biz oynadık hem de politik birşeyler oynadık alkış kıyamet sonra bindik arabaya gittik. Tabii çaya para vermedik. Yapıyorum öyle bazen. Arabayla giderken çat diye sapıyorum köylere… Toplayın diyorum köylüyü oyun oynayacağım. Çayı bedavaya getiriyorum.”

Seyirci sıkıntısı olmadığını, son on yılda oynadıkları oyunlarla tiyatrodan uzaklaşmış kesimin ayağını tekrar tiyatroya alıştırdıklarını söylüyor. Şuan da yeni bir oyunun hazırlığı içerisinde. Oyunun ismi “Az Sonra”. “Haberler mi kişileri meşhur ediyor, kişiler mi haberleri meşhur ediyor” üstüne yazılmış bir oyun. Oyunun sürpriz isi ise Deniz Akkaya’ymış.

Ali Bey’e 1970’lerde çekilen ve kendisinin de o dönemde çekmiş olduğu filmler olan erotik film furyasını soruyorum. “Daha cesur bir Türkiye’ydi. Türkiye’nin belkide cinselliğe korkmadan yaklaşabildiği bir dönem olarak görüyorum. 1970’lerden bahsediyoruz. Oynarken roldür farketmez. O dönemde çekilen filmler şimdi televizyonda ve internette dolaşan filmlerden çok daha masum. İsimleri gıcıklıyor tabii. Ama soyunmadan sevişme sahnelerinin çekildiği filmlerdi onlar… Bizim çektiğimiz filmlerin arasına avrupadan getirdikleri görüntüleri montajlaydılar. Söz veriyorlardı bu sefer yapmayacağız diye yine yapıyorlardı. İşin tadını kaçırmışlardı.” diyerek anlatıyor o dönemi. Tabii filmlerin isimlerini arka arkaya sıralayınca haliyle uzun süre güşüyoruz.

Muhabbetimiz keyifle akarken Ali Bey fotoğrafçımıza hagi gel mutfağa gidelim sana orada poz vereyim diyor. Masaya oturduğumuz anda keskin bir tavırla fotoğraf çektirmekten hoşlanmadığını ifade eden Ali Bey’den böyle bir teklif gelince fotoğrafçımız sevinçle hemen Ali Bey’in kadehini de eline alarak mutfağa doğru yöneliyor.

Mutfak çekiminden sonra muhabbet kaldığımız yerden devam ediyor ama ben bir taraftan da saatime bakıyorum. Gece yarısını geçtiğini görüyorum. Ali Bey’in sabah erken kalkıp yüzmeye gittiğini bildiğim için çok geç saatlere kadar tutmak istemiyorum.

Son olarak ne zaman âşık olduğunu soruyorum. “Aşığım hala sevgilim evde beni bekliyor.” diyince kalkma vaktinin geldiğini anlayıp, kadehimi son olarak Ali Bey’in keyifli muhabbetine kaldırıyorum. İstanbul gecelerinden mezesi muhabbet bir çilingir sofrası daha sona eriyor…