Cem Davran İle Çilingir Sofrası

cem davran

Zamanlama konusuna hassas biri olsam da, buluşma saatinde Maya Meyhane’de değildim. Biraz geç kalmıştım ama Cem Davran bunu hiç dert etmedi. Zaten Maya Meyhane’nin sahibi Uğur Bey eski dostu olduğu için gittiğimde onlar muhabbet halindeydi. Kısa bir tanışma faslından sonra bizim için hazırlanan masaya geçtik. Muhabbete rakıdan girdik. Meğer Cem Davran sağlam bir rakı içicisi imiş. Birkaç gün önce aldığı rakı içme adabını anlatan bir kitap varmış. Bana neden şerefe deriz biliyor musun diye sorup; “Rakı insanın alt benliğini ortaya çıkaran bir şeydir. Birazdan sırlarımızı özelimizi paylaşacağız. Burada kalacağına söz veriyoruz. Şerefe şeref sözüdür.” Diye anlatıveriyor. Bu durumda bana da kadehimi kaldırıp hoş geldin demek düşüyor.

Meğer iki sezondur oynadığı “Alevli Günler” oyunu da bir rakı sofrası sahnesiyle başlıyormuş. Şaman bir profesörün ve iki arkadaşının rakı sofrasında başlayan muhabbeti ile inanç özgürlüğünün altını çizen oyunun başlangıcında, Cem Davran bir kadeh rakıyı fondip yapıp, seyirciden alkışı toplayıveriyormuş. Buarada sordum oyunda süt ya da ayran değil gerçekten aslan sütü içiyormuş. İstanbul Halk Tiyatrosunda oynanan oyun 100.000 rakamını aşmış. Oyununu izlememiş olmaktan biraz utanıp, biraz konusunu anlatınca da merak etmeye başladığım “Alevli Günler” yeni sezonda bilet alacağım ilk oyun.

Şaman bir profesörü canlandıracağı için oyunu sahnelemeden önce Şamanizm ile ilgili ciddi bir araştırma yapmış Cem Davran. “Sahnede şaman ayini yapıyoruz. Bu yaptığımız araştırmalarda Şaman alkışı denen bir şey var. Oyunda üç arkadaş alıyor kadehleri ellerine, şök şök şök diyor. Şök erkek cinsel organı demek ama bereketi temsil ettiği için şök şök şök diyorlar. Bunlar bizim atalarımızın gelenekleri aslında. Mesela Erkan Can ile içerken şök şök şök deriz. Rakı içerken büyüklerine, küçüklerine, kırdıklarına hepsine iyi dileklerini belirtiyorlar. Sonuç olarak rakıyı o niyetle içiyorlar. Anlatmaya çalıştığım rakı içmek pozitif bir şey ve bende böyle içiyorum.” Diyerek oyunla bağlantılı rakının hayatındaki yerini anlatıyor.

47 yaşında olan Cem Davran rakı içtikten sonra hiç kötü olduğunu hatırlamadığını söylüyor. O’nun için çilingir sofrası iki lafın belini kırdığı ve kalkarken mutlaka ve mutlaka daha iyi olduğu birşeymiş. Arada arkadaşlarıyla Maya Meyhane’ye gelip, tek parmağı olmayan udcularının çaldığı parçalarla olanı olmayanı, gideni kalanı anarlarmış. Babasını kaybettikten sonra tüm görevlerini yerine getirmiş ve akşamına Asmalımescit’e gelmiş. Tüm dostlarını toplayıp ki; aralarında en son babasını kaybeden Cem Davranmış. Babalarına kadeh kaldırmışlar. O’nun için rakı sofrası hayatı paylaştığı bir alan.

Rakıyı bu kadar keyifle ve adabıyla içen biri olan Cem Davran’a ilk rakısını kiminle içtiğini soruyorum. “İlk rakımı dayımla 16 yaşında içtim. Dayım alem bilen, sofra bilen bir adamdır. Kumburgaz’da yazlıkları vardı. Oradayken yengem hadi bakalım sende artık delikanlısın rakı içebilirsin demişti. Büyük oğlumda ilk rakısını benle içti. Şimdi 19 yaşında. Dikkat ediyorum oğlum çok adabıyla içiyor. Armut dibine düşüyor. Benden almış bir şeyler.”diyor.

Cem Davran tam 12 yaşında çalışmaya başlamış. Emekliliğini hakkettiği için şu aralar emekli olup olmamayı düşünüyor. Ufakken babası yaz tatillerinde git gez toz dermiş ama O hep çalışmayı tercih etmiş. Kendini hep çalışırken hatırladığını söylüyor. Bunun yorucu da olduğunu itiraf ediyor. 26 yaşında evlenmiş. Ani ve seri kararlar verdiğini söylüyor. Öyle ki; evlenmeden 6 ay öncesine kadar 30 yaşına kadar evlenmeyi düşünmediğini söylüyormuş. Ama bir gece bir arkadaşının çağırması üzerine gittiği Kalamış’ta, aynı masada oturdukları arkadaşının kız kardeşi olan şimdi 21 yıllık eşi olan genç kızın daha uzaktan masaya doğru yürürken anlamış, evleneceği kız olduğunu. O sıralar hayatında olan ve aslında iyi de giden ilişkisini sonlandırmak üzere ertesi gün balerin sevgilisinin yanında almış soluğu ve ayrılmak istediğini başka biriyle evleneceğini söylemiş.

Hayatta zor olan şeylerin keyifli ve cazip bir tarafı da olduğuna inanıyor. Hayattan sürekli çalmaya çalışan bir tip olduğunu, rakı sofralarının hayatının en önemli kısımlarında olduğunu, bir şeyi çok uzun yapmayı sevdiğini ve bireyin yanlığına da inandığını söylüyor.

Hayatta en önem verdiği değeri soruyorum. “İyi olmaya çalışmaktan asla taviz verilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Sen iyi olmaya çalıştıkça mutlaka çok sağlam kökler salarsın hayata… Ben ünlü bir Cem olmasaydım da beş parasız, yiyerek, içerek hayatıma keyifle devam edebilirim. Hayatta insan biriktirmek denen bir şey var. Çok insan biriktirmişimdir. Çok az insan kırmışımdır. Onları da bilerek kırmamışımdır.” Diye cevaplıyor.

Tesadüflere inanıp inanmadığını merak ediyorum. “Hayat kesinlikle ve kessinlikte tesadüflerden ibaret. En azında hayatın köşelerini oluşturazn taşlar tesadüflerden ibaret. İyiki… Buradan saldım çayıra mevlam kayıra anlaşılmasın. Bu yüzden oyunculuğu çok seviyorum. Sanatın topluma rüya görmesini, hayal kurmasını sağladığına sonsuz inanıyorum. Bu hayat yanlızca sanatla anlaşılabilir. Bak gördün mü mevzuyu sanata nasıl bağladım?” diye cevaplayıp gülüyor.

Cem Davran’ın bir de elektrik mühendisliği diploması var. Sırf babası istediği için okumuş. Ama yine de her mühendiste olduğu kadar denge takıntısı olduğunu düşünüyorum. Onaylıyor.

Maya Meyhane’nin sokaktaki masalarından birinde oturuyoruz. Arada sokaktan geçenlere selam veriyor. Sohbet ediyor. Neredeyse selam verenlerin hepsi çocukluk arkadaşı ya da tanıdık esnaf. Malum doğma büyüme Kasımpaşalı. Hatta bir ara masamıza bir piyangocu uğruyor. Nasılsınız Cem Bey, iyi misiniz gibi resmi bir konuşma geçiyor. Cem Davran 5-6 tane oynanmış loto kuponunu alıyor. Sonra adam gidince eğilip bana, sana çok ilginç bir şey söyleyeceğim diyip, giden piyangocunun ilkokul arkadaşı olduğunu, başka insanların yanında sizli bizli konuştuklarını söylüyor.

Gerçekten mütevazi ve ünlü egosundan sıyrılmış biri ile röportaj yapmak her zaman nasip olan bir şey değil. Heleki bu insan daha onlu yaşlarındayken “Şöhret Cem” diye çağrılmaya başlanmış biriyse.

Saate baktığımızda yaklaşık üçbuçuk saattir yerimizden hiç kalkmadan, aralıksız muhabbet ettiğimizi farkediyorum. Ertesi gün sabah check-up yaptırmaya gideceğini bildiğimden daha fazla yormak istemiyorum. Bir saatten sonra rakıyı kesip çay içmek durumunda kalıyoruz. Malum tahlil yaptırmadan önce rakı içmek çok sağlıklı sonuçlar çıkarmayacaktır. Ama dediğine göre yanında yuvarlak dilimlenmiş patates kızartması varsa bir büyük şişeye kadar yolu varmış. Başka bir rakı sofrasında buluşmak için sözleşiyoruz.

Son olarak bundan sonraki süreçte, bu kadar uzun yıllar deneyimi olan Cem Davran’ın kariyer anlamında ne yapmayı planladığını soruyorum. “Ben bir 2 yıl önce televizyona biraz ara verip tiyatroya bir dönüş yaşadım. 2001 yılının sonunda şehir tiyatrolarında ayrılmıştım. Geçen yıl geri döndüm. Tiyatro yoğunluklu bir dönem geçti. Kısa bir dönem İzmir Çetesi dizinde bulundum. Tiyatronun yoğun olduğu, televizyonunda limitli bir şekilde devam etmeyi planlıyorum ve istiyorum. Televizyon öyle bir süreçki; benim için biraz sebze çorbası gibi. İçinde şov programları da var, diziler de , filmler de. Ama artık mercimekse, mercimek çorbası içmek istiyorum. Ispanaksa ıspanak ama içinde herşeyin olduğu sebze çorbası değil. Kariyerimi de böyle yürütmek istiyorum. İçinde bulunmak istediğim yüzlerce proje var. Muhtemelen hepsini gerçekleştirmeye ömrüm yetmeyecek. Yettiği kadar yürümek istiyorum. Yakın zamanda mutlaka bir sinema filmi yapacağım.

Yeni sezonda tiyatroda “Doğumgünü Partisi” oyununu çıkaracağız. Televizyona da duygusal aile komidisi tadında bir proje yapmayı düşünüyorum. Yaşamsal keyfim çok yerinde. Yakınımda olanlar biliyorlar ki; tiyatro hayatıma tekrar girince daha sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir adam oldum. Tanrı bana bir daha tiyatroya ara vermek gibi bir şey yaşatmasın. En  önemli projem ölene kadar tiyatronun hayatımda olması. Benim aktörlükle arama ancak Allah girer o da kapıyı çalarak girer. Kapıyı çalması da ölüm zaten. Televizyonda, sinema da hayatımda olacak tabii ama tiyatro olmazsa  çoğalamadığımı ve üstümdeki kabuklarımı atamadığımı düşünüyorum. Özdemir Asaf’ın söylediği gibi bir odamın eksik olduğunu hissediyorum. Dolayısıyla en büyük isteğim tiyatronun hep hayatımda olması. Kendi hayatımın başrolünde öleceğim onu biliyorum. Kendi hayatında yardımcı oyuncak olmak gibi bir durum vardır. Benim hayatımda durum böyle değil.”diye cevaplıyor son sorumu.

Genelde çilingir sofrası muhabbetlerimiz kalabalık geçer. Menajerler, eşler, gelip katılan dostlar. O sofraların tadı bambaşka olur. Ama Cem Davran ile çilingir soframız hepsinden başkaydı. Kalabalık değildik. Soframız iki kişilikti. Maskeler masanın altında saklı muhabbet ise derindi. Hani insanın bazen hiç çalışmak istemediği, sadece evinde yatıp uyumak istediği günler vardır ya. İşte röportajımız benim için öyle bir güne denk gelmişti. Ama bizim işimizde görevler bazen keyfe dönüşebiliyor. Cem Davran’ın rakı muhabbeti tüm samimiyetiyle, Cem abi olarak bana çok iyi geldi. Birbirini tanımayan insanlar bazen konuştuklarıyla hiç farkında olmadan bir damarınıza dokunur. İşte orada bir şey değişir. O farkında değildi ama bende bir şeyler değişti…