Dikkat Et Kaptırma! “Mustafa Altıoklar”

Şu sıralar onun ismini daha çok hekimlik sıfatı ile birlikte anıyoruz. Son bir aydır yaşanmakta olan Gezi Parkı olaylarında yaralılara verdiği sağlık hizmeti, sonrasında tüm bu olaylar ile ilgili yapmayı planladığı kolaj filmi, tabiki o uzun kır saçlılarının yanı sıra çok alışık olmadığımız hem doktorluk hem de yönetmenlik sıfatlarını tek koltuğa sığdırmış olma durumu Mustafa Altıoklar ’ı merak etmemiz için yeterli nedenlerdi.

Ama biz, göründüğünden öte gerçekten nasıl bir adam merak ettik. Öncelikle fotoğraflardan da göreceğiniz üzere; saçları artık kısa. Belki de birçok internet sitesinde hakkında olumsuz haber yapılmasına sebep, uzaktan bakınca aldatıcı olan ukala tavırlara kesinlikle sahip değil. İtiraf ettiği üzere kontrol altında tutmaya çalıştığı agresifliği paralelinde uyumlu, yapılan işe saygılı ve sanırım o artık biraz daha içindeki çocuğu bastırabilmiş, sorumlu bir kız babası!

Takdir edersiniz ki; yönetmeye alışmış birini yönetmeye çalışmak bizi biraz zorladı. Etimiz sade bir şekilde fırına girecekken, birden işin içine kırmızıbiberler, mantarlar girdi. İşin rengi değişti!

Yönelttiğim sorulara verdiği net cevaplar ve gülümsetmek için çok çaba sarf ettiğim kareler ile buyurun size sansürsüz Mustafa Altıoklar.

Röportaja gelmeden önce sizinle ilgili çıkan haberlere göz atarken; ekşi sözlükte yazılmış neredeyse olumlu bir yoruma rastlayamadım. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Bir deli kuyuya taş atar kırkı da bunu çıkartamaz. Evet var. Ekşi sözlüğün Türkiye’ye çıktığı günlerde benim hakkımda olumsuz düşünen üç, beş kişinin yazdığı yorumlardan sonra bir sürü psikolojisiyle arkadan yazı yazanlar da daha farklı bir şey yazmaksızın önündekini takip etmeye başlamışlar. Çünkü onlar aykırı bir şey söylerlerse ötekileşeceklerini düşünüyorlar.

Sinema bir noktasıyla taraf olmaktır. Taraf olmak da özgür olabilmekten geçer. Türkiye koşullarında özgür film yapabildiğinizi düşünüyor musunuz?

Sanat siyasettir zaten. Hayata karşı, kâinata karşı var olan her şeye veya var olmayan her şeye karşı siyasi duruştur. Son yaptığım Beyza’nın Kadınları filmi üzerinden 6 sene geçti. Çektiğim ufak tefek reklam filmlerin de bile ister istemez bir otokontrol sistemi oluyor. Ben kendimi çok kaptırmamaya çalışıyorum. Toplumumuzda her bir bireyin üstüne sinmiş endişe dalgası hâkim. Ve zaten uzun zamandır film çekmememin nedenlerinden bir tanesi de söylemek istediğim sözlerin, bana yatırım yapacak olan insanları endişelendirmesi… Ben doğru bildiklerimden müdana etmedim ve etmeye de niyetim yok.

[metaslider id=3583]

Türk Sinemasında var olan yönetmenlerin birçoğunun film yaparken; takıntılı oldukları noktalar olduğunu gözlemliyoruz. Yani filmlerinde ana unsur ya da yan unsur olarak bir şekilde takıldıkları noktaya vurgu yapmaları söz konusu. Sizin film yaparken, takıntılı olduğunuz bir nokta var mı?

Tek bir nokta yok ama farklı farklı takılı kalmış olduğum noktalar var. Tüm insanları ilgilendiren konulardan bir iki tanesine mutlaka bende takılıyorum. Filmlerin mutlaka bir alt metninin olması gerekiyor. Yani sabit olarak takıldığım bir mesele yok. Fakat arıza olarak gördüğüm, kabuğunu kaldırmak istediğim, kaşımak istediğim, izleyiciye aktarmak istediğim arızalarım var. Kabuk kaldırmak takıntısı değil ama her defasında kaldırmak istediğim bir kabuk olması meselesi…

Yönetmenlerin geneli için opsessiyonları olan insanlar diyebilir miyiz?

Doğrusu yönetmenin obsesif olması zaten olmazsa olmaz koşullarından bir tanesi. Hadi kamerayı şuraya koyalım da çekeyim yok. Sahneleri yaratırken sorular sormak lazım. Sadece şekilsel olarak değil, içeriksel anlamda da düşünmek, işin DNA’sını çıkarmak lazım.

Bir filmi, sanat filmi olarak çekmek diye bir şey var mı? Yani sanat filmi nasıl çekilir? Karar verilir ve uygulanır mı, film neticelendiğinde bu sanat filmi oldu mu denilir yoksa buna seyirci mi karar verir?

Bence sanat filmi diye kendi ismini koymuş filmler var. Ama onlar kendi koydukları isim. Aslında sanatla çoğunun uzaktan yakından alakası yok. Sanat filmi dediğimiz zaman, yani işin içine sanat girdiği zaman ben orada yüksek estetik değerler aramaya başlıyorum. Pek çok yönetmen de “benim aklımdan geçenler önemlidir başkası ne derse desin önemli değil” desturu ile hareket eder. Böyle diyen birinin de sanatla uzaktan yakından alakası yoktur. Eğer bir kategorizasyon yapma zorunluluğu varsa bu tür filmlere festival filmleri demek daha doğru geliyor. Bu da doğru tanımlama olmasa da, doğruya en yakın tanımlama diyebiliriz. Sadece teorik anlamda o familyaya uyan sosyal bir meselesi olan veya bireysel bir mesele taşıyan filmler aslında sanat filminden sayılıyor.

Türkiye’de sinema seyircisini hangi duyguya sokmak daha zor?

Kavramları yarıştırmak bence doğru değil. Güldürmek veya duygulandırmayı birbiriyle karşılaştırmak doğru değil. Ben ikisini de yapabildiğimi düşünüyorum. Düğün ile cenazeyi birada yaşayan bir toplumuz. Ağır Roman’dan, İstanbul Kanatlarımın Altında’ya, Beyza’nın Kadınları’ndan, O Şimdi Asker’e kadar her filmimde komedi ve dramı birlikte yaşatmaya çalıştım. Hayatın ta kendisi böyledir! Son 15 yılda yani İstanbul Kanatlarımın Altında ile başlayan nesilde; sadece somurtup duran ve toplumsal olaylardan yararlanılmış, entelektüel filmlerden ziyade, sokaktaki gerçek insanların hayatını anlatan filmlerin öne çıktığını gözlemleyebiliriz. Seyircinin bu tarz filmleri tercih ediyor olması, gişede başarılı olması son 15 yılda Türk toplumuna ilk defa sokaktaki insanı yansıtan filmlerin sunuluyor olmasına bağlayabiliriz.

Altına imzanızı attığınız bütün filmlerinizden bana geçen bir küf kokusu var. Seyirciye bir koku geçirebilmek zor olsa gerek…

Çok hoş bir kelime! Ben bu küf kelimesini bir kompliman olarak alıyorum. Sinema görsel ve işitsel bir alan. Sinema perdesinde bununla yetiniyoruz. Filmin kokusunun seyirciye geçmesi için filmin içerisine çaktırmadan minik dokunuşlar veririm ve bunlara da çok önem veririm. İnsanların en son kaybettiği şey koku duygusudur. Filmi çektiğim mekânı filmin karakterlerinden biri gibi kullanmayı çok önemserim.

Çapkın birimisiniz?

Öyle derler. Güzel akıllı kadınları severim. Çapkınlık güzel bir şey ama bir ilişki içerinde benim için sadakat kavramı çok önemlidir. Bir ilişkide hem benim eşime karşı olan sadakatim hem de onun bana karşı verdiği sadakat önemsediklerim arasında ilk üçe girer.

Sizin için sadakatin bittiği nokta neresi?

Bir erkeğin yanındaki kadın bir başkasını etkileyebilir ama bu durumla karşılaştığımızda tüylerimiz diken diken oluyor. Ahlak beyinde başlar. Benim için kadınımın bana geçirdiği enerji önemlidir. Yani sadakati, enerjisinde ararım. Yanlış görmüş olabilirim. Onun bana söylediklerine ve beden diline bakarak karar vermeye çalışırım. İtiraf etmeliyim; ruhumda bir Karadeniz damarı da esiyor!

Doktorluktan yönetmeliğe geçmek diye bir şey var mı? Yani doktorluk terk edilebilir bir meslek mi?

Ben 24 yıl kesintisiz olarak doktorluk yaptım. 1984 yılında tıp fakültesinden mezun oldum. 11 yıl boyunca devlete kesintisiz hizmet verdim. Sonrasında akademisyen olarak devam ettim. İstanbul Kanatlarımın Altında’yı çektikten sonra yoğun bir ilgi ile karşılaştım ve günde 12 saat doktorluğa devam edemeyeceğimi anladım. Doktorluk, çocukluk aşkımdı. 1996 yılından itibaren günde 2 saat part – time olarak hekimlik yapmaya devam ettim. 2,5 sene önce tamamen bırakmıştım ama doktorluktan emekli olunmuyor. Gezi Parkı olayları oldu ve orada yaralanan çocuklara sağlık hizmeti vermeye çalıştım. Bir müesseseden emekli olursun, bir meslekten emekli olamazsın.

Şöhretle birlikte yürütmeye çalıştığınız hekimlik durumundan kaynaklı, hastalarınızla ilginç diyaloglar yaşadınız mı?

Gelen şöhretle beraber mesleğim olan doktorluğu parlatsın diye hiç aklımdan geçirmedim mümkün olduğunca gizli tutmaya çalıştım. Eskiden beri beni takip eden hastalarım vardı, onlar gelmeye çalıştılar. Hastaneye tedavi için gelip, beni karşılarında gördükleri zaman şaşıranlarda oldu. Benim ünlü olduğumu bile bile gelen hiçbir hastam olmadı.

Sağlık alanında devam eden araştırmalarınız var mı?

Dikkatimi çeken iki konu var. Biri “burn-out” sendromu. Yani şimdiki popüler adıyla tükenmişlik sendromu. Büyük şehirlerde yaşayan, eğitim seviyesi yüksek olan yerlerde, fazla stresle baş edememekle beraber gelen hayal kırıklığı olan, aslında depresyon diye karıştırılan ama farklı pek çok özellikleri taşıyan ve gittikçe yaygınlaşan bir sendrom. Tükenmişlik sendorumundan nasıl kurtulunur, bunu nasıl tedavi ederiz bunun üzerine yoğunlaştım ve çalışıyorum. Hem kendim için hem de başkaları için üzerinde çalıştığım bir diğer konu da “hangover “ hastalığı.

Uzun zamandır film çekmiyorsunuz, yeni projeleriniz var mı?

Var olmaz mı, elimde 7 tane bitmiş senaryo var. Bir kısmı korkulardan dolayı yapılamayan senaryolar, bir kısmı bütçesi çok olan senaryolar. 2 – 3 tanesi aslında hem alt metni olan hem de üretimi zor olmayan senaryolar. Bunları bu yaz yapmak planındaydık hatta bir tanesini bu aralar yapacağız diye planlamıştık ama Gezi Parkı olaylarından dolayı erteledik. Sonbahara kaldı gibi gözüküyor.

Setlerde ki çalışma koşulları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Rezalet, skandal! Televizyon yöneticilerinin daha fazla para kazanmak için uyguladıkları bir sistem. Para kazanma hırsının dayatmış olduğu kötü kalplilik durumu yani.

Gezi Parkı olaylarıyla ilgili bir film çekeceğiniz konuşuluyor. Biraz bahseder misiniz?

Birçok insan kameralarıyla, fotoğraf makineleriyle, cep telefonlarıyla pek çok çekim yaptı. Bu çekimleri kendi ellerindeki imkânlarla yaptılar. Bu çekimleri yapan arkadaşlar 5 veya 10’ar dakikalık kısa metrajlı filmleri üretsinler ve emek veren herkes yaparken kendi adlarını da yazsın istiyorum. Herkes yaptığı kısa metraj filmini bana göndersin. Gönderilmişlerin arasından 120 dakikayı geçmeyecek kaç tane film bu kolaj filmde yer alacaksa, o filmlerin ortak bağlantılarının olduğunu, basit bağlaçlar koyarak toplamda bir film ortaya çıkarmak istiyorum. Benim filmim değil sadece hepimizin yaptığı kolaj çalışma olacak. Gündemin yoğunluğu yüzünden tam anlamıyla bir bilgi sunamadım. Bu konu hakkında hala düşünüyorum. Ama bende sağlam bilgilerle gerçekten bir film yapmak istiyorum.

Gezi Parkı olaylarında sizi en çok etkileyen kare neydi?

O kadar güzel kareler yakalandı ki… Bunlardan bir tanesi kırmızı elbiseli kadın, barikatların üzerinde bayrak sallayan delikanlı, İzmir Kordon’daki kızın saçından tutulup sürüklenmesi, Ethem’in (Sarısülük) vurulma anı, tekerlikli sandalyedeki çocuğumuza TOMA’ların su sıkması. Görmediğimiz daha ne çok kareler vardır. İşte bütün bunları tarihe yerleştirmek için kolaj bir film yapmayı istiyorum. Yapılan bu filmin asla gelirini kendime almayacağım. Ben gelirimi nereye kullanacağımı açıkça ilan etim. Televizyon gelirini Halk TV’ye, gişe gelirlerini olduğu gibi Taksim Dayanışma’ya bırakmak üzere yapacağım bir çalışma olacak. Aynı sözü bir kere daha buradan vermek isterim.

Mutfakla aranız nasıl?

Yemek yapmayı seviyorum. Kızım bana yemek yaparken asistanlık yapar. Öğrencilik dönemlerimde menemen ve makarna yaparak başladım. Aslında beyin durmuyor ama yemek yaparken odaklandığınız için her şeyi unutabiliyorsunuz. Tüm konsantrasyonumu yemeğe verebiliyorum. Yoksa 4-5 şeyi bir anda yapabiliyorum yani farklı zihinleri koşturabiliyorum. Ama yemek yaparken bunların hepsinden çıkabiliyorum. Her şeyimi yemeğe yönelttiğim zaman bir rahatlama yaşıyorum. Aslında benim için yemek yapmak bir terapi.

İstanbul kanatlarınızın altındaysa, İstanbul’da en çok nereye konmayı seviyor o kanatlar?

Ben konmadan uçmayı seviyorum. Ara sıra bir benzin alıp, tekrardan havalanmayı seviyorum. Marmara köşesinden Rumeli köşesine kadar pek çok sevdiğim istasyonum var. Ama illaki Boğaz!

İstanbul’u hiç görmemiş biri size İstanbul’u sorsa, tek cümle ile nasıl anlatırdınız?

Dikkat et kaptırma!

Türkiye’de işlerini beğendiğiniz yönetmenler ve aktörler var mı?

Bu soruya cevap vermek istemiyorum. Yani çok beğenmeme rağmen ismini unutmuş oluyorum ya da birisi gereksiz yere çok fazla pay çıkartıyor. Ayrıca dönem dönem bu beğenilerim değişiyor.

SPOT:

  • Gelen şöhretle beraber mesleğim olan doktorluğu parlatsın diye hiç aklımdan geçirmedim mümkün olduğunca gizli tutmaya çalıştım.
  • Yönetmenin obsesif olması zaten olmazsa olmaz koşullarından bir tanesi.
  • Yemek yapmak benim için bir terapi.
  • Bir müesseseden emekli olursun, bir meslekten emekli olamazsın.
  • Evet çapkınım. Güzel ve akıllı kadınları severim!