Mehtap Bayrı ‘İstanbul’a Bir Bavul Ve Bir Kedi İle Geldim!’

İstanbul’a sonbaharın en güzel geldiği yerlerden biri olan Anadolu Yakası sahilinde, uzun uzun, keyifle geçirdiğimiz bir günün ardından, şahane bir kadın tanımanın verdiği mutlulukla ayrılırken; sayfalarımıza düşen samimi bir sohbet ve günün en güzel ışıklarında Mehtap Bayrı ’nın enerjisini sığdırmaya çalıştığımız kareler oldu.

Hayat nasıl gidiyor bu aralar?

Bu aralar pek gitmiyor. Son dönemde ülkede yaşanan olaylar hepimizin psikolojisini bozdu. Kendi dertlerimiz ikinci plana düştü. Her şey anlamını yitirdi. Tabii ki hayat devam ediyor. Biz de kendimize düşeni yaparak, yaşamaya çalışıyoruz.

Yaşadığın topraklar açısından hayat gitmiyor yani.

Gitmiyor. Şuan bütüne baktığımda; bireyin gitse de çok önemli değil.

IMG_0201

Giden yeri neresi?

Giden yeri; bak, buluştuk. Hayata küçük küçük molalar veriyoruz. Onun dışında iş devam ediyor. Giden kısmı o. Ruh kısmında evet giden bir şey yok ya da ite kaka ilerliyor. Bir de işlerim yolunda gidiyor. Kertenkele devam ediyor. Beşinci sezona girdiğimiz bir tiyatro oyunumuz var; “Benimle delirir misin?” devam ediyor. İki kişilik, kadın erkek ilişkilerini anlatan bir komedi. Beş yıldır kadın-erkek ilişkisini mizah diliyle anlatıyoruz. Oyun seyirciyle çok iyi buluştu. Bunun yurt dışı ve Avrupa turneleri oluyor. Ekim itibariyle beşinci sezon turnelerimiz tekrar başlıyor. Bir de filmimiz vizyona girecek. Bir Türkan Şoray Filmi!

Mehtap Bayrı, en çok kendine nereden yükleniyor?

İnsanın kendini anlatması çok zor. Benim için aşk, en önemli duygulardan biri. En başta gelen… Ama bu sadece bir erkeğe duyduğum aşk değil, doğaya duyduğum, hayvana duyduğum aşk. Her şeyi aşka yaptığımda coşkum, yaşama sevincim artıyor ve bütün doğayı, dünyayı sarmak sarmalamak istiyorum. Doğayı çok fazla seviyorum. Erkekleri de seviyorum haha.

En baştan başlayalım. Hayatın nerede başladı, nerede şekillendi? Kendini tanımaya başladığın zaman itibariyle nasıl bir kadınla karşılaştın içinde? Ya da nasıl bir kızla karşılaştın ve bu nasıl bir kadına dönüştü?

Yatılı okulda okudum ve yatılı okumak bir yanıyla çok zor, bir yanıyla çok kolay. Benim için çok da kolay bir süreç olmadı. Romantik yapımdan, hülyalı kafamdan falan da kaynaklı.

IMG_0204

Ailen İstanbul’da mı yaşıyordu o dönem?

Yok. Düzce’de yaşıyorlardı. Ben burada yatılı okudum.

Yatılı okulda okumak hayatında neyi değiştirdi?

Bir sürü kız çocuğu birarada yaşıyorduk. Onlarla hala görüşüyor olmak çok güzel. Onların yerine koyabileceğim biri yok hayatımda çünkü onlar çocukluğuma, gençliğime şahit. Tabii yatılı okulda okumak enteresan bir deneyim, bazı taraflarıyla da acı verici. Mesela karanlık fobim yatılı okulda oluştu. Yıllar sonra yenebildim. Birgün duşa girdim ve arkadaşlarıma ne olursa olsun eğer elektrik kesilirse geleceksiniz dedim. Ve ben duştayken elektrik kesildi. Kafeste kalmış kuş gibi kendimi çırıl çıplak, çığlık atarak  oradan oraya attım. İnanılmaz bir fobi. Sonra hemen üzerime bir şeyler bulup, hastanaye falan götürmüşlerdi.

Nasıl yendin bu fobini?

Bugün açıldım, hadi bunu da anlatayım. Bir aşk yaşıyordum. Bir aşk için şehri terk ettim. “Al senin olsun” dedim. Şehir ya bana kalacaktı, ya ona. Eskişehir’i ona bıraktım, Kaş’a gittim. Bu fobiyi de halledeceğim dedim. Bir gittim, Kaş’ta fırtına! Kaş yıllardır böyle bir şey yaşamamış. Kendi kendime bir teknik ürettim. Her gün mum yakıyordum. Önce 6 tane ile başladım. Sonraki gün 5, sonra 4… En sonunda mum yakmayıp, dışarıdan gelen ışık ile durdum. Büyük ölçüde de fobimi yenmiş oldum.

Konservatuara gitmek bilinçli yaptığın bir tercih miydi?

Bilinçli yaptığım, tek tercihimdi. Oyuncu olmasaydım herhalde psikoloji okurdum. Temeli insan olduğu için… İyi ki tiyatro okumayı tercih etmişim. O anlamda çok şanslıyım.

IMG_0208

Mesleğine nereden başladın? Tiyatro yaparak mı?

Tiyatroyla devam etmek istedim. Mesela konservatuarda kalıp hoca olmak istiyordum. Sonra Eskişehir’i terkedince bir bavul ve bir kediyle İstanbul’a geldim. Hiç kimseyi tanımıyordum. Zaten Eskişehir’de okumuşsun. Okul döneminde de o kadar kapalısın ki. Özel televizyonlar daha yeni yeniydi. Piyasadan tanıdığımız hiç kimse yoktu. Savaşçı bir ruhla geldim İstanbul’a. Dublaj yaparak harçlığımı çıkarttım. Sonra Erkan Petekkaya ile birlikte kamera şakası program yaptık. Kimse hatırlamaz, TGRT’deydi. Yani umarım kimse hatırlamaz. Bana çok zor gelmişti. Gidiyorsun insanlara şaka yapıyorsun, inanıyorlar sana… Sonra “çok özür dilerim şakaydı” diyorsun. Bana zor gelmişti ama para kazanmak zorundaydım. Sonra Osman Sınav ile yollarımız kesişti.

Sonra Deli Yürek dizisi geldi değil mi?

Evet. Şimdi baktığımda, bugün olan sosyal medya, o yıllarda olsaydı eğer çok daha farklı olurdu.

Fenomendiniz.

Öyle böyle değil. Çünkü Deli Yürek dizisi hala insanların ezberinde olan bir iş. Aradan kaç yıl geçti, hala Anadolu’ya gittiğimde insanlar, “Deli Yürek’in kardeşi Nazlı” diyorlar. Ekmek Teknesi de öyle bir işti.

Gün, sosyal medya ünlülerinin günü. Sanal alem ve ahalisi hakkında ne düşünüyorsun?

Evet, sosyal medya çok güçlü. Ben de ucundan kıyısından kullanıyorum. Biraz daha mektup kadınıyım. Dokunmayı, dokunabilmeyi seviyorum. Bir insanla gözgöze gelmeyi, bir teyzeye sarılabilmeyii seviyorum. Adı üstünde; sanal. Dokunamıyorum, dokunamıyorsun. Bu yüzyılda sanal dünya çok etkili ama sanırım ben hala tam anlamıyla oranın insanı olmadım.

IMG_0218

Bir taraftan “Benimle Delirir misin” isimli tiyatro oyunun devam ediyor. Türkiye’de sadece tiyatro yaparak hayatını devam ettirebilmek mümkün mü?

Tiyatro er meydanıdır. Uzun süre geçtikten sonra Asuman Dabak’ın beni itmesi ile kendimi tekrar tiyatro sahnesinde bulduğumda heyecandan ölecektim. Tiyatroda seyircinin, bakışından, alkışından, kahkahasından beslenirsin. Kazanç kısmı ise hangi kurumda olduğunuza göre değişir. Ama genel olarak sadece tiyatro yaparak, hayatını rahatça sürdürebilmek çok da mümkün değil. Tiyatroda çok da müthiş paralar dönmüyor.

Uzaklarda Arama” kaçıncı sinema filmin oldu? Film hakkında neler söylemek istersin?

Sayısını hatırlamıyorum ama “Filler ve Çimenler” filmi ile başladım. Uzaklarda Arama, bir Türkan Şoray filmi. Türkan Şoray yönetmen koltuğuna oturdu ve ben de o projenin içerisindeyim. Kendimi şanslı hissediyorum. Çok rahat çalıştığımız, huzurlu bir set ortamında, çok sıcak, samimi bir iş çıktığına inanıyorum. Filmin bitmiş halini ben de izlemedim. Ben de son halini çok merak ediyorum. Senaryosunu Onur Ünlü yazdı. Zamansız ve mekansız bir film oldu. Filmde oynadığım Neriman karakteri, bugüne kadar oynadığım karakterler içinde, çok severek oynadığım karakterlerden biri oldu. Neriman rolü, Türkan Hanım ile birlikte şekillendi. Oyuncu olarak kendimi Türkan Hanım’a teslim ettim. Çekimler yaklaşık 8 hafta sürdü ve ben İstanbul’a hiç gelmedim. Atmosferi hiç değiştirmedim. Nasıl zamansız ve mekansız bir filme geldiysem, bende de zaman ve mekan durdu. Takvime bile bakmadım. Türkan Hanım öyle bir ruha sahip ki; bağımlılık yaratıyor. Kendisine de söyledim. Müthiş bir aurası var, çevresinde olmak istiyorsun. Tam tariff edemiyorum ama çok güzel bir masalın içerisine girdik. Türkiye’nin Sultanı’nın, Yeşilçam’ın muhteşem kadınının ruhunun yansıdığı çok özel bir iş oldu. Türkan Hanım 6 film çeksin, altısının da içinde olmak isterim.

Kitap okur musun? Bize tavsiye edebileceğin üç kitap var mı mesela?

Oğuz Atay hiç vazgeçemediğim yazarlardan biridir. Edip Cansever’e bayılırım. Cemal Süreya’ya vurgunum. Jean Genet. Ahmet Sami mesela… Yusuf Atılgan. Hastayımdır. Hepsi dönüp dönüp, tekrar, yeniden tanıştığım yazarlar.

Yazdığını konuşmuştuk, ne yazıyorsun?

Aslında ne, ben de bilmiyorum. Çok insanla da paylaşmıyorum. Kimi okuduğunda şiir diyor, kimi bir cümlen bile bir romanın özeti gibi diyor. Ben de duygularımın dışavurumu gibi tanımlıyorum. Yaşadığım, hissettiklerimin dışavurumu olarak tanımlıyorum. Bunlar bir gün çıkacak mı bilmiyorum. İstiyorum, planlarım arasında. Belki sil baştan, sıfır bir şey başlayacak; roman, hikaye gibi. Yapacağım inşallah. Zamanı gelince olacak. Bir kadının çığlığı gibi.

IMG_0226

Kadın hikayesi yani.

Kadın hikayesi değil daha ziyade; aşktan vurgun yemiş bir çok kadının yaşadığı duygulara tercüman olacak bir şey diyebiliriz.

Bir gün Türkan Şoray gibi arka tarafa geçip, yönetmen koltuğuna oturmak gibi bir hayalin var mı?

Öyle bir terazide zaten duramam. Herkesin bir hikayesi var. Benim de var. Her kadının, her erkeğin. Şuaralar oyuncu kısmında olmak daha mutlu ediyor. Yarın ne düşünürüm gerçekten bilmiyorum.

O zaman biraz da İstanbul’dan konuşalım.

Mesela Samatya’yı çok seviyorum. Bu şehri yürüyerek gezmeyi seviyorum. Kendimi bildim bileli yürüyorum. Özellikle Pazar sabahları çok erken saatte, insanlar Cumartesi gecesinin telaşını yaşamaya devam ediyorken yürümeye bayılıyorum. Her mevsim ama. Kışın da yürümeyi çok severim. Eskiden Beyoğlu hastasıydım. Galata’yı severim. Ondan sonra Prens Adaları, Anadolu Yakası Boğaz hattını çok seviyorum. Zaten uzunca bir sure Boğaz’da oturdum. Anadolu Hisarı’na ya da Kanlıca’ya giderken kayalarda pembe çiçekler açar, hep onlardan toplarım. Bisikletle dolaşmayı çok seviyorum.

Gündelik hayatta bir yerden bir yere ulaşırken bisikleti tercih edebiliyor musun?

Keşke tercih edebilsem ama trafiğe güvenemiyorum. O yüzden cesaret edemiyorum. Daha ziyade sahilde kullanıyorum.

İstanbul’da yeme-içme alanında özellikle tercih ettiğin yerler var mı?

Benim evim. Evde müthiş kahvaltı hazırlıyorum. Şimdilerde pek yapmıyorum. Parti kadınıyımdır. Arkadaşlarımı eve toplamayı çok severim. İnsanları buluşturmayı, tanıştırmayı, kaynaştırmayı çok seviyorum. İstanbul’a gelince; yeni yerler keşfetmeyi seviyorum. Benim için lezzetle, sohbet doğru orantılıdır. Bu yüzden işletmenin ve işletmedekilerin enerjisi benim için önemli.

İstanbul’da aşk acını yaşadığın bir yer var mı?

Her semt.

Senin İstabul’u özetleyen cümle ne?

İstanbul duvağını takmış, öpülmeyi bekleyen bir gelin gibi.

Sence İstanbul’da gün en güzel nerede batıyor?

Gönlümde.