Sky Fsh Restoran’da Hayko Cepkin İle Keyifli Sohbet

Hayko Cepkin sevenler ve sevmeyenler. Yani arası yok. O ya çok seviliyor ya da hiç sevilmiyor. Yaptığı müzik, görüntüsü, tepkileri, konuşmaları, tavırları gayet net ve keskin hatlara sahip. Sağdan mı gitsem, soldan mı diye hiç düşünmüyor. O an ne düşünüyor, ne hissediyorsa öyle… Haliyle çilingir soframızda ağırlarken kendisiyle elektriğimiz ya tutacaktı ve ortaya samimi, gerçek bir sohbet çıkacaktı ya da yavan ve temel sorulardan oluşan bir röportaj yapıp masadan ayrılacaktım. İlki oldu. Biz Hayko’yu çok sevdik. Geldiği ilk andan itibaren elektriği sohbete giriş aşamasının kasıntılı ortamından uzaklaştırdı. Elinde motorunun kaskı, tam saatinde buluşacağımız Sky Fsh Restaurant’taydı. Tam sohbetimize başlayacaktık ki; masaya bir ziyaretçimiz oldu. Meğer Hayko’nun paraşütle atlayış yaptığı yerden tanıdığı biriymiş. Haliyle konuya on yıl önce başlayan paraşütle atlayış macerası ile giriş yaptık…1

On yıl önce merak sarmış paraşüt ile atlayış yapmaya ama kısmet olmamış. Ta ki geçen sene Foça konserinde İzmir’deki atlayış kurumu müdürünün oğlu olan hayranının ısrarla “hadi gel seni de götürelim” demesine kadar. Tamam, sen git ben yarın geleceğim deyip göndermiş Hayko hayranını ama kurumda dedikodular başlamış “hayatta gelmez” diye. Derken, ertesi gün olmuş ve gitmiş Hayko. Bir güzel atlamış, almış havada mutlu olmanın hazzını ve bir hafta sonra, on gün süren eğitime katılmış. Kabiliyeti ile dördüncü atlayışında serbest kalmış. Şu an A lisansı var. 16 kez daha atlarsa B lisansını alacak. Free Style atlayış yapıyor. Havadan kendini aşağıya bırakma duygusunu anlatamam yaşamanız lazım diyor. Korkup korkmadığını soruyorum.“Ne yaparsan yap korkuyorsun. Hatta atladıkça daha çok korkuyorsun çünkü başına gelebileceklerden daha fazla haberdar olmaya başlıyorsun. Sonuçta 4000 metreden hiç paraşüt açmadan aşağıya inme süren 72 saniye” diyor. Paraşütle atlamak cesaret işi… Gerçi dışarıdan bakıldığında da cesur bir adam imajı çiziyor. Hayko’nun şimdiye kadar en cesur davrandığı ya da cesaret etmekten korktuğu şeyi soruyorum. Önce gülüyor. Evlenmek ve çocuk yapmak benim için cesaret isteyen bir şey, diyor. Tabii bu ülkede yaptığım müziği hayata geçirmek ve devamını getirebilmek de bir cesaret işi diye ekliyor. En başta da belirttiğim gibi O’nu ya çok seviyorlar ya da hiç sevmiyorlar. Nedir bu durum diye sorduğumda; “Zaten ortada olmak istemem, karar versinler. Beni ya sevsinler ya hiç sevmesinler” diye cevap veriyor. Hayko’yu sevenler gerçekten çok seviyor. Adına açılmış tam 135 tane Facebook hesabı var. Internette üye sayısı 500 – 600 bine yakın. Yani yaklaşık bir milyon kişi takip ediyor. Twitter’da 37 – 38 bin takipçisi var. Bu arada buradan söyleyelim kişisel Facebook hesabı kullanmıyor…6

Hayko’nun 21 kişilik geniş bir ekibi var. Ama demokrasi ile işlerin yürümeyeceğini ve kararlarını kendisinin verdiğini söylüyor. Sizce oraya gidelim mi diye sorsam her kafadan bir ses çıkar işler böyle yürümez diyor. Sahnede kullandığı tüm aparatlar kendi fikri ve özel ürettiriyor. Önce düşünüyor, çiziyor, devreye elektrikçisi son olarak da Maslak Sanayi Sitesi’nde, Sanatçılar Sokağı’ndaki birlikte çalıştığı ustalar giriyor. Ortaya da sahnede kullandığı orijinal aparatlar çıkıyor. Mesela sahnede kullandığı boya fışkırtan mikrofon sehpasının dünyada örneği yok. Zaten kendisinin tasarladığı tüm ürünlerin patenti de elinde.

Sahnedeki duruşu ile gündelik hayattaki hali ve tavrı arasında çok fark var. Tabiî ki normal olanı bu ama sahnedeki sert Hayko Cepkin’i görünce gündelik hayatında da sert mizaçlı biri ile karşılaşmayı bekliyorsunuz. Birde gündelik hayatında sahnedeki egodan eser yok. Bu konu ile ilgili konuşmaya başlayınca Hayko; “Neyin nasıl bir etki bıraktığını biliyorum. 13 sene başkalarına çaldım. Projelerin nasıl hayata geçip, nasıl yükselip, nasıl düştüğünü gördüm. Gaza geldiğim dönemler oldu. Gittiğimiz otelin yatağını beğenmez olduk. Düşün bu arada ben başka birinin klavyecisiyim. Sonra… Sonra o koca koca, çok konuşulan projelerin kazan dibini gördüm. Oturup düşündüm. Sekiz ay önceki halimize bak bir de şimdiki halimize dedim. Hiçbir şeyin garantisi yok. Artık neyin nasıl bir etki bıraktığını biliyorum. Gaza geldim arkadaş kafam yok. İyi şeyler olduğunda da çok sevinmem. Cevabım sadece güzeeeel olur. Sahne kısmına gelince; oranın sahne olduğunu, kendi tiyatrosunun yaşaması gerektiğini

düşünüyorum. Sahnede “arkadaşlar yapmayalım, biraz kenarda duralım lütfen” demem. “Rahat durun ulan” derim.  Sahne ile gerçek hayatı karıştırmamak lazım. Mesele bizim ülkemizde adam mafya babasını oynuyorsa kendini öyle zannetmeye başlıyor. Bu hastalıklı bir durum. Kime ne ayriyeten benim nasıl bir adam olduğumdan. Biz bir müzik yaptık, onu beğendin ya da bu adamlar patırtı yapıyorlar dedin. Onun dışında evimde röpteşambır mı giyiyorum vs. sanane… Yolda laf atıyorlar. Dönüp canına okuyorum, o gün onun eve o mesut haliyle dönmesine de izin vermiyorum. Ben öfkeli biriyim, doğam böyle, genetiğim böyle. Baba tarafı Yozgatlı. Kaos bir durum var, aksiyonu olan bir sülalem var. Ben bu duruma bayılıyorum, seviyorum. ” diyip3

hafiften tîye alarak anlatıyor yaşamının iki ayrı yüzünü. Bazı hayranlarının, Hayko’nun kendileri ile çok ilgilenmediklerinden yakındıklarından bahsediyorum. “Benim ilgim sahnemde belli olur. Sahnem için bir dünya yatırım yapıyorum. Bu onları ne kadar çok önemsediğim anlamına gelir. Yaptığım işi rutine bağlayabilirim. Çalarım, inerim sahneden, paramı sayarım, bankaya yatırırım, yatırım yaparım. Benim hala bir evim yok. Neredeyse kazandığım tüm parayı işime yatırıyorum. Umurumda mı ne gerek var? Yok, boya fışkırtan mikrofon sehpası, yok lazerler ne gerek var? Çalarım, söylerim şarkımı inerim aşağıya ama ben işime de beni dinleyenlere de önem veriyorum.” Diyor. Hayko Cepkin, Ermeni kökenli.

 

Müzik ile haşır neşir olmaya da kilise korosunda başlamış; 9 sene kilise korosun söylemiş. Hala Pazar günleri kiliseye gidip gitmediğini soruyorum. Gülüyor… “Hiçbir zaman kiliseye gitmeyi seven biri olmadım. Koroda şarkı söylerken elimde topumla gider kilisenin bahçesinde top oynar öyle girerdim kiliseye sonra çıkınca yine top oynardım. Papaz kızardı oynamayın diye ama biz yine de oynardık” diyor. O zamanlar babasının zoruyla gittiği kilise korosu sonradan klasik müziği sevmesine neden olmuş. Aslında Hayko Cepkin tiyatrocu olmak için yola çıkmış. Mimar Sinan Üniversitesi’nde iki sene okumuş. Sonra bölümünden mezun olanlarla konuşup, mezun olmanın zorluğunu ve mezun olduktan sonra O’nu bekleyenleri ölçmüş biçmiş, ben ölürüm, yapamam deyip, okulu bırakmaya karar vermiş. Okulu bırakınca Timur Selçuk’tan şan dersleri almaya başlamış ardından Akademi İstanbul’da piyano ve grup çalışmaları yapmış. Hayko’nun tabiriyle; “Kilise, Mimar Sinan, biraz Timur Selçuk’tan Türk makamları, Akademi İstanbul’da piyano ve grup çalışmaları. Her yerden bir parça derken artık kendi işimi yapmaya başladım. Daha iyi oldu. Karma… Ondan, bundan, şundan… Ne oldu? Mezopotamya. Humuslu toprak.” Hayko’nun sol koluna yeni yaptırdığı Yakuza dövmesi hala tamamlanmamış. Dövmelerinden hiç sıkılmıyor musun diyorum. Sıkılmazsın, yenisi gelir, bu bir hastalık diyor. İlk dövmesini 18 yaş hediyesi olarak

yaptırmış. Dövmelerini tam 9 sene ailesinden saklamış. O zamanlar dövmeleri tam t-shirt hizasındaymış. Bir gün bir müzik kanalında, Demir Demirkan ile Yeni Melek’te yaptıkları sahneden görüntüler gösteriyorlar. Hayko’nun görüntüsünü dondurup; bu müzisyenin

adını biliyorsanız posta kodu bilmem neye gönderin, bilmem ne konserine bilet kazanın derken babası televizyonda görüyor. Sonra Hayko’yu arayıp “sen misin lan bu?” diye soruyor. Hayko evet deyince kurtuluyor dövmelerini saklamaktan.

Baban sert biraz sanki diyorum. “Sert bi adamdı. Bana bir fiskesi yoktu ama babadan korkulur yani… Müzisyenlik yolunda ilerliyorum, babam sinir oluyor. Bana git dedi. Uyuz oluyor. Gidiyorum dedim, gittim. Bir taraftan okullara gitmeye çalışıyorum. Bir taraftan evim var. Ama ev değil kömürlük… 2,5 sene bu böyle sürdü. Bu arada babamla hiç konuşmuyoruz. Bir gün denk geldik, konusu açıldı. Bak baba, Ben gerçekten bu olaya kafayı taktım ve yapacağım dedim. Sürüneceksin falan filan dedi. Başarısız olabilirim. İyi bir müzisyen miyim onu bile bilmiyorum. Sadece eğitimini alıyorum dedim. Samimi bir konuşma yaptım. Belki iyi bir müzisyenim, devam ederim ama belki de değilimdir hiçbir şey yapamayacağım dedim. Ama o zaman sen bana kızgın olacaksın, geri dönemeyeceğim dedim. Başarısız olursam büyük ihtimalle çöpçü olurum, sen bana çok kızarsın çöpçü olursam ama unutma çöpçü de olmazsa mahalleni b… götürür ona da ihtiyaç var dedim. Kaldı… En kötü çöpçü olursam da mahallene faydam olur dedim. O zaman sular biraz duruldu” diyerek anlatıyor babası ile olan ilişkisini. Kendisine yöneltilen eleştiriler hakkında ne düşündüğünü, kimi ne kadar ciddiye aldığını soruyorum. “Tarlabaşı’nda, içinde bir ikiz yatak, dökük bir müzik seti ve bir kedi olan 14–15 metrekarelik bir evde yaşadım. Ben yaşadım o günleri. O yüzden kimsenin eleştirisini kabul etmiyorum. Yani böyle şeyler yaşamamış olsaydım tepkim “bana ne diyorsunuz” olabilirdi. Ama şimdi “ne var lan” diyebiliyorum. Biri bana bir şey söylesin, altı dolu çıksın, tamam.hyko

Senin yaptığın sanat değil ki diyor. Sanat ne o zaman? Bazen sen ne yaşadın ki diyorlar. Sen ne yaşadın ki? İki hikâye anlatayım sana sus otur yerine. Bir adam sende olmayan bir şey söyler, o bir eleştiri değil öğretidir. Onu alırsın ama onun dışında her önüne gelenin bir

şey söylemesini kabul etmiyorum. Herkesin seveceği bir şey yapmak zorunda değilim. Herkesin seveceği bir şey de yok. Herkesin sevdiği bir Michael Jackson vardı. O da rahmetli oldu. Kimseye eyvallah etmedim, bu saatten sonrada etmem” diyerek selamlarını gönderiyor tüm sevenlerine…

Hayko Cepkin ile beş buçuk saat süren çilingir soframızda tüm konuştuklarımızı sayfalarımıza aktarmamız mümkün değil. Ama Hayko’ya dair birkaç şeyi daha paylaşabiliriz. Mesela ayak fobisi var. Kendisini parmak arası terlikle hiç düşünemiyor. Bir dönem babasının

zoruyla çilingircilik yapmış. Sekiz senedir kız arkadaşı var. Romantik olamıyor, yani istese de olamıyormuş. En çok evinde vakit geçiriyor. Eğlenmek için dışarı çıkmayı çok tercih etmiyor. Kendisini ev bülbülü olarak tanımlıyor. Aşırı derecede plan yapan, titiz biri. Dakik. Plansız

hareket edemiyor. Evden çıkmadan önce kalem kalem, saat saat nerede ne yapacağını yazıyormuş. Hatta araba ile çıkarsam, motorla çıkarsam şeklinde iki alternatifle. Bunları konuşurken cebindeki kâğıdı çıkarıp gösteriyor. İnanamıyorum… Sorunlarım var, hedefi bilmezsem hareket edemem diyor. Gülüşüyoruz… Kız arkadaşı da bu durumdan şikâyetçiymiş… Genel olarak mutlu bir adam olmadığını, mutlu etmeyi seven bir adam olduğunu söylüyor. Hatta “ne zaman ki ben mutlu bir adam olurum, o zaman bir halt edemem,

biterim.” diyor. Kariyerin en üst noktasında olduğunu ve bundan öteye gitmeyeceğini düşünüyor. Gecenin sonu muhabbetimiz bittiği için değil röportajı çözümleyip baskıya yetiştirmemiz gerektiği için geliyor. Her şeyden önce iyi kalpli Hayko Cepkin’e; eğlenceli, samimi ve rakı sofrasının hakkını vererek yani maske takmadan kendi olarak çilingir soframıza eşlik ettiği için teşekkür edip, en kısa zamanda tekrar görüşmek üzere ayrılıyoruz…