SOKAĞIN ADI FOTOĞRAF “NEVZAT ÇAKIR”

Sanata tutkun olduğunu ve bir İstanbul hayranı olan Nevzat Çakır, İstanbul’da yaşayan bir sanatçı. Fotoğrafı merak çizgisinden “YAŞAM BİÇİMİNE” dönüşünceye kadar geçirdiği evrelerden söz ederken kullandığı bir örneklemeyle yaşamı bir sokağa benzetiyor. Nevzat Bey ile gerçekleştirdiğimiz söyleyişide hem kendini hemde fotoğraf sanatına bakış açısını daha yakından anlama fırsatı yakaladık.

 Sizi daha yakından tanıyabilmemiz adına biraz kendinizden bahseder misiniz?

Muğla’lıyım, iki oğlum ve iki de kız torunum var. İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ni 1967 yılında bitirdi. O günden 2014 Aralık ayına kadar aralıksız çalıştım.ft-080Asıl Mesleğiniz diş hekimliği iken fotoğrafçı olmayı nasıl karar verdiniz? Bu yola çıkarken; çevrenizden, ailenizden karşı çıkanlar ya da sizin kafanızın karıştığı anlar oldu mu?

Ayakta sağlam durabilmek, iki erkek çocuğu büyütebilmek için çalışmam gerekliydi, muayenehanemi kapadığım 2014 aralık ayına kadar da aralıksız çalıştım. 1970 yılında muayenemi açtığımda diş rontgenlerini banyo etmek için bir karanlık oda kurunca kendime de bir 2 fotoğraf karanlık odası 2 hediye ettim. O günden bu güne mesleğimle paralel aralıksız fotoğraf yaşıyorum. Ailemle olsun, çevremle olsun, bırakın gerisini kendimle olsun sorunlarım olmadı mı? Tabi ki oldu. İyi kötü ortaya çıkan sorunları çözdüm ki bu günlere fire vermeden geldim. Unutmayın bütün bunların üstüne iki de roman yazdığıma göre başarısız sayılmam değil mi?

Fotoğraf sizce neden bir sanattır?

Bu sorunun cevabını (saf saf) en çok seksenli yıllarda aradık. Ortalığın toz duman içinde kaldığını hatırlıyorum. Kişiler ne derse desin son kararı kütleler/sanatseverler yani toplum verir. Onlar sahip çıkıp yaşatırlar, onlar kabullenirse herşey durur. Yoksa post moder derdini niye çekelim, neden onun varlığıyla alay etmeyelim. En cahilinden en rafine insanına, en sıradanından en üst düzey mesleğine, en cahil ülkenden en gelişmiş ülkeye, sözün kısası “yediden yetmişe” herkesin her kurumun, her yapılanmanın katıksız kullandığı, derdini anlattığı, varlığını kanıtlamak için ilk baş vurduğu fotoğrafın sanatsal boyutunu yok sayacağız öyle mi? Telefonlardan olağanüstü makinelere kadar milyonlarca, milyarlarca üretilen ve akın akın karşılık bulup kullanılan fotoğraf makinalarının ürettiği fotoğrafların sanatsal boyutu yok öyle mi? Güldürmeyin beni…untitled-2-nFotoğraf çekmenin felsefi arka planı var mıdır, varsa öz olarak nedir? Yani fotoğraf çekerken, sanatsal boyutu dışında sizi düşündüren, fotoğrafa bakanların düşünmesini istediğiniz bir boyut söz konusu oluyor mu?

Elmalarla armutları karıştırmadan cevaplanmamız gereken bir soru bu. Açarsak; elma, toplumun benimsedi o sanat dalının kural ve kuramları olsun. Armutaysa o sanat dalına gönül vermiş kişinin benimsediği tavır, biçim ve istekler diyelim. Bu iki yaklaşım biçimi “ana tema” dışında özgürdür. Açalım. Fotoğraf “siyah beyaz, analok ve dijital” serüvenler yaşayarak günümüze geldi. Bunların ışığında üretilen bütün yapıtlar fotoğraftır ve içlerinde “sanatsal kaygı” taşıyan yapıtlar da vardır. Bu açıklama biçimine elma diyelin. Armuta gelirsek iş değişin.Çünkü armut yalnız ve yalnız “kişisel yaklaşımları” tanımlar. Yani; kişi ister “fotoğraf sanatı” olarak “siyah beyaz fotoğrafı” tanımlar diğerlerini york sayar, ya da doğa fotoğrafı onun için önemlidir, ya da ” sokak fotoğrafı” ( tu kakadır), hiç farketmez.” Sanat bireysel bir yaratıcılıktı”, ona soyunan kişi ne isterse yapar, buna kimse karışamaz, zaten üreten de işine kimseyi karıştırmaz. Amaaaa… (Hele bizde olduğu gibi) bu değer yargılarını birbirlerine karıştırılıp da genellemelere gidilirse herşey pisliğe batar. Örneklersek; “fotoğraf sanatı siyah beyazdır, onun dışındaki bütün çalışmaların sanatsal bir değeri yoktur,” dediğinizde bireysel egonuz ve cehaletinizle fotoğrnaf sanatına ambargo koyuyorsunuz demektir ki bu hiç bir biçimde kabul edilebilen bir yaklaşım değildir. Bilmem anlatabildim mi?

Her fotoğrafçının bir tarzı olduğu aşikar. Sizin fotoğraflarınızı Nevzat Çakır fotoğrafı yapan şeyler nelerdir?

İşte bu sorunuzla armutları içermektesiniz. Nevzat çakır insan, yaşam; sözün kısası sokak fotoğrafgçısıdır. Onun için doğa insanla vardın yoksa ıssız, eksik, hüzünlü ve işlevsellikten uzak bir gezegendir. Onu var eden de, göklere çıkaran da imar eden de insandır. Bu dialektiği bir insan olarak nasıl göz ardı adebiliriz ki. Özetlerzek; “SOKAĞIN ADI FOTOĞRAF”tır.

Arkasındaki hikayeyle sizi çok etkileyen fotoğraflarınız olmuştur mutlaka. Bize birkaç tanesini aktarabilir misiniz?

Olmaz mı… Ama bunun anlatımının yeri burası değil. Bu soru ancak; Fotoğraflarıma sizlerle keyifle birlikte bakanken, sergide bir fotoğrafımın önüne geldiğimizde, ya da kişisel fotoğraflarımdan oluşan album sayfalarını karıştırırken oluşan dugusal çağrışımlar sonucu cevaplanabilir ancak.untitled-24-c-001Bazı şairler, müzisyenler eserlerini İstanbul’a adar, İstanbul’u anlatır. Size de bir İstanbul aşığısınız sizin gözünüzden İstanbul’u anlatmanızı istesek.

Evet bende katıksız bir İstanbul hayranıyım. Geçmişi bırakırsak 1980 yılından beri sokak sokak, ışık ışık dolaşıyorum İstanbul’u. Gün be gün sinsi, arsız ve sorumsuz saldırılarla yitip giden birçok güzelliğe rağmen hala güzel ve gizemli. Ama memleketim de öyle. Gidebildiğim her yerini İstanbul’dan aldığım keyif ve zevkle fotoğrafladığımı tereddütsüz söyleyebilirim.

Açılar ve renkler konusunda oldukça yaratıcı çalışmalarınız var. Kompozisyonlarınızı oluştururken gözleriniz neyi arar?

Fotoğraf çağdaş bi sanayi ürünüdür. Varlığı bilimsel ve teknolojik temellere dayanır. Öyleyse önce buna saygı duyarak doğru fotoğraf çekmeyi öğreneceğiz. Ayrıca istif, yani “kompozisyon” kurallarını çok iyi bilip deneyimlerle pekiştireceksiniz. Sonra da bir şeyleri seveceksiniz. İnsan olur, doğa olur, belge olur faketmez, yeter ki sevin ve ona aşkınızı ilan edip sadık kalın. Sonrasını kendinize bırakıverin sık ve düzenli fotoğraf çekmenin keyfine. Kültür birikiminizi ihmal etmeden dağarcığınızı doldurmanız herşeyi halladecektir.

Zaman içinde tecrübe kazandıkça ışığa, insana ve fotoğrafların insanlar üzerindeki etkisine bakışınızda neler değişti?

Fotoğrafı merak çizgisinden “YAŞAM BİÇİMİNE” dönüşünceye kadar geçirdiği evrelerden söz ederken kullandığım bir örneklemeyle yaşamı bir sokağa benzetirim. ilk fotoğraf makinesini edinip, içine ilk filmini takan “dijital çekenler için buna da gerek yok” meraklıyı salıveririm sokağa. Kişi önce/mutlaka pata-küte her gördüğünü büyük bir açlıkla çekecektir. Sonra; sokağa diğer girişlerinde konulara, kişilere, ışığa, gölgelere daha bilinçli yaklaşacaktır. Kısacası kişi; sokağa bu tekrar tekrar girişlerini, edindiği gelişimle özdeşleştirecektir. Ayrıca deneyimi, tekniği, kültürü arttıkça başka başka şeylere gereksinin duyacaktır. Bunları yerine getirdiği, eksiklerinin tamamladığı sürece de edindiği bu başarılar sokağa bir sonraki girişinin cesaretini, gücünü ve enerjisini sağlayacaktı. İşte bitmeyen bir gelişim örneği size. Diğer bir deyimle: “Kişi kendi sonsuzunu yaşam denilen bu daracık sokakta yaşamıyor mu?”ft-087İstanbul, saray ve plaza tezatlığının birarada yaşadığı bir metropol. Bu karşıtlık sizi besliyor mu?

İlgimi çekiyor desem yalan söylemiş olurum. Zaman zaman çekmiyor değilim. Ama daha uzun soluklu çalışma gerçekleştiremiyorum. Demek ki benim parkurum ayrı, ısrar etmenin ne anlamı var ki?

Araştırdığımızda isminiz ödüllerle beraber yazılıyor her yerde. Sizi diğerlerinden ayıran bir fark vardır illa ki. Sizce bu fark ne olabilir?

Yarışmaların amaç değil araç olduğunun altını çizerek başlayalım söze. Bi ülkede o sanat dalının varlığından söz ederken üç önemle yapılanmanın varlığına bakmanız gerekir. Bir; o sanat dalını üreten sanatçı var mı?’ Evet var. İki; o sanat dalını tüketen sanatsever var mı? Eh işte. Üç; peki o sanat dalını desdekleyen kurum ve kuruluşlar var mı? İşte sornu burada çörekleniyor. Tek kelimeyle YOK. O halde o sanat dalının işi çok zor. Fotoğrafta bunu yıllarca yaşadık ve yaşıyoruz. Sesimizi maddi manevi duyurduğumuz tek alan yarışmalar. Ben de 1983-1987 arası bunu yaptım. Bütün ödüllerim ve kazanımlarım o zaman diliminde gerçekleşmiştir. Yoksa bu ülkede fotoğrafın sanatsal boyutuna soyunmuş biri olarak biyografime ne yazabilirdim ki…

Fotoğraf çekmenin yanı sıra kitaplarınızda var bize kısaca kitaplarnızdan da bahseder misiniz?

İki romanım var. “ÜÇ KAR TANRIÇASI” ve “SABIR ÇIKMAZI” .İkisi de eksik parça yayınevi tarafından yayınlandı. Gene insan ve yaşam çatışmaları. Muğla’lı olmam ve doğduğum kentle

metropol İstanbul’u içi içe yaşamamın farklılıklarının doğurduğu, zıtlıkların oluşturduğu gerçeklerin dürtüsüyle oluşan ve sorumlufluk duygusuyla pekişen bu romanları okuyanlarla sohbet etmek doyumsuz bir zevk veriyor bana.

Fotoğraf Ustaları “ Nevzat Çakır”

Röportaj: Didem TOPAL