Burak Demir ile Keyifli Röportaj

Oyunculuk Benim İçin Önce Ruhumu Sonra Bedenimi Özgür Bırakma Meselesi Oldu

40’lı yaşların sorgulamasında, oyunculuğu yeni ruhlar yaratabildiği bir mabet olarak tanımlayan, baba olmanın verdiği gelecek kaygısında, Ankaralı reflekslerine sahip İstanbul sakini oyuncu Burak Demir, bu ayki sohbetleştiğimiz isim oldu.

40’lı yaşlarınızın başındasınız. Tam hayatın şifreleri çözdüm derken, güzel gollerin yendiği yaşlar. Siz hayatı nasıl yorumluyorsunuz, en çok neresinden tutuyorsunuz?
Ne zaman oldu, nasıl oldu hiçbir fikrim yok ama 43 yaşımdayım. İki çocuk babası olarak, cebimde şifre sanarak tuttuğum tecrübeler yok olup gitti. Çünkü cebim delikmiş. Evlat sahibi olunca hayat yeniden başlıyor. Hem de tüm anlamlarıyla… Hayatı seviyorum. İnsan seviyorum. Tabi ki hayatta hep aileme, sonra dost bildiklerime, sonra bir kahve ikram edene, iki çift laf edene her zaman tutundum. Bu yaşıma kadar tutunduğum irili ufaklı dallar beni bugünlere taşıdı. Bu yaşımdan sonra hangi dala tutunursam tutunayım ister kırılsın, ister çürüsün; benim için önemli değil. Çünkü iki evladım var ve bir can yoldaşım…

Herkes en güzel kendi hikayesini anlatır. Sizin hikayenizin en vurucu kısmı neresiydi?
Bugüne kadar hayatta çok güzel, çok anlamlı şeyler tecrübe ettim. İyisiyle kötüsüyle her zaman da kıymetini bildim. Mesleki anlamda hiç öyle bir hayalim yokken, o gencecik yaşımda ‘Bizim Evin Halleri’ dizinin kadrosuna dahil olmak, sonrasında ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisinde oynadığım Hüseyin Çavuş karakteriyle bir sıçrama yaşamak benim için vurucuydu. Sade bir vatandaş olarak da oğlum Kuzey’in doğduğu gündür… Çünkü bir baba olarak hayatı yeniden öğrenmeye başladım. Hayatımızın birçok döneminde vurucu anlar yaşıyoruz. Benim ilk aklıma gelen bunlardı yoksa sevdiğim bir hocamın “Hayatı farkında yaşayın” öğüdünü asla unutmam. O yüzden beni vuracak çok an var.

Oyuncu olmak, bu yola baş koymak, günahı, sevabı ile bu yolda olmak sizin için ne ifade ediyor. Aşk, para, su gibi ihtiyaç vs. Oyuncu olmayı nasıl tarif edersiniz?
Bu meslek için ergenlik dönemimde yapabildiğim tek şey, kravatını takmış babamla, döpiyesini giymiş annemle Devlet Tiyatroları’nın oyunlarını izlemekti. Her zaman sanatla uğraşmak için çaba harcayan bir annem var. Dershane dönemlerimde ki o dönemler çok haylazdım, annemin Yenimahalle’den geçerken gördüğü bir afişle başladı her şey: “Tiyatro kurslarımız başlıyor! (Yenimahalle Belediyesi)” Belki onun için, “Oğlum sanatla ilgilensin” meselesiydi ama benim için önce ruhumu, sonra bedenimi özgür bırakma meselesi oldu zamanla.

Çünkü annemin dediğini kabul ettim, kurslara katıldım ve gördüm ki oradaki özgürlük önce kendimi çözebileceğim, sonrasında birilerine hikayemi anlatabileceğim, yeni ruhlar yaratabileceğim bir mabet. Ve aşık oldum! Halen de aşığım. Yani işimi aşkla yapıyorum. “Oyunculuk nedir?” derseniz, belki size basitçe “Yeni bir ruh yaratma, enerji yaratma sanatı” diyebilirim ama bu soruyu bazen kendi kendime sormuyor değilim. Cevap da bulamıyorum.

Dijital platformlarla ilgili ne düşünüyorsunuz? Son zamanlarda artan bu grafiğin sektör açısından nasıl bir etkisi var sizce?
Sanatın kuralı olmaz. Doğrusu, yanlışı, eksiği, gediği, sansürü asla olmaz, olamaz. Olduğu zaman, sanata bir kitle belirlemiş olursunuz. Sanatın hitap edeceği bir kitle de olamaz. Çünkü sanat toplumun her bireyine hitap edebilen, etmesi gereken bir olgudur. Dijital platform denilen global hikaye, açıkçası ülkemiz için senaristlerimizin, yapımcılarımızın kendilerini daha özgür hissedebildikleri bir mecra. Ne mutlu ki bu özgürlüğe sahip çıkmaya çalışan ve bunu kullanan birçok meslektaşımız var.

Çoğalmak her zaman iyi bir şeydir, mesleğiniz ne olursa olsun. Çünkü zamanla vasat olan, daha doğrusu az emek verilen projeler seyirci tarafından ayıklanır. Bu ayıklanma sanat yapan her bireyi aydınlatır. Gönlümden geçen, bu aydınlanmayla oyuncular, yönetmenler, yapımcılar çok daha keyifli, izlenebilir projeler üretsin.

Son bir senedir tüm dünyanın başına gelen olağanüstü durum, sizi nasıl etkiledi? Bir baba olarak ekstra gelecek kaygısı taşıyor musunuz?
Gelecek kaygısı taşımam için bence baba olmama gerek yok. Şu an tüm dünyada her birey, konumu ne olursa olsun, gelecek kaygısı taşıyor. Kimi ölümle, kimi maddiyatla… Öyle bir süreçten geçiyoruz ki maddiyat olarak güçlü olsanız da olmasanız da dostlarımızla bir Türk Kahvesi içemeyecek durumdayız. Şimdilerde ülkemizde bazı imkanlar esnetildi, ancak bu esnemenin bize zarar verdiğine şahidim. Son bir yıldır ailece elimizden geldiği kadar korunduk. Dikkat ettik, gezmedik, dostlarımızla buluşmadık.

Bu süreci evlatlarıma borçluyum. Oğlum Kuzey’in online derslerinin peşinde koşarken, kızım Mavi’nin ha emekledi ha yürüdü, “dur ne yapıyorsun” durumlarında göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir süreç yaşadık. Tabii ki eşim Bikem ya da ben bazı işlerimizin peşinde koşmadık değil, ancak çoğunlukla bu süreci huzurla, sağlıkla geçirmeyi çocuklarıma borçluyum.

Artık en çok evde vakit geçiriyoruz. Okurlarımız için; bir dizi, bir film, bir albüm, bir kitap önerisinde bulunur musunuz?
Dizi: İzlemeyen varsa ki izleyen varsa da yeniden tavsiye ederim; Peaky Blinders.
Film: Gülmeye çok ihtiyacımız var o nedenle de Ölümlü Dünya ve Cinayet Süsü.
Albüm: Fazıl Say, Dört Mevsim tabi ki tabi ki tabi ki!
Kitap: Derde Deva Randevu /Murat Menteş

Bir şehir dergisi olarak sizin İstanbul’unuzu merak ediyoruz. Bize küçük bir rota çıkarmanızı istesek; sizin İstanbul’unuz nerede başlar, nerede biter?
15 yıldır İstanbul’dayım ki bu meslekte Ankara’dan İstanbul’a gelmek ürkütücüydü. Setlerim nedeniyle hep Avrupa yakasının belli semtlerinde yaşadım. İşim gereğiyle Avrupa yakasında ne kadar semt, köy varsa gördüm ve oralarda çalıştım. Son 8 yıldır, Anadolu yakasındayım. İstanbul öyle bir şehir ki onunla ilgili çizebileceğiniz rota sizin zamanınıza, maddi durumunuza, çevrenizdeki insanlara çok bağlı.

Ben dünya kadar rota çizdim sadece İstanbul’da. Ancak şu an dünyada eşi benzeri olmayan bu şehirde bana sadece huzur veren rotaları tercih ediyorum. Mesela oturduğum Erenköy Mahallesi, Caddebostan sahili… Çünkü İstanbul’da rota yapmak artık o kadar büyük bir stres ki imkanınız ne olursa olsun İstanbul’un trafiği, kaosu insanı kısıtlıyor. 2006’da buraya geldiğimde ilk düşündüğüm şey şuydu; “Bu şehrin keyfini çıkarmak, hakkını vererek yaşamak için bir teknen ve bir helikopterin olacak” 🙂 Yoksa erken yaşlanırsın. Erken yaşlanmamak için de bu şehirden gitmek gerek. Çünkü bir helikopterim ve teknem yok.