Aret Vartanyan “Aç Kalmak Pahasına İstemediğim Hiçbir Şeyi Yapmadım”

Değişik bir adam Aret Vartanyan. Modern zaman büyücülerinden. Anlatıyor, yazıyor, dinliyor, tespitlerde bulunuyor, dert dinliyor, derman oluyor, yeni zamanların kaybolmuş insanlarına kılavuzluk etmeye çalışıyor. Biz yeni kitabı “Eski Sevgililer Oteli” nin çıkması şerefine biraraya geldik. Ve komik bir şekilde hiç kitaptan bahsetmedik. Çünkü benim soracak, onun anlatacak çok şeyi vardı. Sıra yeni kitabına bir türlü gelemedi. Sayfa sayımızı zorlamaması adına bir yerde kestiğimiz ballı sohbetimizle sizleri başbaşa bırakırken; dörtlemenin üçüncüsü olarak raflardaki yerini alan “Eski Sevgililer Oteli” ni de okumayı unutmayın diyeyim de, bari röportaj yerini bulsun…

Nasıl bir ailede büyüdün?

Yoksul, ilkokul mezunu bireylerden oluşan, kitap okuduğumda ‘bırak boş işleri maç seyredelim’ diyen bir babanın olduğu ailede büyüdüm. Hayatım, 16 yaşına kadar Beyoğlu’nun arka sokaklarında geçti.

Ne oldu da sen böyle bir adam olarak yetiştirdin kendini? Bilge bir deden mi vardı?

Yok. Dedem alkolikti. Günde 6 litre şarap içen ve alkolden ölen bir adam. 80 metrekarelik evde 8 kişi yaşıyorduk. Ama sevgi dolu bir aileydik. Bence en büyük avantajım o ailede büyümüş olmak. Çünkü sokağı biliyorum, sokağı çok iyi tanıyorum. Ben 6 yaşındayken yazmaya başladım ve yazdıklarımı satarak para kazanmaya başladım. Yazdıklarımı satıp, sahaflardan kitap alıyordum. Ailem bana hiçbir zaman çalış demedi. Kendi yolumu kendim çizdim.

Kardeşin var mı?

Tek çocuğum.

Muhtemelen, kendinle çok konuşan, kendini, hayatı, insanları sorgulayan ve bununla ilgili bir formül bulmaya çalışan bir adamsın. Bunu bir şeyin tetikliyor olması gerekiyor.

Muhtemelen, Beni tetikleyen yoksulluktur. Ben kaloriferli evle 16 yaşımda tanıştım. En büyük hayalim ailemin kaloriferli bir evi olmasıydı. Bugün ailemin hiçbir eksiği yok. Ama 7 yaş hayalim hep Gandi’ydi. ‘Ben milyonlara sesleneceğim, kültüre sesleneceğim, dünyaya açılacağım’.

Yıprandın mı?

Hayır. Aksine enerjim her geçen gün artıyor. O kadar mutlu yaşıyorum ki. 25 senedir çalışıyorum, istemediğim hiçbir şeyi yapmadım. Açlıktan ağzım kokarken bile kırmızı çizgilerime girilmesine izin vermem. İnsanlara verdiğim şeyde bu. Kendinize sahip çıkın ve yüreğinizin kabul etmediği hiçbir şeyi yapmayın. Gerekiyorsa sokakta yatın, gerekiyorsa açlıktan ağzınız koksun ama inanmadığınız, istemediğiniz hiçbir şeyi yapmayın.

Ama orada, bence çok opsiyonel bir durum var. Mesela sevdiğin insanları kırmamak…

Öyle bir şey yok, o büyük yalan.

Benim kitlendiğim bir noktadır bu.

İnsanlara hayır der misin?

Kendimi bu konuda zorluyorum ve eğitmeye çalışıyorum.

Neden? Kırılmasınlar diye mi?

Evet, sevdiklerimi üzmeyi sevmiyorum.

Altında yatan şey şu; eğer sen hayır dersen o kişi sana karşı olumsuz düşünebilir ve artık seni sevmeyebilir. Bu sevgiye olan açlığımız. Hayır dediğinde sevmeyecekler mi seni? Annenle babanın veya çevrenin istemediği çocuk olabildin mi? O zaman da severler miydi seni? Altın kural: seni seven ya olduğun gibi sever ya da sevmez. Eğer birisi beni onun istediği gibi olduğum için seviyorsa sevmesin zaten. Benim için bir değeri yok. Sen beni olduğum gibi seversen, eksilerimle, artılarımla, hatalarımla, günahlarımla, benim için bu değerli. Ama gerisi sabun köpüğü. Mesela bana ne kadar güzel bir sürü hayranın var diyorlar. Ters bir şey söylesem hayran köpüğü dağılır. Dolayısıyla gerçek olan milyonlar olmaz.

Seni gerçekten seven kaç kişi var?

3-5 herhalde. Dost diyoruz ya, ikiden fazla dost olmaz, arkadaş olur. Önemli olan şey şu; biz sevgiyi satın almaya çalıştığımız için kendimiz olamıyoruz. İnsanlar takipçi satın alıyorlar ya da 3 saat uğraşıp profil resmi çekiyorlar. Geçenlerde bir parti oldu, takipçi sayın 50.000’den fazla değilse içeri almadılar. Ben 10 yıldır seans yapıyorum hiçbir zaman insanları bu kadar mutsuz görmemiştim. Ama kaos daha da artacak, artmalı da. Çünkü şuan bir geçiş dönemi yaşanıyor, bu insanlık türü kendini yok etmeli.

Çok katılıyorum. Şöyle bir ters yüz etsek insanlığı fena olmaz.

İnsan olmasa doğa muhteşem. Altını silmek için ağaç kesen tek canlı türüyüz. Doğayı katleden, yok eden insan. Ama merak etme doğa ölmez, dünya da kaybolmaz, tür kaybolur. Geçen hafta çok ağır bir grupla Göbeklitepe’deydim, Göbelitepe’yi anlattım. Sonuçta bende rahiplik de var. Ama hiç yapmadım.

Rahip olduğunu bilmiyordum.

Üniversite bittikten sonra iki buçuk sene teoloji okudum, rahip olmak için ve rahip oldum. Dinler 50 yıl sonra mitoloji gibi olacak. Ölümsüzlük kapıda şuan, ölümsüzlüğü bulacaklar. İnsan çiftlikleri kuruluyor. Zaten düşünce eşittir madde, madde eşittir bugün ki düşüncelerin, yarın ki manzaraların. Ama asıl dert şuanda benim bedenim ölüyor, zihnim ölmüyor. Eğer sen bana bir beden bulursan, ben yaşamaya devam edeceğim zaten. Mesela Amerikan Hastanesi yılbaşından sonra bütün temizlik işlerini robotlara bırakıyor, Dubai polis teşkilatının %30’u robot şuan, 31 Ocak’ta, Sidney’de, dünyanın ilk robot evliliği gerçekleşecek. Biz hala neleri konuşuyoruz, ‘instagramda fotoğrafımı beğendi mi, Ahmet bana böyle söyledi’.

O bahsettiklerin iflah olmayacaklar, ona yapacak bir şey yok.

Sistem eder. Sistem hata yapmaz. Sistem muhteşem çalışıyor. Ama hangi sistem? Evrenin sistemi. İnsan eliyle yapılan sistem çoktan tıkandı. Çünkü hep ‘al’ üzerine kurulu. Peki ne veriyorsun? Bir de hayatlarımıza bakıyorsun, mutlu olman, arabanı değiştirmene, ev almana, sevgilinin seni aldatmamasına bağlı kalmış. Sen yoksun ki zaten.

Biz hep mutlu olmak zorunda mıyız? Yani mutsuzlukta olmalı ki mutlu olduğunun farkına varasın.

Ben mutsuzluğumdan mutluyumdur, huzursuzluğumdan huzurluyumdur, kişiliğim de kişiliksizliğimdir. Kalıp yok, şablon yok, kural yok.

İnsanlar artık sadece mükemmel, iyi, güzel olanı arıyor ve istiyorlar. Bize öğretilen hokka burun, ince bel, iri dudak konusunda ne söylemek istersin?

Altın orana göre, dünyada ki en güzel kadın kim? Mona Lisa. Bence güzel değil. Veya sıfır beden. Kaç erkek sıfır bedeni seksi buluyor?

Ben sıfır bedeni seksi bulan erkek görmedim.

Ben de görmedim. Ya da kaç kadın body salonlarında ki erkekleri çekici buluyor? Bu algı yanılması niye? Sadece fotoğrafta güzel durdu diye.

Hep arıyoruz. Çünkü her şey olmaya çalışıyoruz, kendimiz olmaktan kaçıyoruz. Çünkü düzen bunu istiyor. Bize bu öğretiliyor.

Yeni gelen nesle baktığın zaman, 6 yaşındaki çocuğa büyüyünce ne olmak istediğini soruyorsun, ben mutlu olacağım kendimi yaşayacağım diyor. Mutluluk dediğin bir şeylere bağlıysa, mutsuzluğun bakidir. Yaşam koçlarına ne gerek var? Neden aracı arıyoruz biz? Kişisel gelişim ne Allah aşkına? Hep aracı arıyoruz. Şuna gideyim kısa formüller versin, bana ne yapacağımı söylesin. Böyle bir şey yok. Bu sene en çok bunun altını çiziyorum: Nasrettin Hoca: “Bana damdan düşeni getirin diyor, damdan düşünce.” Sen benim yaşadıklarımı yaşamamışsın, bana nasıl akıl veriyorsun. Ben yaşamadığım hiçbir şeyi anlatmam ve paylaşmam. Mesela çocuğunla ilgili bana gelirsen ben seni pedagoguma yönlendiririm çünkü çocuğum yok. Ama sen bana aşk ile ilgili gelirsen her şeyi anlatırım. Ben 3 kere evlendim.

Ve iki kere boşandın… Bu kadar bilirken, neden yürümedi?

Gitmesi gerekmiyor ki. Dünya Aile Birliği benden görüş alıyor, Türkiye’de fikir önderiyim, aşkla ilgili bensiz haber dosyası çıkmaz ve benim üç kez evlenmiş olmamı kimse yadırgamaz çünkü sözlerimin arkasında duruyorum. Bir sürü kitap, film, opera, uzmanlar, o kadar basit ki hikaye. Bir ilişki sana iyi geliyorsa iyidir, iyi gelmiyorsa iyi değildir. Neyi sorguluyoruz?

Bağlılık ve bağımlılık konusu bana ters diyorsun yani.

Bağlılık değil. Bir kadın olarak, bir ilişkide kadın olduğunu hissetmiyorsun, saygı görmüyorsun, ilgi görmüyorsun, kısacası aradıklarını bulamıyorsun, bu ilişkiyi neden sürdüreceğini söyler misin? Çevre ne der, başarısızlık olmasın, o kadar emek verdim. Vermeseydin. İçinden gelerek yaptığın bir şeye emek vermek ya da fedakarlık demezsin.

Eskiler, evliliğin uzun sürmesinin nedeni olarak saf bir sevgiden bahsediyorlar.

Ben hala çok seviyorum eşlerimi. Arzulamadığın insanla ilişki yaşayamazsın. Kardeş olmuş olursun, çok iyi arkadaş olmuş olursun, dost olmuş olursun. Eski eşim, şuan da benim eşimin sigortalarını yapıyor. Eski eşimin çocuğuyla ilgili bir şey olduğunda biz koşuyoruz. Dolayısıyla ölene kadar arkasındayım, ölene kadar arkamda olduğunu da bilirim.

Sevgi boyut değiştirdi diyorsun.

Sevgi hiç boyut değiştirmedi, sevgi budur. Biz aşkı konuşalım. Kısacası cinsellik yoksa ilişki yoktur. Ben yıllardır bunu söylüyorum. Yatak sporundan bahsetmiyorum, 90 yaşına da gelsem, eve gelirim, karımın yanına giderim, boynunu derin derin koklar içime çeker ve onu arzuladığımı hissederim. Eğer ben arzulamadığım biriyle berabersem arkadaşımla yaşamaktan ne farkı olur.

Arzu devam ettiğinde geriye kalanın bir önemi yok mu, onu halledebilir misin?

Sevgi azalmaz zaten. Aşkı biz yanlış tarif ediyoruz. Aşık olduğunu nasıl anlıyorsun? Kelebekler mi uçuyor? Bu durum, hormonların çalışıyor, arzuluyorsun demek. Bu aşk değil. Toplum sana, cinselliği bir kadın olarak hissedebilmen için kılıf olarak diyor ki ‘bu aşk’. Ve sende mübah kılabilmek için ‘evet ben çok heyecanlanıyorum, tüylerim diken diken oluyor çünkü çok aşığım’ diyorsun. Aslında arzu var. Sonra evleniyorsun, bitiyor diyorsun. Aşk bitmez. Eğer derinden bakıyorsak bana göre aşk insandan insana gibi basite indirgenecek bir şey değil. Suyumu aşkla içerim, yemeğimi aşkla yerim, karıma da aşkla bakarım. Sebebi de şu: aşkın bir kuralı, bir şablonu yok. Ama şimdi aşık oldum diyorsun, yaşı kaç, boyu, kilosu kaç diye soruyorsun. Mesela evli olmadığını düşünelim şuan 20 yaşında birine aşık olursan evlenir misin evlenmez misin?

Kendimden küçük erkekler hiç ilgi alanıma girmedi.

Aşkın böyle kuralları yok. Mesela bir kadın geldi bana ‘ben aşk kadınıyım ama aşık olacak erkek yok’ dedi. O akşam davete gidiyordu, ‘belki orada bir garson, bir barmen hayatının aşkı çıkacak’ dedim, ‘Aretciğim sen beni ne zannediyorsun’ dedi. İşte bu yüzden aşkı bulamayacaksın. Daha da zorlayayım, madde 1: aldatmayacaksın diyorsun. Demek ki sen yine koşullu seviyorsun. Cinsel olarak aldatılmaya takılmam. Ama başkasına şiir yazarsa boşanırım veya evi terk ederim.

Tek eşliliğe inanıyor musun?

Hayır. Tek eşli değiliz, tek eşliliği seçiyoruz. Seçtiğine sadık kalmak başka bir şey. Ama insan tek eşli bir varlık değil. Nereye koyacaksın şimdi aldatmayı. Kocan gitti Barcelona’da bir robotla birlikte oldu bir gece, boşanacak mısın? Adam yolsuzluk yapıyor, dolandırıcılık yapıyor ona bakmıyoruz ama başka birini öptüğü anda boşanıyorsun.

Nostaljik söylemler var ya, hepimiz Neşeli Günler filmlerini seviyoruz. Bu nostalji özlemimiz neden? Ne bozuldu o zamana göre?

Samimiyet. Türk filmlerini neden tekrar tekrar izliyoruz ve sıkılmıyoruz? Orada evi yıkıyorlar mesela bahçede falan yaşıyorlar ama mutlular. Bu çok önemli. Şuanda yapay zeka diyoruz, teknoloji diyoruz vs. geleceği dizayn eden bir tane kavram var o da samimiyet. Sahte olan hiçbir şeyin yaşama şansı yok. İnternet o anlamda çok iyi. Saklanma şansın yok, bir yerde foyan çıkıyor. Gerçekle sahteyi ayırt edebiliyorsun. İnsanlar gerçek olanı takip eder. İnstagramda hayatlar hep lüks restoranlarda, hep iyiyiz, özlü sözler paylaşıyoruz. Herkes laf çakmak için çalışıyor.

Çok ucuz buluyorum. Bir de bunu eğitimli okumuş insanlar da yapıyor.

Ama ilgisi yok onunla. Aldatma da öyle, evlilik de öyle. Biçimler değişiyor, yerler değişiyor ama öz hep aynı. Bir tanesi lüks otelde aldatıyor bir tanesi çay bahçesinde. İnsan aynı insan.

Seks hayatlarıyla ilgili yaşadıkları sıkıntılar, insanların kendileriyle fazla ilgilenmesine mi sebep oluyor acaba?

Mesela ben ‘kadınlar, kadınlar için süslenir’ lafına katılmıyorum. Çünkü seçilebilir oluyor. Yine dışarıya doğru bir durum var ortada. İnsanları yönetmek istiyorsan, elinden aşkı ve cinselliği alacaksın. Tutkuyla arzuladığın biriyle birlikteyken kredi kartı borcunu kim düşünür ya da arabasını değiştirmediği için kim üzülür. Ama bunlar hayatında olmadığında onu da yapacağım onu da, başarılı olacağım diyorsun. 6 aydır hayatında cinsellik yoksa hormonların gitti zaten nasıl pozitif düşünebilirsin. Bu parametreler oturduğu zaman toplumsal yapının etkisi de olmasın, insan zaten mutlu olur.

Boşanma oranı en yüksek olan ülke hangisi?

Az gelişmiş ülkelerde daha yüksek. Amerika şuanda bekaretin en önemli olduğu ülkelerden birine dönüşmüş durumda. Ama imaj olarak marjinal gözüküyor. Şuan en marjinal olan ülke Japonya. Metroda insanlar seks yaparken bile toplumun yadırgamadığı bir yer oldu. Az gelişmiş ülkelerde, baskı olan ülkelerde daha fazla yaşanıyor her şey. İki türde cinselliği yok ettik biz. Tabulaştırarak ve dejenere ederek. İnsan iki şey arıyor, değerli olduğunu ve sevildiğini hissetmek istiyor. Bunlar yoksa raydan çıkıyoruz zaten. Değerli olman ya da sevilmen için bir şey yapmana gerek yok. Sanıyorsun ki müdür olduğunda değerli olacaksın. Millet seviniyor müdür olduğu için. Sonra? Sabahın 8inde işe gidip insanların ağız kokusunu çekiyorsun, kendi hayatından çocuğunun hayatından çalıyorsun. Bu mu senin hayatının amacı. Hayatını yaşayıp, kariyerini de sürdürmek başka bir şey, değerli hissetmek için kariyer sahibi olmak başka.

Danışmanlık yaparken bazı insanlara anlatmakta zorlanıyor musun?

Tabii zorluyor. Biri gelip kocasının istediği yatı almadığından, diğer gelen 7 yıldır babası ve abisi tarafından cinsel istismara uğradığından bahsediyor. Arka arkaya ikisini dinliyorsun. Sonra herkesin sorunu kendine büyük diyorsun. Şuan ağırlığımı çocuklara ve gençlere verdim. Çok fazla ergenle çalışıyorum. Çocuklara hala oku adam ol deniyor. O çocuk e-spor oynuyor senin kazanamayacağın parayı kazanıyor. 16 yaşında bir çocuk e-spordan 7 buçuk milyon dolar kazandı bu sene. Ve babası çocuğu bana getirdiğinde ‘oğlumuz sürekli bilgisayar başında ne yapacağız’ dedi. Ben aileyi çocuğun bilgisayar başından kalkmaması için ikna ettim. Çünkü çocuk orada iyi. Öteki taraftan bakıyorsun çocuk okul birincisi, TEOG birincisi olmuş ama gözünün feri gitmiş. Avukatlık, doktorluk 20 yıl sonra bu meslekler yok. Eğer çocuğun şuanda 5 yaşının altındaysa bir robotla evlenme olasılığı %50. Korkunç mu acaba, yoksa geçiş mi? Ne farkımız var robottan?

Ruh.

Ruh dediğin ne? Dizi öneriyorum ‘İnancın Hikayesi’. İzlemediyseniz izleyin çok iyi. Orada ruhu tartışıyorlar. Enerji mi, ruh mu? Hangi ruh? Benim şuan kurumlarla çalışmama nedenim enerji. CEO ile enerjim tutmazsa ‘ben sizinle çalışamam zaten’ deyip çıkıyorum.

Hiçbir şeye mecbur kalmadın mı hayatın boyunca?

Asmalı Mescit’te 20 gün falan ekmek arası bisküvi yedim. Bu bir seçim.

Güç ile ilgili hiçbir isteğin olmadı mı?

Olmaz mı. 21 yaşındayken en büyük hayalim bir kırmızı Ferrari, bir beyaz Ferrari’ydi. O yüzden reklamcılığa başlamıştım. 18 yaşımda Kristal Elma kazandım. Devam etseydim şuanda en büyük reklam ajanslarından birinin patronu bendim.

Bir gün seni kimse dinlemezse bir B planın var mı?

Benim en büyük örneğim şuanda köpeğim. Karnı acıkıyor yemeğini yiyor, uykusu geliyor yatıyor. Hayatta her şeyin emanet olduğunu ben 3 sene önce öğrendim. Bir sabah uyandım ‘kaybetme korkusu’ ne dedim. Kaybedecek bir şeyim yok, korku neden. Kimsenin kaybedecek bir şeyi yok. Her şey emanet. Annem de babam da ölecek, ben her an ölebilirim, bugün işlerim iyi ama yarın kötü olabilir. İstemek başarının yarısıdır, başarının yarısı da istemektir. Büyük yalan. İstemek hiçbir şeydir, inanmak her şeydir. Biz sadece istiyoruz.

İstemenin içinde de inanmak yok mu?

Mesela ailede genetik olarak kanser var sürekli kanser endişesi yaşıyorsun ve bunun için yeşille besleniyorsun, bütün dosyaları okuyorsun, internette tarama yapıyorsun, kanser olursun. İnandığın gerçek olacak.

Melekler, kişisel gelişim, astroloji vs. birçok alternatif ruh rahatlatıcı yöntem var. Sormuş olayım, hiç bizi kandırıp eğlendiğiniz oluyor mu?

Yapmadım. Yaşam, yaşayarak öğrenilir.