ESKİ KÜLLERİN ARASINDA: POMPEI

Milattan önce 7. Yüzyılda, yani 2700 sene önce Vezüv yanardağı eteklerinde bir kent hızla gelişir. Napoli Körfezi ile Vezüv arasındaki volkanik bereketli topraklar ve denize yakınlığı kenti zenginleştirir. O yıllarda insanların en büyük lüksü sıcak su havuzlarıdır. Evlerde su yoktur, büyük miktarlarda suyu ısıtmak zordur. Bu topraklarda volkanik etkinliğin bahşettiği doğal sıcak sular bulunmaz bir kaynaktır. Seferden dönen denizciler için hamamlar, termal havuzlar inşa edilir. Kent giderek Roma’lı zenginler için bir eğlence yerine dönüşür. Bütün Roma topraklarından zenginler onlarca köle eşliğinde Pompei’ye akın eder, burayı bir zevk, eğlence, lüks ve sefahat başkenti haline getirir. Zenginlik ve debdebe akıl almaz boyutlara gelir.

Ticaret ve tarımda çok ilerlemiş olan Pompei, o dönemlerde Roma’nın en gözde kenti olmuş. Keyifli bir zaman geçirmek için İmparator Agustus’un ya da Julius Sezar’ın o yıllarda “haydi Pompei’ye gidelim iki haftalığına” demelerini hayal edip gülümsüyorum. Tarihte okuduğum, filmlerde gördüğüm Pompei’yi daha küçük düşünmüşüm, bir tam günümü alan gezi sonrasında hata ettiğimi anlıyorum. Pompei hakkında çok az şey biliyormuşum, kent çok büyük ve ihtişamlı.140703GB066Pompei’nin taş döşeli düzgün caddelerinde yürürken düşünüyorum, iki bin yıl öncesinde durup kalmış zaman kenti sadece ıssızlaştırmış. Kent olduğu gibi duruyor. Caddelerde at arabalarının tekerlekleri için taşa oyulmuş kanallar kente yoğun mal taşındığını gösteriyor. Araba durduğunda park edecek, atı bağlayacak alanlar ayrılmış. Zengin Romalıların evleri yan yana yapılmış. Önde geniş bir avlu ve havuz var. O yıllarda konuk ağırlamak için girişte birkaç oda ayrılmış. Ev sahibi konuğuna önce sıcak banyo, sonra kadın sunarmış. Odalar çok geniş, birçoğunun kendi hamamı var, her biri ince taş işçiliği ile bezenmiş ve mozaiklerle kaplı. Su giriş çıkışları titizlikle hesaplanmış, içeride küf ve nem olmayacak biçimde tasarlanmış. Her evin havadar bir kileri var, özel bölmeler ve duvarlardaki raf yuvaları, şarap ve zeytinyağı küpleri antik dönemdeki yaşamı gözümüzde canlandırmamıza yardımcı oluyor.

Kentin ortasında, tepede bir agora var. O yıllarda kent meydanı olarak işlev gören agora ve çevresindeki binalar varlıklı bir ulusun mimari özelliklerini ortaya koyuyor. Aşağılara yürüdükçe kolezyumu görüyoruz, Romalıların savaş ve ölüm ile iç içe yaşadıkları gerçeği burada kendisini hissettiriyor. Gladyatörler, köleler, vahşi hayvanlar ölümüne dövüşürmüş. Roma halkı bu gösterilere çok düşkünmüş.140703GB302Taş caddelerde o yılların hanlarını görüyoruz. Kente gelen tüccarların ilk işi buralarda karınlarını doyurup şarap içmek, sonra hemen bir hamama kapağı atmak olmalı. Tarihteki bilinen en eski genelev de burada. Fahişelik Roma’da meşru bir meslek, hatta saygın bile denilebilir. Amsterdam’daki Kırmızı Fener sokağının antik dönemlerdeki benzerini görüyor gibiyiz, bunlardan iki katlı ve iyi durumda olan bir tanesi, turist gruplarının en çok ilgi gösterdiği yapı, içeri girebilmek için sokaktaki kalabalığın arasında bir hayli beklemek gerekiyor. Az ileride Romalı bir zengin olan Veto’nun evini ziyaret ediyoruz. Girişe kendi taş kabartma resmini yaptırmış. Kabartmadaki abartılı erkeklik organı turist gruplarında gülüşmelere neden oluyor, o dönem Pompei’nin bugünkü ahlak anlayışı ile ne denli zıt olduğunu anlatıyor belki de…

Forum, tapınaklar, tiyatrolar, amfi tiyatrolar, bazilikalar, caddeler, atölyeler, kenar mahalleler, hamamlar, meyhaneler, çamaşırhaneler, değirmenler, fırınlar, kumarhaneler, batakhaneler, hanlar, bugün bile ayakta kalmış. Ve sonunda da, kenti saran lavlardan ve dumandan kaçmaya çalışan insan ve hayvanların bedenleriyle yüz yüze geliniyor. Agoranın ilerisinde bir açık hava müzesi var ve zehirli gazlarla ölüp küllerin içinde gömülü kalan insan ve hayvanların taşlaşmış bedenleri görülebiliyor.140703GB183…Ve silindi yeryüzünden görkem ve zenginlik, şen kahkahalar duyulmaz oldu, değirmenlerin uğultusu kesildi, ekinler kurudu, yeşili kalmadı dağların, taş sokaklara dehşet çöktü, kapkara bir yağmur sildi süpürdü Pompei’nin parlak güzelliğini…

79 yılındaki felaket Etnograf Prof. Carlo Giardano, tarafından şöyle anlatılıyor: “O gün öğle vakti, volkanın ağzından aniden yükselen bir kül bulutu, bir kaç saat içinde bütün Pompei’yi kaplar. Gökyüzü kararmıştır, göz gözü görmez. Bir süredir sıklaşan depremler halkın alışkın olduğu bir durumdur. Fakat o gün Vezüv büyük bir patlamayla sarsılır, yamaçlardan akan lavlar üzüm bağlarını kavururken zehirli gaz bulutu canlıların oldukları yerde aniden ölümüne neden olur.”140703GB272Yaklaşık 2000 yıl o görkemli villalar, heykeller, duvar resimleri, mozaikler, tapınaklar ve pazarlar dokunulmadan gömülü olarak kaldı. Arkeologlar kenti keşfettiklerinde, son gün pişmiş ekmeği bile fırında buldular. Pompei’nin üzerine düşen kızgın küller, haftalarca siyah kar gibi yağmaya devam etti. Ve arkasından Pompei, tamamen sessizliğe gömüldü.140703GB014Antik kentin çıkışında otobüs park alanının yanındaki büfelerde soğuk granite içiyoruz. Limon parçacıkları, portakal ve ince kırılmış buzla yapılan bu içecek Akdeniz güneşi altındaki sıcak günde harika hissettiriyor. Uzaktan son kez bakıyorum Pompei ’ye, beyaz keten elbiseli, sandaletli, kıvırcık saçlı kız sislerin arasından el sallıyor bana. Bir karı – koca çiftçi eski bağlarda üzüm topluyor nasırlı elleriyle. “Kırmızı fener” sokağında salınan güzelim Romalı kadınları görüyorum, bir köpek havlıyor, birkaç tüccar şarap masasında demleniyor ve çapkın Veto göz kırpıyor yanındaki güzellere…

Hoşça kal Pompei! Arrivederci Pompei!