“Fotoğraf Sanat Değil, Belgedir” İlkin Karacan Karakuş

ilkin karacan karakuş

Öncelikle bize kendinizden bahseder misiniz?

Ben İlkin Karacan Karakuş. 1982 Hatay doğumluyum. Üniversite hayatımı 2003 senesinde yarıda bırakarak sinema ve reklam sektörüne geçtim. Bu tarihten itibaren pek çok reklam ve klip ve hatta sinema filminde kurgu editörü olarak görev yaptım. 2009 tarihinden itibaren kendi adıma yönetmenlik çalışmalarına başladım. Halen aktif olarak yönetmenlik mesleğine devam etmekteyim. Bu süreçte yaklaşık 30 televizyon reklamı yönettim. Sinema- reklam sektörünün gereksinimleri yüzünden fotoğrafın hayatıma girmesi kaçınılmazdı. Öncelerde teknik detaylara hakim olabilmek, yönettiğim seti tam anlamıyla yönetebilmek için fotoğrafla ilgilenmeye başladım. Daha sonra ise kendimi daha özgür ifade edeceğim, daha çok anlatabileceğim bir mecra olduğunu fark edince artık fotoğraf hayatımda daha fazla yer edinmeye başlamıştı.

O yüzden mesleki kimlik olarak yönetmenliği, yaşam tarzı olarak fotoğrafçılığı üzerime giydim.

Halen aktif olarak yönetmenliğe devam etmekteyim. Aynı zamanda Sony Alpha Avrupa resmi fotoğraf elçisiyim.

Fotoğrafçılık nedir? Fotoğrafçı olmak isteyenler nasıl bir yol izlemeli?

‘’Fotoğrafçılık nedir?’’  sorusu çok genel ve üzerine ciltlerce kitaplar yazılabilecek ve yine de vereceğiniz cevaplarla çoğu insanı tatmin edemeyeceğiniz bir soru. Fotoğrafçılığın ne olduğundan daha çok ne olmadığından bahsedersek sanırım daha kısa bir yol izlemiş oluruz.

Burada tabi kendi fikirlerimi beyan ettiğimi önceden belirtmek isterim. Bu fikirler kesin ve mutlak doğrular olmamakla beraber tartışmaya açık konulardır. Sadece kendi perspektifimden fotoğraf alanının ne olduğu / olmadığı hakkında bazı düşüncelerimdir.

Etkin çevremiz ve sosyal medyadan sıkça duyduğumuz şekilde fotoğrafın bir ‘’sanat’’ dalı olduğuna ben katılmıyorum. Fotoğraf belgeciliktir. İster seyahat, ister arşiv, ister dokümantasyon… hangi alana bakacak olursak olalım fotoğrafı ‘’sanat’’ olarak değerlendirmek bence yanlıştır. Ancak şu var ki; fotoğraf kompozisyonunda çeşitli sanat dallarından esinlenilebilir. Bir resim tablosunda gördüğünüz renklerden, bir şiir ya da edebi bi eserde anlatılan tasvirden, bir müzik eserindeki melodiden hatta… tüm bunlardan esinlenerek kompozisyonlarınızı çeşitlendirebilir ve farklı sanat dallarından esinlenmelerinizi çektiğiniz fotoğrafta kullanabilirsiniz. Ama dediğim gibi ortaya çıkan ürün bir sanat eseri değil bir belgedir.

Fotoğrafçı olmak için izlenecek yollar aslında iki ana yoldan oluşuyor:

Fotoğrafın somut ve soyut alanları bunlar.

Fotoğrafın somut alanı; tamamen teknik bilgi, işin matematiği ve kullanılan ekipmanın tüm teknik özelliklerine hakim olmak diye tanımlayabiliriz. Bunları öğrenmek için çeşitli kurslar ve günümüzde YouTube ve benzeri kaynaklardaki eğitici videolar,  tüm bu teknik ve mekanik kuralları öğrenmek için yeterli olacaktır.

Ancak fotoğrafın içina katacağınız şey bir ruh, bir bakış açısı, bir tarz, adına her ne derseniz diyin kısacası sizin anlatacağınız hikayeyi oluşturacak tüm elementler ise fotoğrafın soyut ayağıdır.

Fotoğrafın soyut ayağı hakkında yine bazı kurs ve dokümanlardan yardım alabilirsiniz elbet ama kimse size nasıl bakacağınızı, nasıl duyacağınızı, nasıl tad alacağınızı öğretemeyeceği için bu tamamen sizinle alakalı bir durumdur.

Tüm yaşanmışlıklarınız; kavgalarınız, aşklarınız, üzüntüleriniz, izlediğiniz filmler, dinlediğiniz müzikler, ideolojiniz, hayatı anlama yöntemleriniz ve bunlar gibi sizi siz yapan tüm her şey bu soyut ayağın filtresinden geçerek az önce bahsettiğimiz somut olgular yani işin matematiği ve tekniğiyle birleşince ortaya kendinizi en iyi şekilde ifade edeceğiniz fotoğraflar çıkacaktır.

Fotoğraf çekmeden önce kendinizi keşfetmeniz ve kendinizi fotoğrafla dünyaya nasıl anlatacağınızı belirlemeniz size bu yolda en büyük yardımı sağlayacaktır. Yani kameranızdan çıkan şey sizin tüm yaşanmışlıklarınızın ve birikmlerinizin bir tortusu olduğunda ancak değer kazanacaktır.

Mesleğinizin ilk dönemlerinde en çok zorlandığınız durumlar?

Fotoğrafa başladığımda en zorlandığım konu ekipman seçimi olmuştu. Herhangi bir kursa gitmeden tamamen deneyimleyerek çıktığım fotoğraf yolculuğunda, istediğim kareleri yakalamak için hangi ekipmanı seçeceğimi araştırıp, deneyimleyip bulmak çok zorulu bir süreçti ve halen de devam etmekte. Doğru ekipmandan kastım, fotoğraf makinası, lens ve diğer bileşenler… önce hangi kompozisyonu oluşturmayı istediğimi öğrendim, sonra o kompozisyonda hangi lensle çalışmam gerektiğini… sonrasında ise hangi edit tarzıyla bunu dünyaya göstermem gerektiğini anlamam biraz zaman aldı ki işin edit kısmı da öğreninceye kadar oldukça zorlu ve meşakkat isteyen bir dönem. Bu tarz durumlarda pek çok insan bıkma noktasına gelip bu yoldan vazgeçmeyi tercih ediyorlar. Burada sabretmek ve gelişmeye devam etmekte ısrarcı olmak çok önemli.

Fotoğrafçılığın tüm alanları birlikte yürütüyorsunuz. En keyif veren hangisi?

En keyifli yönü tabi ki gezmek. Yeni yerlere ayak basmak, yeni insanlar tanımak, hem fotoğraf hem anı biriktirmek çok keyifli. Yeni yerler keşfetmek de keyif, daha önce keşfedilmiş yerlere gidip sizin de o anı yaşayıp fotoğraflamanız da başka bir keyif. Örneğin yıllarca gördüğünüz ama hiç gitmediğiniz bir şatonun önüne gittiğiniz ve orayı fotoğrafladığınızda aldığınız haz gerçekten kelimelerle anlatılacak gibi değil.

Bunun yanında ortaya çıkardığınız çalışmalarla başka insanlara ilham kaynağı olmak, onların hayatına dokunmak, onları kendi serüveninize ortak etmek de çok keyifli. Deklanşöre basarken bu dediğimi hissediyorsanız o an sadece kendi adınıza değil, hitab ettiğiniz kitle adına bir iş yapmış oluyorsunuz. Burası da çok keyifli bir nokta.

Bir dönem herkes çektiği fotoğraflarla fotoğrafçı oluyordu. Şimdi ise herkes fotoğraf çekiyor sosyal medyada yayımlıyorlar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz bir fotoğrafçı olarak?

Sosyal medyanın fotoğrafa yönelmesi ve hatta iç içe girmesi bence bulunmaz bir nimet. Eskiden fotoğrafçılar sadece fotoğrafla ilgilenen insanlara kitaplarıyla, sergilerle hitab edebilirlerken şu an her kesimden insana her an ulaşma lüksüne sahipler. Her türden fotoğrafı da bir arada görebilme şansına sahip oluyoruz böyle olunca. Hatta bir gün bu konuyla alakalı bir panelde eski bir fotoğrafçıyla aramızda şöyle bir tartışma geçmişti:

Eski fotoğrafçı arkadaşımız sosyal medyayı (özellikle instagram’ı) çok ağır bir şekilde yeren bir konuşma yaparken ben dayanamayıp araya girmiştim. Sosyal medyanın fotoğrafı çok basitleştirdiğinden ve değersizleştirdiğinden yakındığı için kendisi sosyal medyada yer almamayı tercih ettiğini ve sosyal medyada yer alan fotoğrafların da bir değeri olmadığını savunmuştu. Hatta ekleyip ‘’bu aynen pop müzik gibi bir şey, bugün görecekler yarın unutacaklar’’ diyince ben de ‘’ pop müzik yaparken Michael Jackson da olabilirsiniz, değersiz günlük popülist bir şarkıcı da olabilirsiniz bu sizin elinizde’’ diyerek cevap vermiştim. Ayrıca ‘’savunduğunuz gibi değersiz ve basit fotoğraflardan oluşan bir mecraysa sosyal medya, sizler gibi değerli fotoğraflar üreten insanların bilhassa orada olmaları gerek ki sapla saman ayrılsın, insanlar fotoğrafın gerçekten ne olduğunu görsün’’ diye de eklemiştim.

Gerçekten de öyle; evet herkes fotoğraf çekiyor iyisiyle kötüsüyle… sosyal medyada bunların olması bence çok güzel çünkü gerçekten iyi olan, gerçekten bir şeyler anlatanı artık daha kolay görür hale geliyoruz. Aksi halde eskisi gibi sergiler ve kitaplar üzerinden yürümüş olsak, sadece bize dayatılan estetik algılarıyla değerlendirmekten başka çaremiz kalmıyordu. ‘’Kitabı yapıldıysa, sergi açtıysa iyidir’’ algısıyla gördüğümüz her şeyi kabullenmek zorunda kalıyorduk. Artık sosyal medya sayesinde seçme özgürlüğüne sahibiz.

İyi fotoğraf çekmek için ne gerekir?

Az önceki soruda da bahsettiğim üzere bu iki ayaklı bir süreç. Ancak burada bir düzeltme yapmak istiyorum kendi adıma; benim için iyi ya da kötü fotoğraf yoktur. Amacına ulaşmış ya da ulaşamamış fotoğraf vardır. Amacımız burada anlatmak istediklerimizi çektiğimiz fotoğrafla ne kadar anlatabiliyoruz, yeterli miyiz, ortaya çıkan fotoğraf çekmeden önce istediğimiz fikri orataya tam anlamıyla koyabiliyor mu? Iyilik ve güzellik çok göreceli olduğu için üzerinde emek olan bir ürünü kötü diye ıskartaya ayırmak benim içime pek sinmediğinden ben bu şekilde yaklaşıyorum.

Şöyle sorarsak; ‘’istediğimiz fotoğrafı çekmek için ne gerekir?’’

Buna da cevabım şu şekilde olacak; ekipman her zaman çok önemlidir. ‘’Iyi futbol iyi futbolcuyla oynanır’’. Eski bir klişe olan ‘’en iyi makina en iyi fotoğrafı çekseydi en iyi daktilo da en iyi romanı yazardı’’ sözü artık çağımızda geçerliliğini yitirmiştir. Fotoğrafçı her zaman çağın içinde olmalı, yenilikleri takip etmeli ve gelşimini durdurmamalıdır. Fotoğrafçı imkanları dahilinde en iyi ekipmana sahip olmalı ve kendi dünyasını bu ekipmanlarla dünyaya en iyi şekilde aktarabilmelidir.

Fotoğrafçı olarak ne zorluklarla karşılaşıyorsun? Etik kurallar var. Yani bir fotoğrafçı nelere uyar?

Saygı! Sanırım bunun için sadece fotoğrafçı olmaya gerek yok. Her zaman tüm canlıların haklarına ve özel alanlarına saygılı olmak fotoğraf için de geçerli bir durum. Bir insanın kişisel alanına girmek, bir hayvandan istediğiniz görüntüyü alabilmek için ona deyim yerindeyse işkence uygulamak, bir manzara çekebilmek için önünüze gelen ağaç dalını kaldırmaya çalışmak veya bastığınız yerdeki çiçeğe zarar vermek gibi tüm canlıların yaşamsal hakkına yapılmış tecavüzler fotoğraf etiğinin dışındadır. Dünyanın en iyi fotoğrafını bile çekecek olsanız, bir ağacın yaprağını incittiğinize değmez. Kendisine ve dünyaya saygısı olan bireyler için bu kuralları tek tek sıralamaya gerek olduğunu sanmıyorum. Herkesin etik ve saygı sınırları kendi vicdanıyla belirlenmiştir nihayetinde.

İnsanın doğayla beraber şekillendiği kırsal bölgelerden kareler yakalarken, kompozisyonlarınızda renk, doku ve hikaye olarak neler arıyorsunuz?

Benim fotoğraf üretme nedenim; insanları yaşadıkları dünyayı görmelerini sağlamak, hep gittikleri yerleri farklı bir şekilde görmeleri, daha önce hiç gitmedikleri yerleri fotoğrafladığımda ‘’ben de orada olsaydım’’ dedirtmek, kurduğum kompozisyonun içinde onları bir turist gibi ağırlamak. Bunları yapabilmek için fotoğraf çektiğim yerlerin karakteristik özelliklerini vurgulamak ve en iyi saatlerini yakalamak benim için çok önemli. Güzel bir gün batımı / doğumu, sisli ya da yağışlı bir zamanı, fotoğraflayacağım yerin önemli özellikleri; bitki örtüsü, mevsimsel doğru zamanı ve yaşanmışlıklarının görülebileceği kompozisyonlar kurmayı ve bu kompozisyonlarda etraftaki tüm elementleri kullanmaya çalışmaya dikkat ediyorum.

Kariyerinizin dönüm noktası?

En önemlisi benim için ekipman değişimi oldu. Sony aynasız ailesine geçince fotoğraflarımın kalitesi oldukça yükseldi. Bu şekilde yaratmak istediğim içeriği daha kolay ve daha güçlü bir şekilde üretmeye  başlayınca daha fazla ilgi çekmeye başladım. Dolunay time-lapse çalışmalarım ve ay tutulması fotoğraflarım bu ekipmanlarla gerçekleşti ve ismimi daha çok duyurma şansına eriştim. Diğer bir dönüm noktası ise instagram sayfasında ilk kez yayınlanan fotoğrafım ve sonrasında çektiğim bir dolunay videosunun tüm dünyada birkaç günlüğüne gündeme oturması oldu.

İşlerini beğendiğin takip ettiğin fotoğrafçılar var mı?

Tabi ki olmaz olur mu? Hem beğenerek takip ettiğim hem de ilham aldığım isimler var. Bunların en başında iki fotoğrafçı geliyor. Biri Chris Burkard, diğeri fotoğraf ve instagram sayesinde tanıştığım değerli arkadaşım İlhan Eroğlu. Her ikisi de çalışmaları ve seyahatleriyle bana fazlasıyla ilham kaynağı oluyorlar. Ismini sayamayacağım çoğu fotoğrafçının da işlerini takip edip izliyorum. Bu şekilde insanların nelere ilgisinin olduğunu, dünyanın nereye yöneldiğini ve neler yapmam gerektiğini anlayabiliyorum.