Gökhan Emre Akıl “Etkileyici Her Fotoğrafın Ardında Gerçek Bir Hikaye Vardır”

Sizi daha yakından tanıyabilmemiz adına biraz kendinizden bahseder misiniz?
Aslen Selanik göçmeni bir ailenin 2 ablanın tek kardeşi olan biriyim. Doğum yerim Ankara. Gazi üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor bölümünden mezunuyum aynı zamanda Yüksek Lisansımı da kendi okulumda tamamladım.
Lisanslı koşucuyum. Her yıl çoğu Maraton koşularına katılırım en özgür hissettiğim anlardır koşmak ve seyahat etmek. Toplamda 90 ülke gezdim. Türkiye’de profesyonel olarak sanatçıları oyuncuları ve birçok moda kıyafetleri çeken bundan gelir elde eden bir fotoğrafçıyım. ev mal mülk hiç bir şeyim yok. Ölünce hiç biri benimle gelmeyecek anılarımla gideceğim. Yüzden tüm gelirimi seyahatlere harcayan biriyim. Seyahat fotoğraflarımı da sergiler açarak yoksul ailelere geri döndürüyorum ve sergime kim geldiyse hepsini bu iyiliğe davet ederek şeffaf bir şekilde yapıyorum. Aslında bir hiçim.

Fotoğraf çekmeye nasıl başladınız?
İlk 13-14 yaşlarında evde ablamgili çekerek daha sonra mahalle arkadaşlarımı parkta bahçede çekerek başladım.
Fotoğraf makinemi posta kutularına broşür dağıtarak aldım. Malum babam annem doktor savcı mühendis ol diyordu. Sanki dünya 3 meslekten ibaret=) hep kendi yoluma gittim. hayaller hedefler koydum kendime.
Bir fotoğrafı insan ile bağ kurarak birleştirmeye bayılıyorum. Örneğin evimiz bir oyun parkına bakıyordu her sabah bir amca parktaki kedilere köpeklere güvercinlere ekmek mama su getiriyordu bende o anları evin penceresinden kaydediyordum. O kadar güzel zamanlardı ki anlat anlat bitiremem. Ben fotoğraf çekmeyi çok seviyorum.

Türkiye’deki fotoğraf paylaşım eğilimi nasıl? İnsanlar neler paylaşıyor, neler seviliyor? Dünyadaki paylaşımlarla ülkemiz arasındaki farklar neler?
Bizim ülkede mutlak doğru diye bir şeyin olmadığını gördüm. İnsanlara fotoğrafa anlık bakıp tüketiyor. Fotoğraf öyle bir şey değil. Görsel tarihtir o anı dondurursun tarih olur. Çok okumayan bir milletiz. Hâlbuki tarihimiz o kadar şanlı ki ülkemiz o kadar cennet ki ben anlat anlat bitiremem. Ama sanat ve tarihe bakış açımız anlık tüketim. 10 larca fotoğraf sergisi açtım.
Sanata saygım sonsuzdur her ay en az 4-5 resim heykel sanat galerini ziyaret ederim. Fakat hep aynı insanlarla karşılaşıyorum.

Sergi yerlerinde sanata saygı duyan sabit insanlar gibiyiz. Umarım çoğalır ilgi. çünkü sanat hepimizi birbirine bağlayan ötekileştirmeyen düşündüren empati kurmayı öğreten inanılmaz bir bakış alanıdır. Sanat her zaman açımızı değiştirir.
Sanatı anlamak insanlığı anlamaktır. İnsanlığı anlamak ise anlamı büyük ifadedir. Anlam yüklediğimiz her şey düşünmemizi sağlar düşünen bir insanda algılamaya başlar o yüzden ne savaşlar olur ne silahlar ne de virüsler. O güzel dünya da hep birlikte yaşamış oluruz.
Sonuç olarak bizim ülkede daha çok çilek çiçek böcek paylaşımları daha çok ilgi çekiyor.
Yurt dışında sanat cidden çok farklı insanlar daha çok ilgili notlar alıyor araştırıyor soruyor sorguluyor.

Sanat amacına ulaşmış oluyor bu şekilde. Anlık tüketim yok en azından. Bir fotoğrafa 2 saat bakan insanlar gördüm ben. Bizim ülkede 3 saniye filan. İnsanın doğayla beraber şekillendiği kırsal bölgelerden kareler yakalarken, kompozisyonlarınızda renk, doku ve hikâye olarak neler arıyorsunuz?
Odak noktam her zaman insanların hikayeleri. Ve bizzat göz göze gelip çekiyorum. insanların içinde yaşıyorum aynı yemek aynı sudan içiyorum hangi dine inanıyorlarsa mabetlerine giriyorum dinliyorum izliyorum.. En son fotoğraf çekiyorum. tüm gerçekliğiyle tüm dokusu ve renkleriyle.
Aslında fotoğrafta gerçekliği arıyorum. bunu da portre fotoğraf çok iyi beceriyor.

Her fotoğrafçının bir tarzı olduğu aşikar. Sizin fotoğraflarınızı Gökhan Emre Akıl fotoğrafı yapan şeyler nelerdir?
İnsanların yüz ifadesinden fotoğrafı ve tüm gerçekliği makinem ile anlatmayı seviyorum. İlla bir bölgeyi çekmek için oranın en güzel manzarasını çekmenize gerek yok. O bölge insanın yüz ifadesinden de orayı anlatabilirsiniz. Yani bir bölgeyi manzara değil de oranın insanı en güzel şekilde anlatır. Manzara bu yıllar sonra değişebilir ama insan ifadesi asla değişmez. Bir fotoğrafta insan varsa o fotoğraf her zaman yaşar. Çektiğim her bir insan portresi benim arşivim değil, arkadaşım. Hepsi evimde asılı her gün onlarla birlikte yaşıyor gibiyim.

Birçok ülkeye gidip fotoğraf çekiminiz oluyor. Sizin için farklı olan Afrika ayrıcalığını öğrenebilir miyiz?
Her yıl Afrika’da en az 3 milyon insan açlıktan ve susuzluktan ölüyor. Afrika yıllarca hastalıkla savaştı, yoksulluk çekti ama hiç vazgeçmediler. Mandela şarkıları söylediler, dans ettiler, gülümsediler.
Bana şükretmeyi yetinmeyi ve her zaman her koşulda gülmeyi öğretti bu çocuklar.
Ve Afrika’da adı koyulamayan virüs var ve tüm dünya farkında ama sessiz adı açsızlık, susuzluk.

Henüz 17 yaşında izlediğim bir belgeselle başladı her şey. Karanlık bir kıtada gördüğüm o aydınlık yüzlerdi, beni bu yolculuğa sürükleyen. İçinde durduramadığım, karşı koyamadığım
Bir çekim gücüyle kara sevdama kavuştuğum o ilk günü, çektiğim ilk fotoğrafı daha dün gibi hatırlıyorum.
Etkileyici her fotoğrafın ardında gerçek bir hikaye vardır, bu hikayelere şahit oldukça fotoğrafçılık bir mesleğin ötesine geçti benim için ve bir tutkuya dönüştü.

Zaman bana çektiğim fotoğraflarda asıl yakaladığım şeyin, görünenin çok ötesinde, aslında bir karakteri fotoğrafladığımı öğretti, geçmiş zamana ait bir anda çekilen fotoğrafın sonsuza kadar zamanı dondurabilmesi ve o anda yaşanan duyguları da eskitmeden zamanda yaptığı yolculuk, beni bu tutkunun peşinden dünyanın en uzak yerlerine sürükledi. Şahit olduğum yaşamların, hikayelerin görüntüyle buluşarak anlam kazandığı bu çalışmaların, bu heyecanı benimle.
Aynı tutkuyu taşıyan; ancak gerekli imkanları bulunmayan herkesle buluşmasını istedim ve bu istek heybemde biriktirdiğim onlarca öykü ve fotoğraf, hayatıma anlam katmaya devam ediyor.

Her insanın kitabı gözlerinden okunur. Her biri bir diğerinden farklı yaşam ve inanışlara sahip topluluklar. Vücut dilleri, jest ve mimikleri, yaşam alanları ve kıyafetleri içinde uyum sağladıkları, alıştığımız yaşamların çok dışında coğrafyalarıyla ürkekliğin heyecanla iç içe geçtiği yaşamlara tanık olmuş bir fotoğrafçı zaptedilemez.

Genel fotoğrafik kaygılar onun susuzluğunu gideremez, hep daha fazlasının peşinden gitmek duygusuyla yürüdüğüm bu yolda her yeni yüzün, her yeni kültürün beni daha derin arayışlara sevk ettiğine hayretle şahit oldum. İnsana yakın kalmanın, hikâyeye yakın olmak olduğunu, ‘‘insan’’ kavramının evrenselliğini yeniden keşfettiğim, ‘‘portre’’nin altında yatan ‘‘kişiliğin’’ ve onun da altında görmesini bilen gözler için ‘‘ruhun’’ yattığı bu eşsiz zamanların izinde gelin zamana birlikte çelme takalım.

Fotoğraflarınıza bakınca odak noktanız yüz. Bunun bir nedeni var mı?
Kendimi farklı yerler ve kültürlerin içine atmayı, gidip oraları kendi gözlerimle görmeyi istemişimdir. Ne kadar ücra köşeler olursa, oraları bir o kadar görmek istiyordum. Fotoğraf dünyanın farklı yerlerine açılan pencere. Gördüklerimi herkes görsün diye insanları o dünyaya sokmak istiyorum. Ve fotoğraf bunu çok iyi beceriyor.

Çıktığım her gezide, yerel halkla bağlantı kurduğum harika anları hep yaşadım. Aynı dili konuşmasak da kamera aracılığıyla evrensel bir dil oluşturuyoruz. İnsanların yüzlerini fotoğraflamaya bayılıyorum çünkü bence portre fotoğraflar insanın ruhunu çok iyi yansıtıyor. Gözler çok şey söyleyebiliyor. Çocuklar hayata aydınlık ve bir eğlence, neşe masumiyet havası katıyor. Dünyanın en yoksul yerlerinde bile.

Birçok ülkeyi dolaştınız. Muhtemelen başınızdan birçok olay geçmiştir. Unutamadığınız bir anınız var mı?
Etiyopya’nın Omo Vadisi üzerinde bulunan Karo kabilesini ziyaret etmiştim. Bir jeep bir de rehber ayarlamıştım. Kabile ziyaretinden sonra arabaya geçtim. Fotoğraf makinemin objektifini silerken aracın içinden 13-14 yaşında kız çocuğunun aynayla ilk tanıklığına şahit oldum. Hayatında ilk kez ayna gören Jess beni çok derinden etkilemişti. Hayatımı sorguladım.

O an makinemi temizlerken göz yaşlarıma hakim olamadım. Bence biz beyaz yalanlarız. Kendimden utandım. Daha sonra aracın dışına çıktım, önce ismini sordum, “Jess” dedi. “Nasıl beğendin mi kendini?” dedim. Bu arada ingilizce konuşuyoruz. Bana “sen beni beğeniyor musun” dedi. İç geçirerek “o kadar güzelsin ki” dedim. 2014 5 yıl sonra
Hayatında ilk kez ayna gören Etiyopyalı Jess’in hikayesi…

Yıllar önce 2014 senesinde aynadan ilk kez kendini gören Etiyopyalı Jess’in hikayesi bu. Jess, arabanın aynasından ilk kez kendini görünce eliyle yüzüne dokunmuştu, kendini tanımaya çalışmıştı. Ben onu yıllar sonra bulup bu Etiyopya ziyaretimde ona ayna hediye ettim. O kadar mutlu oldu ki. Bu hikaye aramızda kalmasın diye. Sizlerle paylaşmak istedim. Bir düşünsene 13-14 yaşına gelmişsin ilk kez kendini görebiliyorsun.. Sonra aradan 5 yıl geçiyor bir adam geliyor sana ayna hediye ediyor.
Adaletin tahtası bile yok. Denge dünyasında yaşamıyoruz. Senden çok şey öğrendim Afrika. Yetinmeyi, şükretmeyi… 2019

Aradan 5 yıl geçti ve ben yine Etiyopya ya su kuyusu açmaya gittim..oraya oradaki insanlara olan bir borcumdu. o insanların içinde yaşamıştım neticede onların fotoğraflarından oluşan fotoğraf sergileri açtım ve tüm sergimin gelirleriyle onlara su kuyusu açtım. Her Afrikaya gittiğimde de duyuru yapıyorum instagramdan gelmek isteyen herkes benimle gelebilir en ucuz otellerde kalıp bazen yerlilerin evinde kalarak seyahatimi çok ucuza getiriyorum. Hayatım boyunca 3 yıldızlı otel bile görmemiş bir insanım. amaç insanlarla aynı havayı solumak aynı yerden yemek yemek hatta çamurlu su içmişliğim bile vardı aynı köyde 2 gün kalınca.

Fotoğraf çekimleriniz esnasında başınızdan geçen bir anınızı İstanbul&Istanbul dergisi okuyucularıyla paylaşmak ister misiniz?
Bir kız çocuğuna kremalı bisküvi vermiştim onun hikayesini anlatayım size.
Hani sana kremalı bisküvi vermiştim, yüzüme tuhaf tuhaf bakmıştın. Daha
sonra açtın o bisküviyi, sonra saçında ki tel tokanı çıkartmıştın, ben de sana
Ne yapıyor bu kız diye bakıyordum. O tel tokanla bisküvinin kremasını yavaş yavaş alarak yemeye başlamıştın. Ben ne yapayım peki. Sana nasıl anlatayım bu durumu. Altı üstü kremalı bisküvi işte.

Ama sırf sen o bisküvi erkenden bitmesin diye, tel tokanla önce kremasını yedin, sonra yavaş yavaş bisküviden iki tanesini yedin. “Tadı çok güzelmiş” deyip, kardeşlerinle paylaşmaya gittin. Sonra benim yanıma gelip, bana kurutulmuş mısırlardan ikram ettin. Ben o mısırların hiç birini yiyemedim biliyor musun Nency? Ankara’da evimde saklıyorum halen o mısırları. Ve dışarıda ne zaman süt mısır satan amcalara denk gelsem gözlerim doluyor, sen aklıma geliyorsun. Seni ve bu gülen yüzünü hiç bir zaman unutmayacağım Nency…

İnsanlara yardım etmeyi gerçekten çok seviyorsunuz, belki insanların elçisi oluyorsunuz. Bundan kısaca bahseder misiniz?
Aslında normal olan bir şey benim yaptığım. Sosyal medyamı hep kan bağışı paylaşımları ya da bir aile ihtiyacı olduğunda bana yazıyor bende aileyi paylaşıyorum hemen birileri çıkıyor gidip kendisi bizzat eliyle yapıyor yardımını. Aslında dernek vakıf olmadan da insanlar birbirlerine yardım yapabiliyor. Normalde bir elin verdiğini diğeri görmez katılıyorum. Ama yıl olmuş 2020 dijital ve sosyal çağı kullanarak ayda 15-20 aile yerinde en az artık sosyal medyayı kullanarak bizzat insanlar benden görüp en az 100 150 aileye yardım yapabiliyor.

Bunların dışında otizm yararına kendi üniversitemde fotoğraf sergisi yapmıştım 25 bin TL otizme bağışlandı. Birçok Afrika için fotoğraf sergileri yaptım insanlarla birlikte gidip Afrika da su kuyuları açtık. Farkındalık oluyor insanlar için. İnsanları bu iyilik çemberine dahil edip bizzat kendileri dokunarak yapmaları hoşuma gidiyor.. Allah bizlere iki el vermiş biri kendimiz diğeri insanlar için. Bende bunu yapıyorum aslında çok güzel sorularınız için çok teşekkür ederim.