Her Proje Yeniden Yazılacak Bir Senaryo Gibidir “Dara Kırmızıtoprak”

Mimar Dara Kırmızıtoprak, İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden mezun olduktan itibaren doğru seçilmiş malzemeler ve insan kaynaklarıyla çalıştığı talebe uygun, çağdaş bir anlayışı benimsemiş. Sadece Türkiye’de değil dünyanın pek çok şehrine dokunuşlarıyla güzellik katıyor ve bu başarısı da dünya çapındaki ödüllerle defalarca tescillenmiş. Doğuyu batıyla, sanatı teknolojiyle ve ince zevkleri hassas hesaplamalarla birleştiren bu Türk mimara mimarlığı, Türkiye’yi ve onu başarıya götüren adımları sorduk.

Sizi daha yakından tanıyabilmemiz adına biraz kendinizden bahseder misiniz?

1997 yılında, 1984 den beri süregelen mimarlık macerasının ortaklık deneyimleri üzerine kuruldu. Türkiye insanının yerleşik düzene geçtiği, kalıcı ve sosyal hedeflerin geliştiği bir dönemde, önce ithalat sonra imalat rejiminin katkıları ve Türk müteşebbis ruhunun yenilikçi ve cesur tavrıyla bütünleştirdiği mesleki deneyimini marka haline getirmiş bir kuruluşun tanımıdır.

Şirket hizmet tarifini psikoloji, tasarım, imalat, organizasyon, iş idaresi disiplinleri ile yoğurmaya önem verir, birinin eksikliğini imalat zaafı olarak görür. Bu parametreler projenin talebe uygun, çağdaş, güzel, doğru seçilmiş malzemeler ve kadrolarla tam zamanında sonuçlanması anlamına gelir ki şirketin “mimarlık” tarifi budur.
Üretilen yapının kullanıcı ve çevre ile ilişkisini önemseyen, eğitim, öğretim, ritüeller, statü, geliştirilmiş yaşam veya çalışma biçimini, coğrafi ve ticari şartları, mevzuatı proje verileri olarak kabul eden bir alt yapının oluşturulmasını vazifesi olarak algılar. Doğru tasarımı kullanıcının kartviziti gibi, ziyaretçiye verilen doğru ipuçlarında arar.
Sloganı, tasarımından anahtar teslimine, yapı endüstrisindeki tüm aktörlere projenin her detayını aktarmak, her dönem kalite kontrolünü sağlamak, sürprizsiz bir uygulama sürecini başarmaktır.

Bu amaçla mezuniyetle beraber Dara Kırmızıtoprak, çok uzun yıllar birlikte çalışacağı kadrosunu kurmakta da seçici davranmış ve bir okul haline gelen stüdyosunda yıllara bağlı bir iş arkadaşlığı geleneği yaratmıştır. Zaman zaman mesleğinin zirvesindeki yerli yabancı tasarımcılarla da işbirliği yapmak suretiyle hemen her ay basında ve tv da yer bulmuş, gurur duyduğu kariyerini heyecanla sürdürmektedir.
2010 International Property Awards Avrupa 1.lik ödülü, 2011 International Property Awards Dünya 1. lik ödülü sahibidir. 2011 MİPİM 1.lik ödülü sahibidir.

Projeleriniz arasında otel ve residence’lar gibi çok katlı yapıların yanında yalılar, öğrenci yurtları hatta anıt mezarı gibi birbirinden ayrı yerler var. Farklı konseptlerdeki projelere başlarken yaklaşımınız nasıl değişir?

Her proje yeniden yazılacak bir hikaye gibidir. Yeri ve karakterleri tanıdıktan sonra bunun üzerine kurgu esastır. İlk adımlar her zaman tanıma ve anlama üzerine dayalıdır, bu aşamadan sonra farklı tipolojilerin yaklaşımı değişkenlik gösterir. Bu ilk yaklaşım genelde gidişatı belirler çünkü yeni projeyi tanırken bir felsefe oluşur, o da mimari bir konsepte dönüşür. Bu noktadan sonra meydana gelen yönelim doğrultusunda yazılır gider hikaye. Dolayısıyla masaya otururken sabit bir bakış açısıyla başlamam, bunun için kendimi şartlamam. Böyle bir yaklaşım projenin potansiyelini kısıtlar…

Türkiye’deki mimarlık öğrencilerinin yeteri kadar beslenebildiğini düşünüyor musunuz?

Türkiye’nin köklü ve değerli fakülteleri yanı sıra yeni açılan üniversite ve bölümlerde, öğrencilerin stüdyo mekanlarında zorunluluktan değil- gerçek bir istek, arzu ve merak ile kaldıklarına tanık oldum. Online platformlardan istifade ediliyor, uluslararası işler takip ediliyor, bu işler de esin kaynağı oluyor. Fakat mimarlıkta okumak kadar görmek ve deneyimlemek de çok önemli. Bu bağlamda üniversitelerin yurtdışındaki üniversitelerle workshop’lar ve karşılıklı gezilerin düzenlenmesinin şart olduğunu düşündüğüm gibi, her sene en az bir yurtiçi ve bir yurtdışı gezi için de fonların oluşturulmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu alışkanlıklar üniversitede aşılanırsa zaten öğrenci daha fazlasını görmek ve deneyimlemek için kendi çabasını göstermeye başlar.

[metaslider id=4323]

Okula ilk girişinizden bugüne kadar, en çok hangi kaynaklardan ya da yapılarını incelediğiniz mimarlardan beslendiniz?

Yüzyılın başında mimarlığın öncülerinden Frank Lloyd Wright imzalı grid’lerin oluşumu, fonksiyonun mimariyle olan ilişkisinin vazgeçilmezliği konusundaki çalışmalarıyla bir ikondur. Yüzyılın sonlarına doğru ise Frank Gehry’nin grid’leri ve fonksiyonu arka plana atan, heykelsi formlarının mimariyi sanat eserine dönüştüren projelerinden beslendiğim söylenebilir. Bu iki mimarın ortak ideali mimarinin sırlarını çözmek, mükemmeli başarmak, yöntemleri ise zıt denilecek kadar farklı uçlardadır. Frank Lloyd Wright ve Frank Gehry’nin çalışmalarının oluşturduğu ilginç diyalog her mimar’ın faydalanması gereken bir kaynaktır.

Proje aşamasında karşılaştığınız sorunlarda çözüme hangi adımlarla gidersiniz?

Bir sorunun çözülmesindeki en önemli etken iletişimdir. İletişim doğru sağlandığı sürece oluşacak sorunların zaten nerede ve ne zaman ortaya çıkabileceğini görmek mümkün oluyor. Verimli bilgi alışverişi olduğunda sorunlar daha meydana gelmeden engellenebiliyor.

Estetiği teknolojiyle birleştiren bir beyin sonuca ulaşmak adına hangi adımları atar, meselelere hangi sorularla yaklaşırsınız?

Hayal ve kurgunun karışımıyla başlamak lazım yola. Daha sonra teknolojinin sağlayabildiklerini hatırlamak, o hayalleri yontmak ve olabildiğince fikrin ilk formuna yakın bir hal almasını sağlamaya çalışmak lazım. Teknolojinin ve metodlarımızın sınırlamaları tecrübelerden ötürü ister istemez beyni kısıtlamaya başlıyor tasarım sürecinde. Bu nedenle tasarım sürecini yapım aşamasından bağımsız, doğru zamanda birleştirilecek iki öğe olarak ele alınmalı. Problemlerle karşılaştığımızda ise sorulacak soru çok basit. “Neden?” Bu sorunun cevabının etkililiği her şeyden önemli.

İran’da Rusya’da farklı ülkelerin kültürel alt yapısı birbirinden çok ayrı şehirlerine konumlandırdığınız projelerde, hem çizgisini yansıtan hem de bulunduğu dokuyla uyuşan bir yapı tasarlamak nasıl meziyetler gerektiriyor?

Mimari de en önemli meziyetlerden biri “kullanıcı”yı anlamak. Bu bir ev sahibi de olabilir, bir halk da olabilir. Dolayısıyla projenin yurtiçinde ya da yurtdışında olması çok da önemli değil. Çünkü her türlü kullanıcının- ev sahibi, ofis sahibi, bir toplum, lüks bir otelde kalacak dünyaya yayılmış kitle- kısacası her türlü hedef kitle ve kişilerin sosyo-kültürel incelemesi, beklentileri, yaşantısına dair ipuçları ve hayallerinin ne olabileceğiyle alakalı öngörü ve seziler çok önemli.

Türkiye, mimarlığın bir üst aşamaya geçmesi için tarihi ve kültürel arka planını nasıl daha iyi nasıl değerlendirebilir? Bize özgü bir mimari anlayış yaratmakta bu husus ne derece önemli?

Değerlendirmeden önce tanımak lazım. Bir tasarımcı tanımadığı, bilmediği bir konu tarafından etkilenemez ve verim alamaz. İlk görevimiz kültürümüzü, bize bırakılan mirasları araştırmak, deneyimlemek, korumak… Daha sonra bu mirastan etkilenerek esinlenmek, motive olmak ve yeni nesillere verecekleri öğretilerden faydalanmak zaten bu sürecin doğal bir uzantısı olacaktır.

Bir mimarın gözünü diğer insanlardan ayıran nedir?

Mimarların gözlemleri brüt bir form alamaz ve görsellikle sınırlandırılamaz. Gördüklerimiz bir algı ağına karışır. Bu ağ’da materyal, ışık, çevre, piskoloji, boyut, perspektif, fonksiyon ve daha bir sürü unsurun etkileşimi irdelenerek bir kanıya varılabilir. Mimar’ın gözü verileri o süzgeçten, o ağdan geçirmeden yapamaz… Fakat beş duyu yeterli değil, algı boyutlarının ulaşamadığı ve aydınlatamadığı- ruha dokunmaktan bahsediyoruz.

Sıfırdan başlamak sizin için her zaman masada olan bir şeçenek mi? İlk andaki içgüdüleriniz projenin son halinde ne derece bellidir?

Belli bir yılın birikiminden sonra bir projenin son safhasını öngörmek gittikçe kolaylaşıyor. Olasılıkları değerlendirmek olsun ya da beklentileri doğru anlamak… Yeni bir projeyle karşı karşıya geldiğim zaman artık ilk vizyonumla sonuç bulan proje çok da ayrışmıyor.

Sizin için hangileri daha zevkli? Sosyal alanlar tasarlamak mı yoksa özel yapılar mı?

Tasarladığınız sosyal alanların toplum tarafından benimsenmesini görmek paha biçilemez bir duygu. Özel yapılarda da mimar olarak bireyin tepkisini ve mutluluğunu görmekten ziyade onlarla paylaşabilmek mümkün oluyor. Bu iki hal durumunu da deneyimleyebilmek ne mutluluk…

Mimari ve şehircilik alanında en beğendiğiniz yerler nereler?(Gelişmekte olan ülkeler)

Senegal’in Dakar şehrinin dinamik mimari varlığı beni çok etkilemiştir. Fransız koloniyel yönetiminin şehirdeki mimari mirasların ve Dakar’ın etnik ve kültürel kimliğini yansıtan, çevresel gereksinimlerini karşılamak amacıyla yapılan eklentilerin bir harmoni içinde olduğunu gördüm. Bu karma mimarinin oluşum sürecini ve ortaya çıkan ilginç mimari diyalogu da incelemek çok değerli bir deneyim olmuştur.
Rusya’nın Krasnodar şehrinde ise Art Deco akımının, komünist rejimin getirdiği mimari disipliniyle olan etkileşimi de ilginç bir kent dokusu oluşturmaktadır. Krasnodar’ın kent mobilyaları, kaldırım, yol ve su kanallarının da entegre tasarım ve uygulamaları örnek alınacak niteliktedir.