Hüsamettin Koçan – “Babama olan vefa borcumu ödedim.”

Hüsamettin Koçan kimdir bizlere biraz kendinizden bahseder misiniz?

Hüsamettin Koçan, ben onu yakından tanırım. 1946 Bayburt’un Baksı köyünde doğdum. İlk ve orta öğretimini Bayburt’ta tamamladıktan sonra yüksek öğretim için İstanbul’a geldim ve 3 yıl mühendislik eğitimi aldıktan sonra güzel sanatlar eğitimini aldım.

Güzel sanatlar eğitimini bitirdikten sonra, ara bir dönem sonucunda 1975’te asistan olarak akademideki görevime başladım. O dönemde halk resimleri konusunda araştırmalar yaptım. 1990’da profesör oldum ve aynı yıl UPSD’de başkanlık görevini üstlendim ve bu görevi1996’ya kadar sürdürdüm. 1997’de Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Dekanlık görevini üstlendim ve 9 yıl dekan olarak çalışmalarımı sürdürdüm. 2006’da Güzel Sanatlar Sanat Fakültesi’nden emekliliğimi istedim ve o günden bugüne Baksı Müzesi ve sanatımla ilgileniyorum.

Bu arada yaklaşık 45 sergi açtım. 35-40 civarında ödüllerim var. Hayatım boyunca sanatın Anadolu’da yayılması için çalıştım. 1990’da Alanya’da ve daha sonra Çankırı Tuz Mağarası’nda büyük kişisel sergiler açtım.

Sürekli olarak merkezin dışını merak ettim ve merkezin dışına faaliyetler götürmek için çaba sarf ettim. Çalışmalarımın merkezinde hep insan ve insanın olduğu yere gitmek oldu. İnsan hayatına üretici katkılarda bulunmaya çaba gösterdim.

Bayburt’ta dünyaya gelmiş olan çocuk Hüsamettin’in hayalleri neler barındırıyordu?

Bayburt’ta doğduğumuzda bizim hayallerimiz masalların dünyasıydı. Bulunduğumuz coğrafyanın dışına ancak hayallerimizle giderdik. Sonra babamın bizim hayallerimizin önünü açarak eğitim almamızı sağladı ve hep doğaya yakın büyüdüm, yerel geleneklerden beslendim. Çocukken üretmeyi ve paylaşmayı öğrendim.

O nedenle de hayalim diye tarif etmesem de hayatımda en değer verdiğim şey dayanışma ve paylaşmadır. Bu dayanışma ve paylaşma zannediyorum ki zaman içinde benim kuşağımın bir karakteri olarak ortaya çıktı. O nedenle de ben hep köye yakın, o coğrafyaya bağlı olarak kalmayı orda bir şeyler yapmayı hayal etmiştim. Zaman ve çağın koşulları bizi İstanbul’a gönderdi ama en sonunda tekrar hayalimin ve hikayemin başladığı köye dönüp orada yeni bir gelecek inşa etmeye kendimi adadım.

Bayburt’a dönme kararını nasıl aldınız?

Gurbetçi olan babamla İstanbul’da buluştuğumuzda babamın, doğduğu topraklara hasret yaşadığını öğrendim ve vefatı edince babamı kendi köyüne götürmek istedim. Babamı götürdüğümde bizim köyümüzün çok değiştiğini gördüm. Konaklarımız vardı bizim, bunlar kültür merkezleriydi. Buralarda masallar anlatılır, cenk hikayeleri okunur, aşıklar atışır, yaşlılar deneyimlerinden bahsederdi. Gençler tüm bu sohbetle kültürel bir deneyim kazanır, hatta bana sorarsanız bir ahlak oluştururlardı, böylece bu tekrar ede ede sözlü gelenek dediğimiz şey aracılığıyla bir toplumsal moralin ve dayanışmanın mayalandığı mekanlardı bunlar fakat o tarihlerde tüm bunların sona erdiğini gördüm.

İnsanlar birbirleriyle ilgilenmek yerine o küçük siyah beyaz kutuya bakıyorlardı. Bunun büyük bir yabancılaşma olduğunu düşündüm ve beni hayatımda çok desteklemiş olan babama teşekkür etmek için köy konaklarından bir tane günümüz yorumuyla inşa etmek istedim. Aslında benim köyüme dönüşümün kesin kararı o tarihte verilmişti. 1987’de başladığımız bu projeyi daha kolektif yapmak istedik ve bir grup oluşturduk, ilkokul öğretmenimde grup başkanı oldu.

Biz İstanbul’da projeleri çizerken öğretmenim mektup yazdı. “Sen gidince bunların heyecanı düştü, masraf etme” dediler. Böylece 1987’de bu proje uykuya yattı. 2000 yılında babama borcum olan projeyi yapmam gerektiğine karar verdim. İşte gerçek anlamda Baksı’ya geri dönüşüm ve Baksı’nın temellerinin ilk atılımı bu tarihte yapıldı. Ama tabii geriye doğru giden çocukluktan gelen bir şey. En sonunda Baksı müzesinin temeli ile birlikte ben de köyüme dönme kararını almış oldum.

Baksi Müzesi’nden bahseder misiniz?

Baksı müzesi, benim doğduğum köy olan eski adı Baksı şimdiki adıyla bayraktar köyünde, Bayburt’a 45 km uzaklıkta bir tepenin üstünde, Çoruh vadisine üstten bakan ve soğanlı dağları manzarasıyla kuşatılmış, bozulmamış bir doğanın ortasında, doğanın sessizliğini doya doya bir müzik haline getirerek izleyiciyle paylaşan bir noktadadır. Bu müziği yaparken de müzenin, oradaki yerleşik hafızaya göndermeler yapan binalar bütünü olsun istedik ve de ana binayı yaparken dağların ritmine uyan bir form seçtik.

Onun ötesinde toprak damlı ev geleneğini kullandık, bu toprak damlı evler labirent gibiydi ve bacadan ışık alırdı pencereler yoktu. Biz de müzemizde tepe ışığı kullandık ve onların toprağa bağlılığını temsil eden çatının bir tarafından toprağa yakınlaştırdık.

Geleneksel mimariden yola çıkarak çağdaş bir mimari üretmeye çalıştık. Bu yanıyla bir yerellik ve evrensellik kavramının iki yakasını bir araya getirdik.

Öteki yanıyla Baksı Müzesi, köylünün yapıtlarıyla günümüz avangart ürünlerini yan yana getirmekle kalmıyor aynı zamanda bizim oradaki en büyük sorunumuz olan göçü durdurmak için istihdam yaratmak isteyen ve de atölyeleri olan bir müze. Konuk evleri, sergi salonları, kütüphane, amfi tiyatrosuyla baksı müzesi o tepeye kurulmuş büyük ve çok boyutlu bir kültür ortamı yaratan bir müzedir, o nedenle de bu yapısıyla Baksı Müzesi  dünyada övgüler alabilmiş ve dünya müzeciliği açısından örnek gösterilen bir müze olarak tarif edilebilir.

Müzenin oldukça ilginç bir mimarisi var, bundan da biraz bahseder misiniz?

Bu projenin ilk tasarımını kardeşim Mimar Metin Koçan ile yaptık, konsepti bize ait. Çevre binaları daha sonradan bazı mimar arkadaşlarımın danışmanlığında ürettik. Bunlardan bir tanesi yakın zamanda kaybettiğimiz Prof. AltanAkı’dır. Ana binanın uygulama projesi mimar Sinan Genim’n büyük katkılarıyla gerçekleşti.

Statik çözümlemeleri ve onun günümüz teknolojine uygun hale getirilmesinde Genim’in çok büyük katkısı oldu, böylece işin içinde farklı mimarların olduğu ve Altan akı, Sinan Genim, Metin Koçanın da yer aldığı çoklu çalışma grubuyla ortaya çıkmış bir mimarlık yapısıdır. Bu binalar aslında bu kadar büyük tasarlanmadı, zaman içerisinde gereksinimler, talepler doğrultusunda binalar genişledi fakat ilginç bir biçimde burada, doğayı ve binalar arasında uyumu hesaba kattığımız için kendiliğinden eklektik bir bina olmak yerine binalar bütünü haline geldi.

Müzemizde sanatsal etkinliklere de yer veriyorsunuz bunlardan da bahseder misiniz?

Baksı Müzesi’nin sergi geleneklerinden bir tanesi, bizim ilk çekirdek koleksiyonumuz, benim araştırmayaptığım dönemde toparladığım halk resimleri koleksiyonudur ve benim bildiğim Anadolu’daki en zengin koleksiyonlardan biridir. İkincisi günümüz sanatına ait koleksiyon. Baksı Müzesi sanatçıların desteği ile üretilmiş bir müzedir. Sanatçılar bizden herhangi bir maddi karşılık beklemeden yapıtlarını eserlerini vakfımıza hep bağışladılar. Bugün de elimizde çok geniş günümüz sanatına ait koleksiyon var ve hepsi bağıştır.

Bizim Baksı Müzesi aslında bu yereli çok önemsemiş olmanın, coğrafyanın kendisini çok önemli bulan, onun içinde kendi adımlarını oradaki talepler, beklentiler karşısında atan bir müze. Örneğin biz, orada her yıl kişisel sergi açıyoruz. 2017 yılında benim“Ayağımdaki Diken” sergimin ardından Alev Ebüzziya, Nuri Bilge Ceylan sergileri izleyiciye sunuldu şu an da ise Şakir Gökçebağ’in “Aşina” isimli sergisi yer almaktadır. Önümüzdeki dönemde Osman Dinç’in sergisi yer alacak. Orada *folklorla, halıyla, kilimle günümüz sanatının önemli örnekleri beraber sergileniyor. Orda şunu da görüyoruz aslında, risk almaktan çok korkmamak gerekiyor.

Amfi tiyatroda konserler düşünüyoruz. 2010 yılında açılış konserimizi Şevval Sam gerçekleştirdi. Sonra Bülent Ortaçgil, Erkan Oğur, İsmail Hakkı Demircioğlu konser verdi.

Aslında belki de amfi tiyatromuzun yapılmasını sağlayan bu arkadaşlarımızın yarattığı coşkudur, paylaşma ortamıdır. Atölyelerimizde kadın istihdamı yaratıyoruz.

Bizim Baksı Müzesi kadınların yönettiği bir vâkıfa bağlı. Kurulumuz ben hariç kadınlardan oluşuyor. Bu sene yedincisini yaptığımız, Erzurum, Bayburt Trabzon odaklı çocuklara yönelik etkinlikler var.  Önümüzdeki yıl, Erzincan, Gümüşhane ve Rize’yi de katarak bütün o çevre illerde büyük bir coğrafya da yetenekli çocukların belirlenmesi ve onların burslarla desteklenmesi için çocuk etkinlikleri düzenliyoruz çok da önemsiyoruz bu etkinlikler bağlamında giderek artan sayılarda burslar veriyoruz. Geçen yıl 100 tane burs verdik.

Merkezde kurmaya karar verdiğiniz kadın istihdam merkezinden bahseder misiniz?

Kadının Anadolu’da büyük bir üretkenliği var ve kadın belkide aileyi ve hafızayı sürdürendir. Onun içinde kadının bu üretkenliği, tutkusu yeniye açıklığı son derece umut verici gelmiştir bana. Bayburt merkezde bu yeni eğitim sistemi nedeniyle kışın köylerden kente doğru kayma var onun içinde orda üretici bir güç oluşuyor.

Bu gücü Bayburt’ta istihdam edelim ve bir marka yaratalım istedik. Yönetim kurulumuzla bunu paylaştık ve sonunda yönetim kurulumuz üyelerinden Melkan Gürsel’den istihdam merkezinin projesinin çizilmesini rica ettik. Tabanlıoğlu mimarlık, bu projeyi üstlendi. Bayburt’ta Çoruh’un kıyısında 8 dönümlük bir arazimiz var bu konuda gerek yerel yönetim gerekse o dönem politika içerisinde aktif olan hemşerilerimiz tarafından çok önemli destekler aldık ve bina için çizilen proje uygulanmayı bekliyor.

Bayburt’a Baksı Müzesi’yle yeni bir hayat verildi. Anadolu’da markalaşmanın bir örneğisiniz diyebilir miyiz?

Dışarıdan bakıldığı zaman Baksı bir marka, bunda hiç kuşku yok. Hatta kültür turizminin yönünü etkiledi. Karadeniz turlarına Trabzon üstünden gidip geliniyordu. Şimdi, kültür turları Erzurum üstünden Bayburt’a, Baksı’ya geliyorlar oradan da Ovit’ten Karadeniz’e gidiyorlar. Bu önemlidir. Bayburt müzecilik dünyasında bir marka, sanat dünyasında bir marka, sanatseverler dünyasında bir markadır. Yerel açıdan da şimdi çok büyük bir sempatiyle karşılanıyor ama umut ediyorum ki yerel kabullerde Baksı’nın bir marka olduğuna inanırlar o nedenle de genel olarak Baksı’nın bir marka olduğunu orada bir enerji yarattığını bir ekonomi yarattığını görmek gerekiyor.

Yoksa bizim uluslararası müzecilik dünyasında biliyorsunuz daha önceki yanıtlarımda da bahsettiğim gibi pek çok ödülümüz mevcut. 2 yıl önce Varşova’da yapılan Icom toplantısında dünya müzeciliğini etkileyen 3 müze tanıtımına katılan müzelerden birisi Baksı’dır.

Hayat mottonuz nedir? Ya da inanarak yaşadığınız bir cümleniz var mı?

Belki birkaç tane kelimeyle bunu söyleyebilirim. Adanmışlık, masumiyet, sevgi, dayanıklılık ve araştırma.

Türkiye’deki mimari anlayışı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kentlere baktığımız zaman bir mimari anlayış mı var yoksa bir rastgelelik mi var onu bilmek lazım. Türkiye’de mimarlığa baktığımızda bir yabancılaşma ve kültürel bozum yaşıyorsunuz. Birbirleriyle bağı olmayan, sorumluluğu olmayan, farklı yerlerde gördükleri binanın bir benzerini yapmaya çalışan, beceriksiz bir kent siluetinin yaratıcılığına, bu ülkenin mimari kalitesi olarak bakarsak, orda çok ümitli şeyler olmadığını söylemek mümkün. Yeşilin olmadığı büyük beton blokların yükseldiği içeriksiz ve anlam yüklü olmayan binaların olduğu ve böyle bu kentlerin oluştuğu bir dünyadan söz ediyoruz.

Bizim mimarlığımız kültürel bir arka planı  olmayan, bulunduğu coğrafyayı tarihi ve çağı iyi hazmetmiş önemsemiş bir mimarlık yerine sadece büyümeyi ve gösterişi bu büyümeyle sağlayan orda kendisini tatmin eden ama kentlerin ve kültürün tahribata uğradığı şehircilikten ve mimariden söz edebiliriz. Tabi ki bunun içerisinde son derece bireysel çabaların yarattığı önemli örnekler var. Bu örnekleri ayırarak, bütün bunları söyleyebiliriz ama genelinden söz ettiğimizde de bizim gurur duyacağımız bir mimarlık sergilediğini söyleyemeyiz.

İçinizde kalan ve yapmadan ölmek istemiyorum dediğiniz bir iş var mı?

O kadar iş varki… Her gün yeni bir şeyler yapma arzusu var. Daha çok insana yakın olmak, insanı anlayabilme çabası üretmek ve öyle bir ortam yaratabilmek diye düşünüyorum.

Son olarak yeni projelerinizden bahseder misiniz?

Sinema etkinliği, bienal yapmak istiyoruz, oradaki organik birikimleri insan kalitesini kullanma konusunda, kullanmak istiyoruz. Benim kişisel olarak üstünde çalıştığım üç tane sanat projem var. O projelerimi alıp Anadolu’da dolaşmak istiyorum ve belki en öncelikli yapmam gerekenlerden biriside o dur. Örneğin iki yıl önce “Ayağımdaki Diken” sergisini açtık onu dolaştırmak istiyorum.

Bu yaz İstanbul’a getirecektik yaşadığımız süreçten dolayı ertelendi. Şimdi elimde körler için resimlerim var onları derli toplu bir sergilemek istiyorum. Yeni ve güncelle ilgili daha sonra açıklayacağım çok hayati bulduğum şeyler var. Bir de belki sinema dilini kullanabileceğim bir film yapmak istiyorum. Eğer mümkünse bir de oturup kendi hayatımı anlatan bir dış gözle kitap yazmak istiyorum. Yani aslında bende projeler çok.