Mehmet Tiryaki “Fotoğraf Hayatın Tam Da Kendisi”

mehmet emin tiryakioğlu

“Karadeniz kıyısında atak bir savaşçı, Marmara‘da içli bir şair oluşunu oluşunu severim İstanbul’un. Sultanahmet’te yıllar öncesini, Kadıköy’de bugününü severim. Galata’da daracık sokaklarını, Beşiktaş’ta bulvarını severim. Köprü’de balık ekmeğini, vapurda simidini severim. Saymakla bitmez benim İstanbul’um.. ” Mehmet Tiryaki

Sizi daha yakından tanıyabilmek adına biraz kendinizden bahseder misiniz?

1972 yılında İstanbul’da doğdum. Tam adım Mehmet Emin Tiryakioğlu’dur. Öncelikle Ekonomi ardından fotoğraf eğitimi aldım. Uzun bir dönem ortağı da olduğum bir şirkette yöneticilik yaptım. Fotoğraf hep hayatımın içindeydi.Dünyanın ve Türkiye’nin pek çok yerinde fotoğraflar çektim ve özel projeler içinde bulundum.  Zaman zaman Özel Workshop’lar ve eğitimler düzenliyorum. Şimdilerde ise 2018 yılı için hedeflediğim kişisel sergimin ve kitabımın hazırlığını yapıyorum.

Popüler ve başarılı bir fotoğrafçısınız. Fotoğrafçılıktaki tarzınızı tanımlar mısınız?

Öncelikle teşekkür ederim. Aslında burada tarzdan ziyade sevgiden bahsetmek daha doğru olabilir. Doğaya ve yaşama dair her tür fotoğraf ile her anlamda ilgileniyorum. Bu da neticesinde sanırım tarzı doğuruyor. Bir de Aerial yani hava fotoğrafçılığı ile uzun zamandır ilgileniyorum ve hatta Türkiye’de Drone ile Aerial çekimler yapan ilk pilot/fotoğrafçılardanım.

Türkiye’de fotoğrafçılığın gelişmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’de ve dahası aslında dünyada fotoğrafçılık inanılmaz bir hızla gelişti ve gelişmeye devam ediyor. Biz fotoğraf ve fotoğrafçılığın Türkiye’deki gelişimi ele alacak olursak; bizde bu hız daha da baş döndürücü oldu. Bu konuda Sosyal medyanın payı küçümsenemez doğrusu. Tabii ki olumsuz katkıları da bir hayli fazla. Yinede olumlu bakmak gerektiğini düşünüyorum. Çok değil bundan 20-25 yıl önce fotoğrafın bilinçsizce reddedildiği bir dönemden, bugün gelinen noktaya bakınca mutlu oluyorum. Toplumsal bilinç oluşturmaktan sağlık bilgisine, reklamlardan milli meselelere kadar fotoğrafın sınırsız gücünün fark edilmesi ve kullanılması gerçektende fotoğrafçılığın Türkiye’de gelişimine çok daha büyük bir ivme kazandırmıştır.

Sıradışı çalışmalarınız var. Beğendiğiniz fotoğrafçılar ya da çalışmalarından esinlendiğiniz isimler oluyor mu?

Doğrusunu isterseniz Türkiye’den de yurtdışından da çok severek takip ettiğim sanatçı dostlarım ve büyüklerim var. Fakat herkesin yolu başka. Zaten aksi olsaydı şu an bana bu soruyu yöneltmiş olmazdınız. Kötü bir şey olduğu için söylemiyorum sakın yanlış anlaşılmasın gayet doğal ve olağan bir durum esinlenmek ya da ilham almak. Bir de tersi var tabii ki; Türkiye’de ve dünyada özellikle aerial fotoğraflarımdan esinlenen ve güzel işler çıkaran sanatçı dostlarım var. Bu da ayrı bir mutluluk kaynağı benim için.

Gününüzün ne kadarını fotoğrafa ayırıyorsunuz?

Özel çekimler ya da projeler dışında hiç zaman ayırmıyorum ama tüm günümü kaplıyor diyebilirim aslında.

Şöyle anlatayım; Evvelki yıl Sakarya Üniversitesinde bir etkinliğine davet edildim. Etkinliğin adı “Fotoğrafı Yaşayanlar” idi. Sorunuz aslında tam bunun hakkında. O günde gençlere uzun uzun anlattım, fotoğraf için özel zaman ayırmaya gerek yok. Fotoğraf hayatın tamda kendisi. Hayatın içinde, hayatın her kesiti ve her anı. Doğanın her coğrafyası, her rengi ve her objesi. Hal böyle olunca içinde yaşadığımız bir olgu için özel bir zamana gereksinim olduğunu düşünmüyorum. Yolda, vapurda, yemekte, sokakta, okulda, yürüyüşte, tatilde, kampta ,sporda, kısacası hayatımızın her anında fotoğraf var. Bu herkes gibi benim içinde böyle. 

Fotoğrafın içine para konusu girince, sanat yönünden bir azalma oluyor mu?

Ben öyle düşünmüyorum. Bu konuda ahkam kesenleri de samimi bulmuyorum. Dünyada yaşam ve ekonomi takas sistemi üzerine kurulmuştur. Parada bu sistemin değişim aracıdır. Yani istesenizde istemesenizde gerçek bu. Ve maalesef pek çok sanat dalında olduğu gibi Türkiye’de fotoğrafta yeterli ilgi ve teveccühü görmüyor. Sonuçta yaşamak için sanatçının da para kazanması lazım. Başkaca işler yapmak zorunda kalabiliyor bir çok sanatçı. İşte esas buradan sonra bu sorunun cevabını tartışmak gerekiyor bence.

Fotoğraf ne kadar doğruları gösterir yansıtır?

Bu gerçekten çok ince bir çizgi. Tamamen Fotoğrafçıya kalmış bir olgudan bahsediyoruz şimdi. Yani orada fotoğrafın çekildiği yerde değilsiniz siz ve oradaki olayı fotoğrafçının gözünden görüyor ve aslında onun yarattığı kompozisyonu kabulleniyorsunuz.  Hal böyle olunca fotoğrafın doğru ya da yalan olması Fotoğrafçının insiyatifine kalıyor. İnsanı bir fotoğrafla vezir de edebilirsiniz rezil de. Dediğim gibi bu tamamen fotoğrafçının niyeti ve amacıyla doğru orantılı.

Bunun ülkemiz ve dünya magazin basınında ve dahi siyasi hayatta pek çok örneği var.

Dijital fotoğrafçılığın, fotoğraf üzerindeki etkisi hakkında düşünceleriniz nelerdir?

Dürüst olayım eski makinalar ve siyah beyaz eski fotoğraflar beni hala çok heyecanlandırıyor. Lakin teknolojinin baş döndürücü hızından Fotoğrafçılıkta nasibini aldı. Ve bence çokta iyi oldu.

Dijital fotoğrafçılık ile yepyeni bir dönem başladı. Bu hızlı değişim fotoğrafçılığı karanlık odalardan çıkarıp sokakların yaşam dolu atmosferi ile buluşturdu. Bugün hemen çekim sonrası bir cafede dahi oturup fotoğraflarınızı düzenleyip istediğiniz noktaya kalitesi bozulmadan internet yoluyla transfer edebiliyorsunuz. Büyük nimet bence. Ayrıca bu inanılmaz bir zaman tasarrufu ve dolayısı ile para tasarrufu.

Bir de digital fotoğrafçılığın sunduğu yeni teknikler inanılmaz fotoğraflar ortaya çıkardı. Bir yandan maliyetlerin düşmesini sağlarken br yandan da kalitenin çok yukarılara taşınmasına imkan tanıdı.

Genelde insanlar nasıl fotoğrafları beğeniyor? Bu anlamda baktığınızda Türk ve yabancı instagramcılar arasında bir fark var mı?

İnsanlar özellikle sosyal medyada hayatta olduğu gibi umut dolu ve hayal kurduran fotoğrafları daha çok beğeniyorlar.  Şimdi düşünün sabah işe gidiyorsunuz stres, trafik… İş stresi bunalım, Instagram’a sığınıyorsunuz bir nefes almalık; karşınıza kasvetli umutsuz bir fotoğraf çıkıyor iyice kasılıyorsunuz. Bir de tam tersini düşünün o sıkıntılı anınızda size umut dolu masmavi denizde bir yelkenli ya da popüler bir tatil yöresinin ışıl ışıl sokağı eşlik ediyor. Keyfiniz yerine geliyor yüzünüz gülüyor haliyle. Sonuç olarak ya o yelkenlide kaptan ya da o sokakta turist olmanın hayalini kurarsınız. Gayet de mantıklı. Bu nedenle çok karanlık ya da kasvetli fotoğrafları beğenmiyor kullanıcılar.

Türk Fotoğrafçı ve içerik üreticileri ile yabancıları kıyaslayacak olursak, doğrusu çokta fark yok desek pek abes bir şey söylemiş olmayız bence. Zira aynı teknolojileri kullanıyor yakın coğrafyalarda işler yapıyoruz. Sınırlarda artık eskisi kadar etkin değil.

İki sorun var sadece bana göre; Birincisi özgün işlerin yeterince tatminkâr olmaması sayı olarak. Zira bizimkilerin biraz daha kolaycı ve esin kaynağına ihtiyaç duyan yapımız olduğunu gözlemliyorum. İkincisi ise yüksek ego problemi. Bu iki sorunun gelişimi kösteklediği kanısındayım. Türk ve yabancı kullanıcılar açısından da durum çok farklı değil aslında.

Çekimlerde yaşadığınız en komik ve en kötü/şansızlık diyelim yaşadığınız bir olayı paylaşabilir misiniz?

Pek çok olay yaşıyoruz elbette çekimler esnasında. Ben sizle ikisini aynı anda yaşadığımız bir olayı paylaşayım. Daha önce bahsettiğim gibi Türkiye’de Drone ile Aerial fotoğraf çekimini ilk yapanlardanım. Bu ilk zamanlarda Riva’da sabahın çok erken bir saatinde çekimi yaptık bitirdik

Drone ‘u indirmeye başladım yere yaklaştığımızda Drone’un etrafını 5-6 sokak köpeği sardı ve boyları o yüksekliğe yetmediği halde yakalamak için zıplamaya başladılar. Biri zıplıyor diğeri düşüyor diğeri zıplıyor öbürü onun üstüne düşüyor, sanırım oyuna dönüştürdükleri bu atraksiyon ile kaç dakika güldük eğlendik. Sonrasında köpeklerden biraz uzakta bir bölgeye iniş yaparken küçük bir kaza geçirdik ve bize iki pervaneye mal oldu. O zamanlar yedek parça çok daha kısıtlı ve pahalıydı. Yine de onların neşesi görülmeye değerdi.

Fotoğraf için İstanbul nasıl bir şehir? Siz en çok nerelerini, nesini seviyorsunuz bu şehrin?

İstanbul nasıl bir şehir? Çok klasik olacak belki ama bu sorunun cevabının öyle bir kaç cümlede verilebileceğine inanmıyorum. Pek çok medeniyete ve millete ev sahipliği yapmış bu kadim şehrin tarifinin çok daha fazlasını hakettiğini düşünüyorum. Lakin son 15-20 yılda acımasızca hançerleniyor her yerinden bu kent. Paranın geri getiremeyeceği zararlar ve yıkımlar oldu. Fotoğrafçılar için o paha biçilemez İstanbul silueti katledildi.

Tüm bunlara rağmen Dünyanın en önemli başkentlerinin çoğunu ve Avrupa’nın neredeyse tamamını gezmiş birisi olarak, İstanbul benim kalbimin başkenti. Her semtini ayrı severim. Her sokağı başka fotoğraf, her köşesi ayrı bir hikayedir İstanbul’un. Hiç ona karşı koyabilen bir sanatçı görmedim. İçine çeker sizi önce yavaş yavaş sonra verir hediyelerini. İster ressam olun ister şair, ister yazar olun ister fotoğrafçı herkesi besleyecek bitmeyen öyküleri ve doğası vardır hep.

Beni tanıyanlar bilirler ben iflah olmaz bir Kız Kulesi ve Boğaz aşığıyımdır. Hele ki tan vakti Salacaktaysam değmeyin keyfime. Boğaz boyu neresi olursa, bir fincan acı kahve yahut bir bardak demli çay. Daha ne olsun.

Karadeniz kıyısında atak bir savaşçı, Marmarasında içli bir şair oluşunu oluşunu severim İstanbul’un Sultanahmet’te yıllar öncesini, Kadıköy’de bugününü severim. Galata’da daracık sokaklarını, Beşiktaş’ta bulvarını severim. Köprü’de balık ekmeğini, vapurda simidini severim. Saymakla bitmez İstanbul.

Son on yıl içerisinde insanların fotoğrafa bakış açısı ne derece değişti?

Dediğim gibi çok hızlı bir geçişle Dijital fotoğraf ve ardından internetten hızlı transferler vs derken üç boyutlu fotoğrafın konuşulduğu müthiş bir noktaya geldi fotoğrafçılık.

Özellikle ülkemizde son 10 yılda fotoğrafın sihirli gücü keşfedildi. Buna bazen öldürücü bazen de diriltici yönleriyle tanıklık ettik. 10-15 yıl öncesine kadar hala dinlerin fotoğrafı yasakladığı inancına sahip olan insanlar şimdilerde sosyal medyanın “paylaş” butonunu aşındırıyorlar. Tüm bunlar fotoğrafa ve fotoğrafçılığa bakışın olumlu yönde değişimi için gerçekten çok önemli kilometre taşlarıdır.