Meltem Yaşar “Hayata devamlı sıfırdan başlamaya korkmayan bir hayalperestim.”

Yeni girdiğin bir ortamda kendini tanıtırken, en çok nasıl anlatmayı seviyorsun? Seninle yeni tanışacaklara buradan nasıl bir merhaba demek istersin?
Konfor alanını devamlı zorlayan bir insanım. Hayata devamlı sıfırdan başlamaya korkmayan bir hayalperestim. Artık bir şeye mesleğim dememeye, dersem de beni tanımlayan bir meslek olmasına çok dikkat ediyorum. Önceden beyaz yakalıydım, bankacıydım. Beyaz gömlek giymeyi hala sevmek dışında beni tanımlayan bir meslek değildi. Afrika’da yerleşik ilk ve tek safari rehberi oldum, pandemi nedeniyle ara versem de hala Afrika’ya safariler düzenliyorum. Fotoğraf çekiyorum. Yazarım. Çevirmenim. Bir de hobi olarak başlayan hızlı modaya karşı ileri dönüşüm çalışmalarım var.

Herkes en güzel kendi hikayesini anlatır. Sizin hikayenizin en vurucu kısmı neresiydi?
Kendime doğum günü hediyesi olarak 1 Ağustos 2005’te çalıştığım şirketten istifa etmemden ve elimde iki valizle 11 yıl yaşadığım Uganda’nın başkenti Kampala otobüs garında otobüsten indiğim günden sonra hayatım bir daha asla eskisi gibi olmadı. Ha bir de ilk kez Kongo’da gorillerle göz göze geldiğim anı unutmam mümkün değil.

Dijital platformlarla ilgili ne düşünüyorsunuz? Son zamanlarda artan bu grafiğin sektör açısından nasıl bir etkisi var sizce?
Dijital olmayan hiçbir şey yok. Her şey ekranlara bir görüntü olarak taşındı artık. Japon gençlerin anime karakterlerle evlenme hayali kurduklarını öğrendikten sonra ne olsa şaşırmam. Dijital fotoğraf, sektörü lojistik olarak çok rahatlattı. Düşünsenize 1999’da Tanzanya’da Serengeti’de bir aslanın başında tüm gün bekleyip kıpırdasa fotoğrafını çekmek için kaç makara film harcadım. Çünkü filmi banyo etmeden ne çektiğimi bilmiyordum. O yüzden deklanşöre basıp duruyordum…

Son iki senedir tüm dünyanın başına gelen olağanüstü durum, sizi nasıl etkiledi?
Afrika’ya yapacağım safariler iptal oldu. Kendi arabamla çıkmak istediğim uzun Avrupa gezimi erteledim. Onun haricinde pek etkilemedi. Sakin bir hayatım var, kalabalıkları sevmem. Zaten gezerken Türkiye için sakin aylar olan kış, bahar ve sonbaharı tercih edip yazın evine saklanan bir insanım. Ayrıca kalabalık olma olasılığı olan her yerden her mevsim uzak durduğum için pandemi beni etkilemedi. Sadece sevdiğim insanlara sarılamamak beni üzüyor.

Uzun yıllar kurumsal hayatın içerisinde kalıp, ofislerin vahşi ormanları aratmayan oksijensiz ortamından bunalıp çocukluk hayallerinin peşinden Uganda’ya yerleşen yazarın yaşam öyküsü anlatan kitabınız var. Bu süreçten biz okuyucularınıza bahseder misiniz?
2005’te beyaz yakalıyken bir bayram tatilinin uzunluğuna bakıp internette bir iki dakikalık gezinme neticesinde Uganda ve Rwanda’ya goril trekking için gitmeye karar verdim. Tek başıma 3 haftalık bir safari yaptım, hayatımın en güzel tatiliydi. Uganda`dayken beraber safari yaptığım yerli rehberim beni beraber safari işi yapmaya ikna etti.

Şartların çok riskli olduğunu biliyordum. Ama baktım ki eğer valizlerimi toplayıp bu fırsatı değerlendirmezsem, ömür boyu aklımda kalacak ve bir gün yaşlandığımda, Ben gençken Uganda’yı çok sevmiştim, böyle böyle bir fırsat vardı ama ben çok korktum, gitmedim` diyeceğim en fazla… Oysa şimdi hayatımın en güzel yıllarını geçirdiğim Afrika’dan anlatacak maceralarımın haddi hesabı yok…

Seyahat yazılarınız nasıl başladı?
Çok bilinmeyen yerlere gittiğim için maceralarımı çok fazla kişi merak ediyordu. Herkese en baştan anlatmak, fotoğrafları göstermek zor gelince 2005’te seyahat yazılarımı internette yayınlamaya başladım. Zaten aynı yılın sonunda Uganda’ya yerleşince iyice merak konusu oldum. O yüzden arkadaşlar ve akrabalar beni merak etmesin diye yazmaya başladım. Ama yazdıkça daha çok merak eder oldular, o da ayrı tabii.

Bugüne kadar kaç ülke gezdiniz ve en beğendiğiniz yer neresi oldu?
Saymadım. 40’a yakındır. Bir de birden fazla gittiğim yerler var. Ama özünde gezilerin adedi değil, niteliği önemli bence. Mesela 1996’da Hong Kong’da 2 gün kaldım, uzun bir gezi öncesi fotoğraf malzemelerini ucuza almak için gitmiştim. Dolandırmaya kalktılar, iki arkadaşımla bir gökdelenin 32. katında ranzaların arasına sıkışıp çantalarımızı bile sığdıramadığımız otele dünya para verdik. Yemek yemek için gittiğimiz ufacık bir yerde Hong Kong’lu çok tatlı bir çiftle tanıştık, kaç saat konuştuk bilmiyorum, ayrılırken hesabı da ödediklerini gördük. Böyle bir deneyim olduğu için Hong Kong’u gezdiğim ülkeler arasına alırım. Ama yemeğini yemediğiniz, insanına dokunmadığınız, tozunu yutmadığınız ülkeyi gezmiş sayılmamalıyız bence.

Son zamanlarda nerelerdesiniz, neler yapıyorsunuz yeni projeleriniz var mı? Sizi yakından takip etmek isteyenler nereden ulaşabilirler?
Antalya, Olimpos’ta yaşıyorum. Olimpos’un turistik yerinde değil de Yazır köyünde bir ev yaptım kendime. Yazıyorum, çiziyorum, ah şimdi ne yapsam, sıkıldım diyeceğim bir hayatım yok. Köyde yaşamak kolay değil. Bahçe işleri vakit alıyor. Bir Kangal, bir Akbaş, bir de Uganda’dan getirdiğim 3 köpeğim var, her gün onlarla yürümem lazım. Bu arada evimi yaparken vücudumu çok hor kullandığım için kendimi sakatladım ama çareyi yogada buldum. Aklımda bazı şeyler var ama şimdilik yazıp çiziyorum diyelim.
Sosyal medyada çok fazla mecrada aktif olmamaya çalışıyorum, çünkü kendime ayıracağım vakitten çalan uğraşlar bunlar. O kara deliğe düşmek istemiyorum. İnstagramda aktifim: pigmelerle.dans veya Meltem Yaşar diye aranınca bulunabilirim.