‘Mimarlığın Güzel Yanı Birey Odaklı Olmasıdır’ Murat Şahin

murat şahin

Uluslararası arenada daha çok ilerlemek ve mesleki anlamda da daha rafine işlere imza atmak önceliğimiz. -Murat Şahin

PDG Mimarlar’ı tanıyabilir miyiz? Tasarım felsefesini, sürecini ve hangi tür projeler üzerine çalıştığınızı açıklayabilir misiniz? 

PDG Mimarlar bundan önce farklı ofisleri olan Mimar Cengiz Gültek ve Mimar Murat Şahin’in 2015 yılında ortak olmalarıyla kurulmuştur. İstanbul ve Houston (ABD)’deki ofislerinde yer alan profesyonel kadrolarıyla ulusal ve uluslararası ölçekte projeler üzerinde çalışan bir ofistir. Farklı ölçekte ve farklı fonksiyondaki projelerde, tasarım ve kuram ilişkini, işverenin istekleri ve ihtiyaçlarıyla bütünleştirmeye çalışıyoruz. Her projenin sahip olduğu bir potansiyel var. Biz de bunu sorgulamaya çalışıyoruz. Bu yüzden ofisimizde bir fonksiyon üzerine yoğunlaşma gibi bir durum söz konusu değil. Müze, okul, konut, karma kullanım, ofis, otel gibi farklı işlev ve ölçeklerde projelerimiz var.

İstanbul ve Houston ofislerinizde üretilen projeler açısından nasıl bir koordinasyon yürütüyorsunuz? Her iki ofiste odaklanılan projeler açısından tür farkı var mıdır, nasıl yorumlarsınız? 

Ortağım Cengiz Bey daha çok Houston’da ben ise daha çok İstanbul’dayım. Süreç içerisinde bu bir iş bölümü gibi gözüküyor olsa da bizim böyle olsun dediğimiz bir durum olmadı bu. Şu anki süreç bunu getirdi.

Orada üretim biçimi, tekniği bir yana çizim tekniği ve sistematiği bile farklı. (en basit örnek olarak Cm yerine İnch kullanılıyor) Houston’da daha çok ahşap üzerine yoğunlaşmış bir üretim tekniğinden bahsederken Türkiye’de betonarme ile üretiyoruz. Biz deprem yükü üzerine odaklanırken orada rüzgar yükü gibi bir gerçek var. Bu ayrımları birden çözebilmek pek mümkün değil. Ama ufak ufak bu farklılıkların üstesinden gelmeye başladık. Çok küçük işlerle İstanbul’daki ofisimiz Houston’a destek oluyor. Bu deneyimlemeler gittikçe artacak ama bizim için asıl olan bir projenin ölçeğinden çok onunla nasıl baş edebildiğimiz. Bu sayede iki ofis farklılıklara rağmen bir vücut gibi davranabilmeye başladı.

Uygulaması halen devam eden Kentplus Yalova projeniz konut, otel ve sosyal tesis gibi birçok farklı işlevi birarada bulunduran karma kullanımlı bir kompleks. Projenin çevresiyle kurduğu ilişkiyi ve tasarım yaklaşımınızı özetleyebilir misiniz? 

Proje alanı, yeşilin içerisinde ve eğimli bir yapıya sahipti. Yapı kompleksinin doğal bir atmosfer içinde kaybolması amacıyla, mevcut yeşil doku koruyarak buna ilave yeşil bantlar oluşturduk. Proje birimleri bazen yeşille temas ettirilirken bazen de kendini çevrelemesine müsaade eden bir kurguyla tasarladık. Konut birimleri arazinin yüksek yamaçlarında manzaraya yönlendirilirmiş eğimle bir olacak şekilde tasarlarken, eğimin azaldığı yerlerde ise otelleri ve denize ulaşan ortak kullanım alanlarını konumlandırdık.

Konut çözümlerinde eski Türk evleri tipolojilerinde sıklıkla karşımıza çıkan ‘hayat’ları modern yaşama entegre ederek yeniden yorumladık. ‘Hayat’ların iki farklı dairenin birleştirilerek kullanılması ya da komşuların etkileşimleri ve paylaşımlarını artırmaya hizmet eden keyifli bir ortak alan olarak kullanılması öngördük. Sokaklarda oluşturulmuş olan atmosferin bir iç bahçe ile evin yani yaşamın içine çekilmesini istedik.

Bu projedeki diğer çekici nokta da suyun her halinin oluyor olması oldu. Deniz, havuz ve termal su… Termal havuz alanında bütün bir alana yayılan su kütlesi içerisinde küçük özel odacıklar oluşturduk ve havuz alanında gün ışığı kullanımına yer verdik. Termal su ile tatlı su arasında görsel bir ilişki kurulmasını sağladık.

Ayrıca proje dahilinde farklı boyutta üç farklı otel de tasarladık. Otel tasarımında konut birimlerinin görüşünü kesmemek için üst katlara doğru parçalanarak şekillenen bloklar, alt katlara doğru topografyayla birlikte kademelendirilirken dışardan erişime olanak verilmesi sebebiyle alt katlarda termal-açık havuzlar, spa merkezi, hamamlar, spor merkezi, güzellik merkezi, eğlence salonları gibi sosyal birimlerle donatıldı.

Projenin ana konsepti dahilinde konut, sosyal tesis ve otel birimlerinin yanı sıra kapalı otopark, sağlık merkezi, cami, okul ve restoran binalarını da bütüncül tasarımın diğer girdileri oldu.

Projede konutlar arasına yerleştirdiğiniz eski Türk evleri tipolojilerinde sıklıkla kullanılan ‘hayat’lar modern yaşama entegre olmuş biçimde karşımıza çıkıyor. Bu fikir nasıl gelişti ve projeye kattığı artı değer nasıl yorumlanabilir? 

Eğimli araziler mimarlar için hep yeni deneyimlemeler ve çözümler ortaya çıkartır. Bu projede alışagelmiş konut tipilerinin dışında ne yapabiliriz sorusu hep günceldi bizim için. Alanın sahip olduğu potansiyelleri de göz önünde bulundurduğumuzda, kullanıcıyı ‘4 duvar arasında kalmaması için ne yapabiliriz?’ derken ortaya çıktı. Hep içerinin dışarda olma hali, komşuluk ilişkisi, eğim gibi tasarım girdileri sorgularken iki konut birimin arasında oluşturacağımız ara kesitlerle bir çözüm üretmenin bu sorgulamaya cevap verdiğini gördük. Beklentilerimizi karşılarken diğer yandan da hep rahatsız olduğumuz kalıplaşmış konut tipolojilerinden başka bir yere götürdüğünü hissettik. Bu ara kesitin hem manzaraya açılma durumu hem iki birim arasında etkileşim sağlamasına çalıştık. Ayrıca eğime doğru yerleşebilmek içinde bizim mesnet noktalarımız haline geldi bu noktalar. Eğimin yönlenişine göre iç bükey ve dış bükey alanlar oluşturduk böylece eğimle savaşmak yerine onunla bir olduk.

Bence bu deneyimleme projenin en önemli farklılıklarından biri. Geçmişteki tecrübe edilmiş ve tipolojileşmiş bir durumu yeniden yorumlamaya çalışmak ve bunun altından kalkmaya çalışmak da bizim için çok keyifliydi.

Ulusal ve uluslararası çapta ödüllü projeleriniz bulunuyor. Bunlardan biri de Uluslararası Mimar Sinan Mimarlık Yarışması’nı kazandığınız Hatay Dinler ve Medeniyetler Projeniz… Projeden ve tasarım sürecinden bahsedebilir misiniz?  

Yarışmalar mimarlık ofislerinin özellikle de tasarımsal anlamda beslendikleri önemli platformalar. Biz de yoğunluk durumumuza göre bu süreçlere dahil olmaya çalışıyoruz. Hatay Dinler ve Medeniyetler projemiz de aslında süreci kendi geliştiren bir proje oldu. Haraparası bölgesi için çalışırken, kentsel ölçekteki dinamikleri ve bunların bütünlüğünü sorguluyorduk. Ara sokaklar, çıkmazlar, teras kullanımları, revaklar, avlular yani yerele ait ne varsa bizim modern hayat için tasarladığımız projeye ‘öz’ olarak girmeye başladı. O alışagelmiş imar/parsel ilişkisini hibrit bir yerleşim şeması haline dönüştürdük. Bu sırada yaptığımız projenin kente nasıl entegre olacağı konusunda da kafa yormaya başladık. Hatay’ın sahip olduğu potansiyel de bizim işimizi kolaylaştırdı açıkçası. Proje alanımızın yanındaki potansiyel arkeopark alanı ve bunun müze ile bütünleşme imkanı derken bir anda kendimizi Saint Pierre Kilisesi’ne kadar ulaştığımızı gördük. Belki de projenin en çekici yanlarından birisi de orasıydı. Saint Pierre Kilisesi’nin etrafına bir tema parkı önerdik. Ama asıl mesela tasarım yapmadan tasarım yapmak oldu. Tamamen yalın yollar ve yürüyüş parkurları olacak şekilde tasarlanmadan şekillendirilecek bir alan olarak düşündük. Tüm süreci düşündüğümüzde sahip olunan potansiyeller birbirini tetikledi diyebiliriz. Yerel yönetimin de zaten bu doğrultuda yapmış olduğu çalışmaları da sentezlediğimizde elimize böyle bir proje çıktı. Bu proje de Hatay Büyükşehir Belediyesi bu Uluslararası Mimarlık Yarışmasında Tasarım bölümünde ödül getirdi.

Portföyünüzü incelediğimizde karma kullanım, kentsel tasarım, konut, ticaret, eğitim, ofis, konaklama gibi birçok farklı alanda projeler ürettiğinizi görüyoruz. Farklı alanlarda ürettiğiniz bu projelerde sürdürülebilirlik adına aldığınız önlemler nelerdir?

Sürdürülebilirlik kavramı pek çok alanda ve pek çok kavramsal yapıyla karşımıza çıkmakta ancak hepsinin ortak noktası gelecek nesillere yaşanabilecek bir dünya bırakmak. Bu bağlamda mimarlıkta sürdürebilirliği birçok konu başlığında dillendirebiliriz. Ama sanırım ilk akla gelen yeşil bina tasarımı oluyor. Bizim hiçbir projede amacımız ‘sertifikalı’ sürdürebilir yapılar tasarlamak olmadı. Biz daha çok bir önceki sorunuzda bahsettiğim gibi bir konuyu tasarım kriteri olarak belirliyorsak onun ’öz’üne odaklanmayı tercih ediyoruz. Bu bağlamda tasarladığımız yapıların, çevre ile (doğal/yapay) ne kadar uyumluolduğu zaten tasarım kriterleri arasında yer alır. Gün ışığı kullanımı, doğal havalandırma, enerji tasarrufu, gri su kullanımı, yerel malzeme kullanımı..vbbuna paralel olarak bir yapının fonksiyon ve ölçeğinden çok kendi bağlamıyla tasarıma entegre olur. Diğer yandan tasarladığımız her yapı yaşama 50-60 yıl arasında (iyimser ihtimal) dahil oluyor. Bu yüzden sürdürülebilirlik dediğimizde tasarımı da işin içerisine katmamız gerektiğini düşünüyorum.

Çok büyük bir ekiple çalışıyorsunuz, bu ahengi nasıl sağlıyorsunuz?

Ekip arkadaşlarımızın özellikle mesleğe yaklaşımı, hayata bakışı ve duruşu bizim için çok önemli. Bu çerçevede, sağlanan düşünce birliğiyle, buluşulan ortak payda, projelerimize yaklaşımımızda ve hayata geçirilmesinde büyük rol oynamaktadır. Farklılıklarımızın ortak paydası bizim referans noktamızdır.

Bu aralar PDG Mimarlar’ın gündeminde neler var? Güncel projelerinizden bahsedebilir misiniz? 

Uluslararası arenada daha çok ilerlemek ve mesleki anlamda da daha rafine işlere imza atmak önceliğimiz. Bu doğrulta hem yurtdışında hem Türkiye’de projelerimiz var. Yakında gün yüzüne çıkacak bir ofis/ticaret olan yarı kamusal/yarı özel alan denklemini sorguladığımız projemiz var, İstanbul’da tarihi bir doku içerisinde komşuluk ilişkisi olan taklit olmama durumunu sorguladığımız bir projemiz var, Bursa’da bir kentsel dönüşüm projemiz var, kişilere tasarlarımız butik ev tasarımlarımız ve Okul projelerimiz var. Diğer yandan kentsel tasarım projelerimiz de devam ediyor. Bunun yanı sıra projelendirme safhaları bitmiş ve beden bulmaya başlamış /başlayacak projelerde hep sürecinde kaldığımız işler, gündemimizden hiç düşmüyor. Kentplus Yalova projesi, Türk İslam Medeniyetleri Müzesi, Cumhuriyet Caddesi kentsel tasarım projemiz bunlardan birkaçı sadece…

Son olarak, genç mimarlara neler tavsiye edersiniz?

Mimar olmayı sadece eğitimini tamamladıklarında kabul görecek bir meslek olarak düşünmemeleri gerekiyor. Mimarlıkta eğitim süreci yaşamımız boyunca devam eder. Mimarlığın güzel yanı birey odaklı olmasıdır. Kendilerinin ulaşabileceği noktayı yine kendileri belirleyebilirler. Bir mimarın en büyük avantajı belki de aldığı eğitimden dolayı kazandığı farkındalığı. Bunu doğru kullandığında, sorgulamayı alışkanlık haline getirdiğinde ürettikleri de bu doğrultuda gelişecektir, gelişmeye devam edecektir. Onlara kalan, bunu doğru yönlendirmek ve çok çalışmak.