Nail Egemen Yerce ile Röportaj – Yerce Mimarlık

Kısaca kendinizden söz eder misiniz? Mimarlığa yönelmeniz ve Yerce Mimarlık’ı kurmanız nasıl gerçekleşti?

Bugünden geriye dönüp baktığımda çocukluğumdan itibaren mekan hissinin farkındalığını, yaşadığımı düşünüyorum. Dolayısıyla mimarlık eğitimine, tesadüfi değil biliçli bir tercih olarak başladığımı söyleyebilirim. Lisans ve yüksek lisans eğitimlerinin yanı sıra işin mutfağını daha fazla keşfetmek için farklı ofislerde ve projelerde çalıştım. Daha sonra kendi tasarladığım ve uygulamasını üstlendiğim projeler oldu. Kendi düşündüklerimi, isteklerimi daha çok gerçekleştirebilmek için 2011 yılının sonuna doğru Yerce Mimarlık’ı kurdum.

Farklı tipolojilerde ve ölçeklerde birçok mimari ve iç mimari projeye imza atıyorsunuz. Stand tasarımından yapı mimarisine bu kadar çeşitli ölçeklerde çalışmak size neler katıyor?

Farklı tipoloji ve ölçeklerde iş yapmak, bildiklerimizi yeniden düşünmemizi ve onları dönüştürmemizi gerektirebiliyor. Bunun da insanın kendini yenilemesi için bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Bunun dışında farklı alanlardaki projelerin birbirlerine katkısı olabiliyor. Durum, koşul ve/veya motivasyonu farklı bir alanda tasarladığımız projede bulduğumuz bir şeyi, durumu ve koşulları diğerinden tamamen farklı bir projeye zenginlik olarak taşıyabiliyoruz. Sorunuzdaki örnek yapı tipolojilerinden gidersek bina tasarlarken bulduğumuz bir yenilik ya da detayı, stant tasarımına da kendi koşulları çerçevesinde yansıtabiliyoruz ya da stanttan kazandığımız bir bilgiyi, bina tasarlarken kullanabiliyoruz. Geçici strüktürlerin avantajı, denemeye, keşfetmeye daha elverişli bir alan yaratmaları oluyor. Böyle çalışmaları aynı zamanda ar-ge olarak görüyoruz.

Hangi konseptte ve ölçekte olursa olsun tasarımlarınızın ardında sizi ifade eden ve asla vazgeçmem dediğiniz ilkeleriniz var mı? Tasarım felsefenizi nasıl tanımlarsınız?

Önceliğimiz, durumu, konuyu, iş sahibini anlamaya yönelik oluyor. İş, mimarın masasına geldiğinde, aslında biraz kendi içinde epey karışmış bir yumak ipe benziyor. İpi önce çözmek sonra güzel kullanılabilir bir yumak haline getirmek için karışıklığı iyice anlayıp analiz etmek gerekiyor. Bunları ne kadar iyi çözümler ve anlarsak proje süreci de o kadar verimli geçiyor. Yaptığımız her türlü tasarımda, az önce sözünü ettiğim ve konuya göre başkalarının da eklendiği verileri başlangıç noktası yapıyoruz. Tabi toplanan verilerin çeşitliliği kadar o verilerin nasıl yorumlandığı da önemli oluyor. Yorumlama kısmı da insanın hayata bakışı ile yakından ilişkili demek rahatlıkla mümkün. Tasarımlarımızda dikkattimizi yönelttiğimiz veriler doğrultusunda yenilikçi, yaratıcı bir bakışla insan hayatına mutluluk ve nitelik getiren kurguları oluşturmaya gayret ediyoruz.

Perakende sektöründe showroom ve sergileme tasarımlarınız bulunuyor. Bu sektörün kendine has dinamikleri nelerdir ve bu dinamikler tasarım yaklaşımlarını nasıl etkiliyor?

Bu gün artık e-ticaretle bir çok ihtiyacımızı ya da neredeyse istediğimiz her şeyi internetten satın alma şansına sahibiz. Satın almada konforlu ve kolay bir yol gibi görünmesine rağmen showroomlar, mağazalar ya da basit şekliyle marketler bile hayatlarımızda varlığını tüm güncellikleri ile birlikte koruyor. Çünkü bu mekanlarda bulunmak, bir tarafıyla bu günkü sosyalliğin ve diğer deneyimlerin parçası olma anlamına hala geliyor. Bu tür mekanları tasarlarken konunun bu taraflarını da göz önünde tutuyoruz. Evet ürünü en iyi şekilde sergilemek, sunmak bir esas ancak bununla beraber bu mekanlarda vakit geçiren müşterinin, çalışanın da kendini iyi hisstemesinin, kendine verilen değeri hissetmesinin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Müşteri, o markadan veya mağazadan alış veriş etmese bile algısını, mağazada yaşayabileceği mekansal deneyimlerle kurabiliyor. Bir sonrakinde marka için gerçek bir müşteri haline dönüşebiliyor. Tasarımlarımızda, az önce sözü geçen bu dinamikler de gözetilerek sanal yada potansiyel müşterinin gerçek mekansal deneyimleri üzerinden gerçek müşteriye dönüşme yolculuğunu kuruguluyoruz.

Almanya’daki Domotex Fuarı’nda Stefany Home & Living için tasarladığınız “Zoom-In!” isimli enstalasyon fuar alanındaki özel sergileme alanında Türkiye’den yer verilen tek yerleştirme olmuş. Bu tasarımı ilgi çekici kılan detaylardan söz eder misiniz?

Almanya’nın Hannover kentinde gerçekleşen Domotex zemin fuarı kapsamında fuar yönetimi, ilk defa geçen yıl ürün tanıtımlarından bağımsız, yaratıcı ve ilham veren enstalasyonların yer alacağı bir alan ayırdı. Dünyanın çeşitli yerlerinden sanatçı ve tasarımcılarından gelen enstalasyon önerileri seçkin bir jüri tarafından değerlendirildi. Stefany markası için zaas ile birlikte tasarladığımız “Zoom In!” isimli enstalasyon Türkiye’den tek seçilen yerleştirme oldu. Bu enstalasyonda ziyaretçiyi, halıyla hiç yaşamadığı bir bakış açısıyla buluşturmak istedik. “Alice Harikalar Diyarında” hikayesindeki benzer bir kurguyla ziyaretçi ölçek olarak çok küçülmüş bir şekilde renk renk halıyı oluşturan iplikçiklerin arasında dolaşma şansını yakalar. Zemin, duvar, tavan yansıtıcı yüzeylerle kaplanarak insanın kendine, bu sürreal ortamda bir yolculuk içinde bakma şansını elde etmesini arzu ettik. Enstalasyon yoğun bir ilgi gördü ve güzel geri dönüşler aldık.

Sergileme tasarımlarınızda daha sanatsal bir duruş sergiliyorsunuz ve bu alanda aldığınız çeşitli ödüller de bulunuyor. Bu tür geçici sanatsal yerleştirmelerin tasarımları diğerlerinden nasıl farklılaşıyor?

Öncelikle söyleyebilirim ki biz bu tür çalışmaları mimarlık sanat ara kesitinde görme eğilimindeyiz. Burada vakit geçirecek insanların deneyimlerinde bir farklılık yaratma arayışı içerisinde oluyoruz. Dünyanın çeşitli yerlerinde gerçekleşen farklı sektörlerden önemli fuar etkinliklerine, bienallere ve sanat sergilerine katılıyoruz. Katıldığımız etkinliklerde biz de kendi deneyimlerimize odaklanıyoruz. Bu deneyimler, konulara farklı bakmak, sorgulamak için yeni zeminler sunmuş oluyor. Durumla, ürünle yada markayla ilişkili, ilgi çekecek, bir değeri keşfetmeyi ve o yoğun atmosfer içinde bunu iyi şekilde sunmayı hedefliyoruz. Diğer bir taraftan Türkiye’de sergileme konularının, gerek tasarım

gerek uygulama anlamında yeterince ilgi görmemiş olduğunu görüyoruz. Ancak buna karşılık biz, mimari ve iç mimari projelerimizde gösterdiğimiz özen ve hassasiyeti bu tür projelerimizde de son noktasına kadar göstererek sektöre olumlu bir katkı sunmak istiyoruz.

2017 Dünya Mimarlık Festivali ‘INSIDE’ bölümünde ‘Yaratıcı Yeniden Kullanım’ kategorisinde finalist olma başarısını gösteren ev-ofis tasarımınız Studio Loft’tan bahseder misiniz?

Proje, İzmir’in Alsancak semtinde, ağırlıklı olarak konutların bulunduğu, her iki tarafında portakal ve çam ağaçları sıralanan sakin bir sokakta gerçekleştirildi. Standart denebilecek apartman bloklarından birinde, dubleks konut olarak değerlendirilmiş olan zemin kattaki dairenin bir fotoğraf sanatçısının yaşam alanı ve stüdyosu olarak tasarlanması fikri projenin başlangıç noktasını oluşturdu. Bu bağlamda, dairenin iç tasarımı silbaştan ele alınırken, mekanda aynı zamanda sergileme işlevi kurgulanması amaçlandı. 2 katlı hacmin alt katının fotoğraf stüdyosu ve sergi alanına ayrıldığı, üst katının ise ofis ve yaşam alanı olarak ele alındığı planlamada kullanıcı alışkanlıkları büyük rol oynadı.

Girişte bulunan geniş hacim, fotoğraf stüdyosu olarak planlandı. Aynı zamanda sergileme alanı olarak kullanılması planlanan stüdyo hacminin, apartmanın önünde bulunan kente ait geniş kaldırımla bütünleşmesi hedeflendi. Kaldırımda kullanılan kaplama malzemesinin içeride de devam ettirilmesi ve sokağa bakan cephede kayar katlanır doğramalar tasarlanması, iç-dış mekan sürekliliğine olanak sundu. Bunun sonucunda, çoğunlukla araba park yeri olarak kullanılan geniş kaldırım için alternatif bir kullanım önerisi getirilmiş oldu. Sergi açılışlarında katılımcıların birbirleri ile sokak rahatlığında iletişim kurabilecekleri sosyal bir platforma dönüşen bu ara bölümde insanlar, iç ve dış arasındaki filtre algısını hissetmeden sergi alanına sokaktan direkt dahil olabilme şansı yakaladı.  Sergileme işlevinin dışarıya açılması ile mekan, kent yaşamının interaktif bir parçası haline geldi.

Sizce yeni nesil yaşama ve çalışma alanları gelecekte ne tür konseptlerde bir araya gelecek ve nasıl mekan örgütlenmeleri oluşturacaklar?

Günümüzde, bilgi, bilgiyi edinme ve onu işleme gibi konular hızlı bir dönüşüm içindeler. Günlük yaşam, iş yaşamı ve buna bağlı mekanlar da bu dönüşümden payını oldukça almaktadırlar. Yaşama alanları daha kompaktlaşırken çalışma alanları daha şefaffaflaşıp esneklik olanakları ile kurgulanmaya başlanmıştır. Teknolojinin neredeyse günden güne değişimi, gelişimiyle beraber özellikle çalışma alanlarında “flexibility” artan bir şekilde insanlar için daha mümkün hale gelmektedir. Dolayısıyla çalışma saatleri, günleri, yerleri kavramaları da bunlara paralel değişmektedir. Uzun süredir bir laptop ve bir cep telefonu yada sadece akıllı telefon istediğiniz her yerin çalışma ortamınız olabilmesini sağlıyor. Sabah 9, akşam 5 saatleri arasında bir ofiste sabit bir şekilde çalışma şeklinin yakın tarihte sonlanmasa bile epey değişeceği günlerin yakın olduğu öngörülebilir. Ofis mekansal kurgusu da haliyle bu değişimden etkilenecektir. Buna bağlı teknolojinin getirdiği olanaklarla da birlikte yaşama ve çalışma mekanlarının birbirine içine daha çok geçebileceğini söylemek mümkün görünüyor.

Tasarımlarınızda size neler ilham veriyor? Yaratıcılığınızı nasıl besliyorsunuz?

Aslında her şey ilham verici olabiliyor. Duruma, projeye, o günkü bakış açısına bağlı sokakta sıradan gördüğümüz bir ağaç bile bize bir şey söyleyebilir, gösterebilir diye düşünüyorum. Dinginlik içinde çevremizde gözlemlediğimiz ne çok şeyin ne kadar müthiş ve ilham verici olduğu görme şansımız var. Bununla beraber sanatla ilişki içinde olduğumuzda, merak etme, sorgulama, dünyaya farklı bir şekilde bakma ve daha iyi bir dünyayı hayal etme yolları da açılıyor. Bu anlamda Tarkovski’den sevdiğim bir sözü alıntılarsak “Dünya mükemmel olmadığı için sanat vardır”.

Mimari ve iç mimari işlerinizin yanısıra ürün tasarımlarınız da bulunuyor…

Mimarlık eğitimimin yanı sıra İtalya’da endüstriyel tasarım alanında da eğitim aldım. Haliyle orada yaşar ve okurken bu konudaki ilgim ve bilgim arttı. Eğitim kadar günlük hayat da son derece önemliydi benim için. Buna bağlı tasarım konusundaki düşünce, algı ve görsel anlayışım farklı yönde gelişti denebilir. Ürün tasarımlarını, iç mimari projelerimizin bir parçası olarak ele alıyoruz. İnsan bedeniyle bire bir ilişki içinde olan objelerin tasarımını yaparken sağlıklı işleyen estetik bir bütünü oluşturmak amacıyla yola çıkıyoruz. İnsanın hergün o objeyi yada eşyayı kullanmaktan alacağı zevki ve yaşayacağı kolaylığı hayal ediyoruz.

Güncel projelerinizden ve gelecek hedeflerinizden söz eder misiniz?

İstanbul’da bir marka için konsept mağaza, showroom, çalışmalarımızı yeni tamamladık. Bir konut iç mekanı ile İzmir’de konut bloğu projelerimiz devam ediyor. Gaziantep’te ofis binası, showroom, projelerimizin son dokunuşlarını yapıyoruz. Almanya Hannover’de ise sergileme projelerinin yanı sıra bir enstalasyon projemiz var şu an gündemimizde. Gelecek için yurt içinin yanısıra yurt dışında farklı coğrafya ve kültürlerde, farklı tipolojilerde daha çok proje tasarlamayı ve daha fazla insanın hayatına dokunmayı hedefliyoruz.