Oya Unustası – Değişimin Getirdiği Gri Rengi Artık Kabul Ediyorum

Günümüzde neredeyse herkes popüler olma hevesinin büyüsünde, çok olmanın, en olmanın abartılı hatlarını yaşamına destur edinmişken; artık az rastlayabileceğimiz bir zarafetle karşılaşınca mutlu oluyor insan… Oya Unustası’nı bir kelimeyle tasvir et deseniz: “Zarif” derdim. Hali, tavrı, konuşması, karşılaması içten gelen bir doğallıkla naif. Bir Cumartesi gününü, Anadolu Yakası’nın hala ruhunu koruyabilen nadir semtlerinden Kuzguncuk’ta birlikte geçirdik. Kuzguncuk’un renkli kapılarını fon yapıp, o anları ölümsüzleştirip, sizlerle buluşturduk…

 Baştan başlayalım… Kısaca geçtiğin yollardan bahsedebilir misin?

Kendimden bahsetmek konusunda hiçbir zaman pek iyi olmamışımdır, birileri bana sormadıkça pek de bahsetmiyorum sanırım…Kısaca nasıl anlatılır onu da bilemiyorum ama 31 senelik yaşam yolumda, Sertab Erener’in şarkısı gibi “incelikler” le yaşayabildim, yani çevreme, hayata, insanlara, doğaya duygusal pencereden, sanatla bakmayı tercih ettim. Daha doğrusu, sanırım öyle nefes alabildim ve kendime anlam bulabildim.O nedenle çocukluktan itibaren okul hayatımda da, büyüdükçe kariyer hayatımda da hep renklerin, müziğin, oyunun içerisinde olmaya çabaladım.

Ne mutlu ki hayat da beni o tarafa yönlendirdi, galiba seçim yapmama gerek kalmadan mutlu olduğum yerlerde, mutlu olduğum şeyleri yaparak büyüme imkanı buldum. Konservatuarda flüt bölümünden mezun olduktan sonra müziğin meslek olarak tercih edemeyeceğim kadar içsel ve mahrem bir tarafıma, ruhuma dokunduğunu hissettim.İç sesimi kendime saklamak ve kendimi daha iyi ifade edebilmek güdüsüyle oyunculuğa yöneldim.Biraz da kendi kendimi insana özgü durumlar ve duygular aracılığıyla daha iyi tanımak cezbetti sanırım…

Böylece okuldan sonra kendimi hemen bu sektörün içerisinde buldum.Bazı okullarda ve workshoplarla kendimi oyunculukta geliştirmeye çabaladım ve  tabii ki öğrenmenin asla sonu yok çabam hep bu yönde olacak.Kendimi bilme yolunda olgunlaşırken, insan doğasını da biraz biraz anlamaya başladıkça, oyunculuk benim için ömürlük bir oyun oynama, mutlu olma alanı haline geldi. Belki de beni bu hayatta en mutlu eden şey olabilir. Kendimi ifade etmenin, kendimi gerçekleştirmenin yolu…

Hayat motton nedir? Ya da inanarak yaşadığın bir cümlen mutlaka vardır…

Çok sevdiğim bir söz var, İngilizce bir kelime oyunundan türediği için İngilizcesini söyleyeceğim, “The worldwithout art is just eh.”  Daha da sevdiğim bir diğeri; “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” İnceliklerle, anlayışla, sevgi ve merhametle, vicdanla, saygıyla, empatiyle, insanca yaşamaya çabalamak… İnsanı, insana, insanca anlatarak bir ömür geçirebilmek… Olabileceğim en iyi insan olmak yolunda çabalarken düsturum bu.

Hayallerinin neresindesin? Ve buaralar en çok neyi hayal ediyorsun?

Çocukken çok hayal kurardım, bir iki sene öncesine kadar da hep bir şeyler isteyerek dua ederdim. Mesela; bir yerlere gitmek, bir şeylere sahip olmak, kariyer basamaklarında ilerlemekle ilgili spesifik bazı şeyler… Sonra fark ettim ki; hayatta başıma ne geliyorsa ve hatta gelmiyorsa, benim için en hayırlısı o.

Bazen hayal bile edemeyeceğim güzellikler içerisinde bulduğumda kendimi -ki çok çılgın bir hayal gücüm olmasına rağmen- veya çok mutsuz olduğum bir gelişmenin, aslında beni çok daha mutsuz edecek bir durumdan kurtardığını zaman içinde fark ettiğimde dedim ki; “akışa bırak kendini”… Kendim için hayal kurmanın, yani daha doğrusu bir nevi planlar içerisinde olmanın anlamsız olduğunu, sadece koyverip hayat sana ne veriyorsa onu yaşamak gerektiğini anladım.Klasik kişisel gelişim cümleleriyle konuşuyor gibi olmak istemem ama gerçekten anın içerisinde kalmak için uğraşıyorum, çünkü bence elimde olan en gerçek ve samimi şey o.

Hatta bununla ilgili de bir söz vardı sevdiğim, neydi o…”Hayat sen plan yaparken başına gelen şeylerdir” gibi bir şey.Kesinlikle katılıyorum buna!Bir de insan sürekli bir şeyler isteme halinde olarak sahip olduklarına nankörlük edebiliyor, insanlık hali… O şekilde düşünmeye başlayınca, ilk etapta elinde olmayana bakıyorsun. Bence, elindekine, kalbindekine odaklanınca, şükredince, bolluk, bereket, her türlü güzellik sana ve sevdiklerine katlanarak yağıyor.Yani halimden mutluyum çok şükür, hayat ne getiriyorsa getirsin!

Türkiye’de oyuncu olmakla ilgili neler söylemek istersin? Popüler işlerde para kazanmak ve daha sanatsal işlerde prestij elde etmek gibi bir paradoks var sektörünüzde… Sen bu paradoksu nasıl yönetiyorsun?

Vallahi hiçbir şeyi yönetmiyorum! 🙂 Türkiye’de oyunculuk yaparken tatmin bulabileceğiniz birçok alan var aslında, sektör derken dizi sektöründen bahsediyorsak, tabii ki hayat şartlarından ötürü, zorunluluktan veya sektörün bazı hepimizin bildiği sistemsel sıkıntılarından dolayı oyuncu kendini çok da tercih etmeyeceği işlerin içerisinde bulabiliyor, bu uzun vadede insanın ruhunu tüketen bir hal alabiliyor, ama yine bir amaç var.

Ruhsal olarak tatmin bulamadığı yerde para kazanmaya odaklanıyor, kazandığı hayat tecrübesi, bilgisi yanına kâr kalıyor ve böylece bir sonraki işinde seçim yapabilme özgürlüğüne sahip oluyor. Sanırım genelde gidişat, bu şekilde işliyor. Ancak yaşam kaygısı öncelik olmaktan çıkınca, prestijli seçimler yapabilme lüksü doğuyor ve tabii her şey daha kolaylaşıyor.

Ayrıca günümüzde hangi işin “popüler” olacağını öngöremediğiniz gibi, “sanatsal” gördüğünüz bir işin sonucunun pek de anlamlı çıkmaması gibi riskler de var.Başlarken mutlu olmadığınız bir projeden, sonradan gurur duyabilirsiniz veya büyük umutlarla yer aldığınız iş çöpe dönüşebilir.Hepsi oyuncu için oyunculuğu besleyen kıymetli tecrübelerdir, mesleğimizin cilveleridir, hayat yoludur. 🙂

Güzel bir kadınsın. Daha doğru tabirle, tam bir Ege’li edan var. Güzel olmak bir oyuncu için avantaj mıdır?

Çok teşekkür ederim… Güzellik bir işe seçilirken avantaj olarak görülebilir tabii ki, ama kendinizi önce insan, sonra oyuncu olarak yeterince donatma çabanız yoksa sadece kısa süreli bir illüzyondur ne yazık ki… Aslında tam bir avantaj da diyemeyiz galiba, belki sadece iyi bir ilk intibadır. Çünkü güzellik sanılanın aksine çoğu zaman “yapamayacağınıza ve sığ olduğunuza” dair önyargılarla karşılaşır.

Kendinizi zaten birçok anlamda kanıtlamanız beklenirken, bir de bununla uğraşmanız gerekir.Meslekle ilgili değil, farklı durumlarda da dezavantajı vardır yani… İyi bir insan ve oyuncuysanız, insan doğasını en yalın haliyle yansıtıp, duygunuzu gerçekten seyirciye geçirebiliyorsanız, oyunculuk hiç dışsal güzellikle ilgili değildir.İyi bir oyuncu için mesleğini icra etme aşamasında güzellik, avantaj-dezavantaj konusu değildir.

30’larının başında birisin. Tam değişim/dönüşüm/kendini bulma zamanları… Son zamanlarda daha önce kendinde fark etmediğin, yeni yeni bu da böyleymiş dediğin bir şey var mı?

Galiba bu sorunun biraz derin bir cevabı var benim için… 🙂 “Her gün değişiyorum, her an yeni bir ben yaratıyor.Ne istediğim ve neyi istemediğim de doğru orantıda değişiyor, buna uyum sağlamak için zamana ihtiyacım var. Ve bu normal.” Sıraladıklarım, kendime söylediğim cümleler…

Siyah ve beyaz, keskin doğrular ve yanlışlar yok. Haklılık ve haksızlık tamamen sübjektif kavramlar.Artık bunun yarattığı griyi ve kararsızlığı kabul ediyorum.Eskiden bu değişimin getirdiği kararsızlık bana ciddi bir arafta kalma hissiyatı yaşatırdı. Sinir olurdum kendime… Bu sürekli hayatı sorgulama hali yoruyor insanı.Ama insan sorguladığı kadar ilerleyebilir değil mi?İlerlemenin sorgulamayı sonuca bağlayıp, ancak karar alarak ve harekete geçerek yaşanabileceğini düşünüyordum.

Oysa kararsızlık, hareketsizlik ve eylemsizlik, kendime borçlu olduğum zamanı vermek de bir ilerlemedir.Bu yüzden bu yaşımda artık kararsızlıklarıma ve kendime sert bir yargıç gibi yaklaşmamam gerektiğini, içimdeki kız çocuğuna ancak şefkatle el uzatarak ulaşabileceğimi farkettim.

Hercai dizisi Mardin’de çekiliyor ve sen bir süredir Mardin’de yaşıyorsun. Naif bir Ege’li daha sert bir coğrafyada yaşarken nasıl hissediyor/yaşıyor?

Oyuncu olmanın en çok sevdiğim yanlarından bir tanesi çalıştığım işler sebebiyle normalde turistik olarak bu kadar uzun süre kalamayacağım yerlerde, oranın bir yerlisi gibi yaşayabilmek.Buradan daha önce Karadeniz’de çalıştım, dağların mis gibi kokusuyla, o enginlik hissini içime çektim. Sonra Ildırı’da çalıştım, denize yakın olmak bana en iyi gelen şey, kıpkızıl, pembe, mor gün batımları seyrettim.

Şimdi “Hercai” ile Mardin’de olmaksa, bambaşka bir deneyim.Mezopotamya, medeniyetlerin beşiği, gerçekten tarihin, yaşanmışlığın, toprağın enerjisini ruhunda hissediyor insan.Tabii ki sert ikliminden etkilenmedim değil, yazları kavuruyor, kışları titretiyor. 🙂 Ama mevsimler değişirken toprağın ve gökyüzünün dönüşen renklerine şahit olmak benim için çok değerli bir tecrübe.

Biraz ailenden, günlük hayatından bahsedebilir misin?

Nereye gidersem gideyim ailemin fotoğraflarını yanımda taşırım.Annemin sesiyse içimden, kalbimden konuşur benimle resmen! Hepsini çok seviyorum.İki ablam, bir ağabeyim var.Herkes kendi hayatının koşturmacasında tabii ama her zaman desteklerini üzerimde hissederim.

Günlük hayatta boşluk bulur bulmaz toplanıp İstanbul keşifleri yapıyoruz, Çengelköy, Fenerbahçe, Anadolu Hisarı, Eminönü…Gezmeye, değişik lezzet lokasyonları keşfetmeye bayılıyoruz.Bu ara mevsim gereği sanırım örgüye ve tığ işine sardık.Ben ablalarım kadar tecrübeli değilim ama öğreniyorum bakalım. 🙂

Abim ve yengemle sinemaya gitmeyi çok seviyoruz.Fırsat yaratıp canlı müzik dinleyip, dans etmeye gidiyoruz. Kendi kendime kalınca da yoga yapmayı, defterime bir şeyler yazıp çizmeyi, ara ara enstrümanımla dertleşmeyi, boşluk buldukça dostlarımla kahve içip, derin mevzulara girmeyi seviyorum.

Dizinin yanı sıra aynı zamanda tiyatro sahnesindesin. Oyundan biraz bahsedebilir misin? Haydi biraz da klişeye kaçayım; Olmadığında baştan çekilebilen bir kurgunun konforu mu, seyirci ile göz göze, tekrarı olmayan anın adrenali mi? Neredeki oyunculuğunda daha mutlusun?

Oyun; sosyal medyanın hayatımızın göbeğine düşmesiyle buna uyum sağlayıp, hatta bunu kullanarak popülerlik üzerinden başarı sağlamış bir yazarla, daha idealist ve eski usul yöntemlerinden ayrılamamış, popüler olandan uzak ve kendine güvensiz bir yazarın, bir otelde yollarının kesişmesiyle başlayan ilişkileri, başarı hırsı ile dönüşen karakterleri ve kariyerleri üzerine… Oyunculuk yaptığım sürece seyirciyle göz göze sahnede de, baştan çekilebilen kurguda da aynı şekilde mutluyum.Hepsinin kendine has heyecanları var.

Biraz da senin İstanbul’undan bahsedelim. Şuan İstanbul’u birlikte turluyoruz. Senin İstanbul’un nasıl bir yer? Hangi köşesini kendine özel seçtin?

İstanbul her noktası, iliklerine kadar yaşayan, çok yoğun, çok renkli bir şehir.Burada doğmuş olmaktan mutluluk duyuyorum.Ama bu şehirle aramızda bir aşk-nefret ilişkisi olduğunu kabul etmem gerek.Yoğun enerjisi zaman zaman tükenmeme ve kaçmak istememe sebep oluyor ama tekrar aşkla bağlanmam için boğaz köprüsünden geçmem yetiyor. 🙂 Ben daha çok Anadolu Yakası çocuğuyum, Kadıköy, Moda tarafı benim için özellikle çocukluğum demek. Caddebostan sahilde bir yürüyüş ve deniz havası solumak en sevdiğim aktivitelerden.