Recep Şen “İyi Fotoğrafçı Olmak İçin Doğaya Saygı Duymak Gerekiyor”

Sualtı Fotoğrafçısı ve Görüntüleme Uzmanı Recep Şen,1 Mayıs 1982’de Kocaeli, Gölcük’te dünyaya geldi. Su altı dünyasıyla 2005’te tanıştı. 2009’da dalış eğitmeni olmaya karar verdi. Aynı dönemde su altı fotoğrafçılığına ilgi duymaya başlayan Şen, 2011’den itibaren pek çok karma sergide yer aldı ve çok sayıda kişisel sergiler açtı. Fotoğrafları tüm ulusal iletişim mecralarında yer alan Şen, başta TRT, ATV, Kanal D ve İz TV olmak üzere birçok televizyon kanalı için hazırlanan dizi ve sinema filmlerinin sualtı görüntülemesini gerçekleştirdi. Şen 2018’de, kızının adını verdiği, Mavi Görüntüleme ve Sualtı Hizmetleri şirketini kurdu. Görüntüleme ve sualtı çalışmalarının yanı sıra içerik ve iletişim hizmetleri de sunan Şen, uygulayıcı yapımcılığını üstlendiği ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi adına hazırlanan “İki Deniz Bir Şehir: Su Altından İstanbul” belgeseliyle ses getirdi.

Sizi daha yakından tanımak isteriz. Sualtı fotoğrafçılığına ilginiz nasıl başladı?

Fotoğraf çekmeyi çocukluk yıllarımdan bu yana çok severdim. Babam da amatör fotoğrafçılığa ilgi duyardı. Sanıyorum onun etkisi de var… Daha sonra sualtıyla tanıştım. Dalış eğitmenliği yaptığım dönemde sualtının müthiş canlılığını insanlara anlatma, aktarma isteğim, beni su altı fotoğrafçılığına yönlendirdi diyebilirim. Su altında gördüğüm güzellikleri belgelemek hoşuma gitmeye başladı ve kısa sürede bir tutkuya dönüştü. Artık rüyalarımda denizatlarını görüyordum. Dalış eğitmenliğini bırakarak tamamen görüntülemeye odaklandım. Dalış yapabilen ya da yapamayan başkalarının da rüyalarına denizatları girebilsin diye fotoğraf çekiyorum.

12 Şubat 2019’da, yapımcısı olduğunuz “İki Deniz Bir Şehir: Su Altından İstanbul” belgeselinin galası gerçekleştirildi. Bu projenin nasıl doğduğunu merak ediyoruz.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığı Turizm Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen “İki Deniz Bir Şehir: Su Altından İstanbul” belgeseli İstanbul’un saklı kalmış su altı zenginliklerini gün yüzüne çıkarma arzusuyla hayata geçirildi. Yola çıkış noktamız, “Neden İstanbul da, bir gün dünya dalış turizminin önemli destinasyonlarından biri olmasın?” idi. Bugün sokakta herhangi bir vatandaşa, “İstanbul’un denizlerinde hangi canlılar yaşıyor?” diye sorsak, hamsi, lüfer, istavrit favori cevaplar olur, sanıyorum. Fakat bizim amacımız, yalnızca dalıcıları değil, İstanbul’da yaşayan tüm kentlileri bu deniz hakkında bilgilendirerek, kadim kentin kadim sularına ilgi çekmek, daha iyi tanıtmak ve böylece denizlerimizin korunması için farkındalık yaratmak.

Bu proje yalnızca İstanbulluları mı hedefine alıyor?

Projenin hedef kitlesi yalnızca İstanbullular değil; ulusal ve uluslararası kamuoyuna da “Burada 130’den fazla tür canlı yaşıyor” diyebilmek istiyoruz. Bu projenin çalışmaları esnasında 130 farklı canlı türünü belgelemeyi başardık. Denizatları, deniziğneleri, denizkestaneleri, denizyıldızları, horozbinalar, papazbalıkları, anemonlar ve daha onlarca canlı…

Proje kapsamında ne tür çalışmalar yaptınız?

Bu proje için ekibim ve ben, Selimpaşa’dan Tuzla’ya dek, uçtan uca İstanbul’u çevreleyen 33 noktada 120 dalış gerçekleştirdik. Bu dalışlarda, videonun yanı sıra 1500 adet fotoğrafı da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin arşivi için bir araya getirdik. Belgeselin galasıyla eşzamanlı bir de karma fotoğraf sergisi düzenledik. İstanbulluların ve dalış camiasının  ilgisini çeken bu sergiden sonra aldığımız geribildirimler çok ilginçti: “Biz Marmara ve Boğazlar’ın bu kadar canlı barındıracak kadar temiz olduğunu tahmin etmiyorduk” diyenler de oldu. Ne mutlu bize… Amacımız bu denizleri, gelecek nesillere daha temiz ve daha zengin canlılıkla bırakmak.

Sualtı fotoğrafçılığı ve video çekimleri yaparken hayvanların psikolojisine göre mi davranıyorsunuz?

Elbette. Öncelikle hiçbir aydınlatma cihazını gece ya da gündüz dalışlarında canlıların gözüne tutmuyoruz. Kullandığımız araç-gereçlerle hayvanlara asla zarar vermiyoruz. Onlara dokunmuyor ve yerlerini değiştirmiyoruz. Ayrıca onları beslemiyoruz. Yaptığımız şey bir müzede gezer gibi onları izlemek ve görüntülemek. Bazı canlılar sizi potansiyel tehlike olarak görebilir. Bazıları ise saldırgan olabilir ya da o esnada karnı açtır, avlanmak isteyebilir. Misal, köpekbalığı çekimi yapacaksanız onların beslenme saatine denk gelmemenizi tavsiye ederim. Müren görüntüleyecekseniz çok yaklaşmadan ve uzuvlarınızı ona doğru uzatmadan çekiminizi tamamlamanız gerekir. Aksi halde siz zarar görebilirsiniz. Zira bir misafir gibi dikkatli ve saygılı olması gereken insandır, hayvanlar değil. Çünkü bulunduğunuz yer, yani sualtı, onlara ait bir dünyadır. Canlılar sizi kendi dünyalarında inceler, zaman zaman kabullenir ya da yadırgar fakat genellikle tehlike hissetmedikçe saldırıda bulunmazlar. Bunun karşılığında sizin de onların yaşam koşullarına ve kurallarına mutlaka uymanızı beklerler. Bu yüzden sualtında her zaman misafir olduğumuzu hatırlayarak çekimlerimizi ve dalışlarımızı gerçekleştiriyoruz.

Her dalmayı bilen su altı fotoğrafçısı olabilir mi? Su altı fotoğrafçısı olmak için fotoğraf bilgisi olması gerekiyor mu?

Her dalmayı bilen fotoğraf çekebilir mutlaka. Fakat iyi fotoğrafçı olmak için haftanın çok ciddi bir bölümünü buna ayırması gerekir. Dolayısıyla herkesin sualtı fotoğrafçısı” olabilmesi pek mümkün değil. Bu işe tam anlamıyla gönül vermek, çok çalışmak, çok araştırmak, çok okuma ve nihayet çok dalmak gerekiyor.

Fakat her şeyden önemlisi, sualtında iyi fotoğraf çekmek için öncelikle orada yaşayan canlılara saygı duymak gerekiyor. Bana kalırsa yeryüzünün her noktasında doğaya ve canlılara saygı duymak fotoğrafçılığın en büyük sırrını barındırıyor.

Ve elbette fotoğraf bilgisi de gerekiyor, hem de çok.

Neden? Sualtı fotoğrafçılığını özel ya da farklı kılan nedir?

Sualtı fotoğrafçılığının en büyük farkı fotoğrafçı ile fotoğraf konusu arasında hava değil su olması. Bu teknik olarak, sualtı fotoğrafçılığını zorlaştıran en önemli unsur. Su altı fotoğrafçıları, suyun tüm özelliklerini (kirli, temiz, bulanık, sıcak, soğuk vb.) çok iyi hesaplamalı. Beraberinde havadaki ve bulunulan derinlikteki ışığı da çok iyi analiz etmeli. Aynı noktada birkaç gün arayla çektiğiniz iki fotoğrafta kullanacağınız değerler genellikle aynı olmaz. Karada çekim yaparken dikkat ettiğimiz en büyük unsur ışık. Sualtında ise ışığı doğru kullanmak için dikkate almamız gereken yalnızca bulut ve güneş değil, işin içine istesek de istemesek de dahil olan farklı “gürültü”ler mevcut, planktonlar, kum taneleri, mikroskobik besinler vb. gibi… Bir de su altı ekipmanlarını “housing” denilen koruyucu kutular içine yerleştirerek dalış yaparız. Lens ile su arasında “port” adı verilen camsı bir koruyucu bulunuyor. Bunlar netlemede dikkat ettiğimiz ekstra unsurlar.

Dalıştan önce ne tür hazırlıklar yapıyorsunuz?

Ekipmanımızı hazırlıyoruz. Dalış planımızı yapıyoruz. Hangi derinliğe inip ne kadar süre kalacağımızı hesaplıyor ve dalış profilimizi oluşturuyoruz. Ardından fotoğraf/video ekipmanımızı hazırlıyoruz. Hafıza kartlarını, kabloları, aydınlatma unsurlarını ve housing’leri kontrol ediyoruz. Daha sonra tüm dalış malzemelerimizi gözden geçiriyoruz. Sonrasında dalış eşlerimizle birbirimizi kontrol ediyor ve suya giriyoruz. Görüntüleme malzemelerimizi ise genellikle karadaki yardımcılarımız bize veriyor. Ardından dalışa geçiyoruz.

İyi bir dalgıç olmak bazı kişisel ya da fiziksel özellikler gerektiriyor mu?

İyi bir dalgıç (dalıcı) olmak için öncelikle kurallara uymak gerekiyor. Derinlik ve süre en hassas olduğumuz konular. Dalış limitlerine uymak, macera aramamak, dalış planını bozmama, acil durum planlarını ve prosedürlerini harfiyen uygulamak iyi bir dalıcı olmanızı sağlar. İyi dalıcı, en derine dalan değil, uzun yıllar sağlıkla bu aktiviteyi yapabilen insandır. Bunların dışında fiziksel olarak fit bir bedene sahip olmak elbette bir avantaj fakat mutlak bir kural değil. Yüzme bilmek ve sağlıklı olmak çok önemli.