Seymen Bozaslan ile Fotoğraf Sohbeti

“ Ben seyahatlerimi, kendi gözümden gördüklerimi size anlatmak için bu fotoğrafı çektim.”

Sizi daha yakından tanıyabilmemiz adına biraz kendinizden bahseder misiniz?
Öncelikle bu güzel muhabbet için çok teşekkür ederim. 1987 İstanbul doğumluyum. Bahçeşehir Üniversitesi’nde Stratejik Pazarlama ve Marka Yönetimi üzerine yüksek lisans eğitimi aldım. 2005 yılından beri plaza hayatında bir çalışanım. Bir yandan da seyahat ederek, fotoğraflar çekiyorum. Uzun zamandır seyahat ediyorum ama son 5 – 6 yıldır artık profesyonel fotoğraf çekerek ve ulusal dergi, gazetelere yazı yazarak içerikler üretiyorum. Türkiye’de 81 ili en az iki kere gezme fırsatım oldu, yurt dışında ise 56 ülkede 250’den fazla şehri görme fırsatım oldu.

Fotoğraf çekmeye nasıl başladınız?
Çok ilginç bir hikayesi var. 2012 yılında Hollanda Zaandam’da ektiğim bir fotoğrafı instagrama yüklediğimde altına #nationalgeographichastagi eklemiştim. Öylesine tabi. Sonrasında NatGeo Türkiye ofisinden bu fotoğrafı yeni yıl takvimlerinde kullanmak istediklerini öğrendim. Bu bende büyük bir heyecan uyandırdı. Düşünsenize amatör hobiniz devasa bir marka ile anılıyor.

Bu andan itibaren fotoğraf dünyasına merak sardım ve yapmam dediğim ne varsa yaptım diyebilirim. Makine değiştirdim yetmedi lens değiştirdim. Drone fotoğrafçılığına merak sardım. Drone pilotu ehliyetimi aldım. Çektikçe açı öğrendim, gözümü değiştirmeye başladım. Sık seyahat ettiğim ve bu seyahatleri gazete, dergilere yazı yazdığım için bu seyahatleri en güzel anlatabileceğim materyal oldu. Sadece yazı olmamalıydı aynı zamanda fotoğrafların da gittiğim yeri güzel anlatması gerekecekti.

Bu yüzden fotoğrafların daha güzel gözükmesi, doğruyu anlatması için üzerine biraz düştüm. Ve hala da kendimi fotoğrafçılık konusunda geliştirmeye çalışıyorum.

Dünyada pek çok yeri gezdiniz fotoğraf çekerken hiç sorunlarla karşılaştınız ya da problemler yaşadınız mı?
Karşılaştığım sorunlar genelde kişisel durumlar aslında. Mesela Fas’ta özellikle Marakeş’te fotoğraf çekerken biraz zorlanmıştım. Çünkü çok otantik bir ortam var. Muazzam bir fotoğraf malzemesi var. Fakat dükkânları çekerken “çekme bereketi kaçar”, insanları çekerken “çekme günah” yorumları alıyordum.

“Fotoğraf günahtır” cümlesini Türkiye’de de birkaç defa çalışma yaparken duydum. İnanış tabi saygı duyuyorum. Bir de Sırbistan Belgrad’da fotoğraf için yürüyüş yaparken kurşunlanmış bir bina gördüm. Fotoğraflayayım derken iki asker gelmişti ve silmemi rica etmişti. Sonradan öğrendim ki; meğer Savunma Bakanlığı’nın bir binasıymış.

Instagram dünyasında kendine yer edinmek ve isminin bilinir, işinin beğeniliyor olması çok da kolay değil. Emin adımlarla yürüdüğün yolda; Çektiğin fotoğrafları tam olarak nasıl tanımlıyorsun?
Instagram gerçekten dipsiz kuyu. Trend fotoğrafçılığına oynarsanız bence kaybolursunuz. Bu yüzden kendi tarzınızı yansıtmanız çok önemli bence. Bu mimari fotoğraf da olabilir, sokak çalışması da portre de. Ben bir çizgi de gitmenin daha verimli ve instagram’da daha fazla kitleye ulaşmada önemli bir basamak olduğuna inanıyorum.

Bu yüzden ben sadece seyahat ettiğim sırada çektiğim manzara fotoğraflarını paylaşıyorum. Çünkü amacım takip eden insanlara şu mesajı vermek. “ Ben seyahatlerimi, kendi gözümden gördüklerimi size anlatmak için bu fotoğrafı çektim.”

Sadece Türkiye’de değil, farklı ülkelerde, farklı şehirlerde de fotoğraflar çektiniz/çekiyorsunuz. Türkiye ile diğer ülkeleri kıyaslarsak “an” kavramında ne gibi bir farklılık var?
Türkiye’de fotoğraf çekerken çok keyif alıyorum ben. Çünkü aynı dili konuştuğunuz insanlardan portre fotoğraf konusunda ricacı olmak daha kolay sonuçta. Aynı zamanda çok çeşitli bir coğrafyada yaşıyoruz. Doğa çekeceksem Düzce’den Artvin’e muazzam bir yeşil dünya var. Otantik bir çekim yapacaksam Gaziantep, Mardin, Diyarbakır olabilir. Keşfetmek istersem Bitlis, Siirt, Van, Hakkâri, Şırnak bulunmaz nimet. Peri bacaları, Ege ve Akdeniz sahilleri zaten biliyorsunuz bulunmaz nimetler. Böyle olunca aslında çok zengin bir stüdyo Türkiye bizler için.

İnsanın doğayla beraber şekillendiği kırsal bölgelerden kareler yakalarken, kompozisyonlarınızda renk, doku ve hikâye olarak neler arıyorsunuz?
Samimiyet, içtenlik! Benim biraz da tesadüf oluyor. Geçen sene Ardahan’dan Kars’a giderken Aygır Gölü’nde bir çoban ve sürüsüne denk gelmiştim. Çoban güneş altında şemsiyeyle kendini korumuş oturuyordu. Gittim tanıştım, 1 saat kadar da sohbet ettik. Sonrasında onun fotoğrafını çektiğimde müthiş bir haz aldım mesela. Çünkü artık o fotoğrafın benim için bir hikâyesi, geçmişi vardı. Bunu çok kıymetli görüyorum. Aynı şekilde bu tarz fotoğrafları paylaştığım zaman da beğenilerden aynı etkiyi fotoğrafa bakan diğer kişilere de verdiğimi düşünüyorum.

Fotoğraf çekimi yapacağınız yerleri neye göre belirliyorsunuz?
Tamamen seyahatlerimle alakalı. Yılda 30 – 35 civarında seyahate çıkıyorum. Bu seyahatlerde mevsimsel koşulları ve gün – doğum – batım saatlerinde çekebileceğim yerleri göz önünde bulundurmaya çalışıyorum. Bahar aylarında Türkiye’de mesela en az 40 – 50 güzel fotoğraf lokasyonu vardır. Karlı zirveler önünde çiçekli yaylalar çekebileceğiniz çok güzel yerler var. Buralara seyahat planlı yaparak hem gezi yazısı hem fotoğraf çıkartabiliyorum.

Son zamanlarda nerelerdesiniz, neler yapıyorsunuz yeni projeleriniz var mı? Sizi yakından takip etmek isteyenler nereden ulaşabilirler?
Geçtiğimiz yıl ilk kitabım “İçinden Yol Geçen Hayatlar” yayınlanmıştı. Bu sene ise bunun devamı için tekrar yollara çıktım ve 2020 gibi pandemi rüzgârının olduğu yılda 81 ili kazasız belasız virüssüz tamamladım ve güzel bir kitabın daha çalışmasını bitirdim. Mart – Nisan gibi “Ölmeden Önce Türkiye’de Görülmesi Gereken Yerler” isimli kitabım raflarda olacak. Dileyenler ayrıca isterse instagram’da @seymen.b sayfası üzerinden takip edebilir, dilediğini sorabilir.