Sitare Akbaş “Aşk Sarsın Her Yanımızı”

Sitare’nin röportajımızdaki son cümlesini, başlık yapmak istedim. Ne güzel söyledi “aşk sarsın, her yanımızı”. Aşk, içinde çok şey barındırır, biriktirir. Ondandır, tek bir tanımının olmayışı… Sitare Akbaş da hayatı, aşkla yaşayanlardan. Elini attığı, her şeyi ruhunda hissetmek isteyenlerden. Röportajımızı okuyunca, bu duyguyu size de geçirecektir. Buyrunuz, sayfalarımıza sığdırabildiğimiz kadar, Sitare Akbaş’ın hikayesi…

Haydi; son güzel haberden başlayalım… Geçtiğimiz günlerde Adana Film Festivali’nde “Ben Bir Denizim” filmindeki oyunculuğun ile “Türkan Şoray Umut Vadeden Kadın Oyuncu” ödülünü aldın. Bunun üzerine biraz konuşalım mı? Bu ödül sana ne hissettirdi?
Tabi ki çok mutlu oldum. Gurur verici bir ödül. Umut kelimesi benim için çok özeldir, her zaman umudun kutsal olduğuna inanırım.

Bir de Türkan Şoray’ın ismiyle taçlanmış oldu. Türkan Şoray’ın Duruşu, ürettikleri, sanatçı kimliği her zaman ilham verici olmuştur. Kendi adıma da ilham verici olmayı umut ederim:). Ödül konuşmamda da aynı şeyi söylemiştim. Atatürk sinemanın insanlar arasındaki farkı sileceğini, insanlık idealinin tahakkukuna en büyük yardımı yığacağını söylüyor. Ben de bu cümleyi her zaman kendime rehber tutacağım.

Herkesin hikayesinin can alıcı bir cümlesi, tepe noktası, tesadüfü, mucizesi vs. vardır. Kendi hikayeni en sevdiğin şekliyle anlatır mısın?
Ben Ankara da büyüdüm. Biraz da haylaz bir öğrenciydim. Nil diye bir sınıf arkadaşım vardı, haydi gel tiyatro kulübü açılıyor, ona gidelim dedi. Derslerden kaçma fırsatı doğduğu için kabul ettim. Töre diye Turgut Özakman’ın bir oyunu var, edebiyat hocamız yönetiyordu. Bana “nene” rolünü verdi. Ben 15 yaşındayım niye neneyi oynuyorum diye üzüldüm. Meğer oyunun en önemli rollerindenmiş. Dersten kaçmak için girdim ama bu sefer provalardan da kaçıyorum. Beni zorla götürüyorlar.

Derken ablama söylemiştim, o da bizi çalıştırsın diye tiyatrocu bir arkadaşını yönlendirdi. Bülent Abim geliyor gidiyor ama yok ben durmuyorum. Sonra beni sahne amiri yaptı. Sorumluluk verdi, herkesi sen toplayacaksın dedi. Sorumluluğu alınca bütün haylazlığım geçti. Elimde baston gelmeyeni bu sefer ben kovalıyorum:) Neyse en sonunda Ankara Liseler arası tiyatro yarışmasına girdik ve birinci olduk. Jüride bir hoca vardı, hiç unutmam ağlayarak yanıma geldi ve kızım lütfen tiyatro oku dedi. İşte o cümle, içimdeki sesin yansıması oldu. Artık küçük bir heves değildi sanki, aşka düşmek gibiydi. Başka çarem yoktu o kadar çok istedim oyuncu olmayı. Çok şükür nasip oldu.

Binicilik ve okçulukla ilgileniyor olman, seninle ilgili gözüme çarpan ilk bilgilerden… Bunlar çok güzel ama sanki mesleki olarak bir oyuncunun cebinde kalması için hayatına kattığın şeyler gibi… Profesyonel hayatın ve onu besleyen yan şeyler dışında; vaktini nasıl geçiriyorsun?
Sadece oyuncuyum dur şu da cebimde olsun diye yapamam ben ilgilendiğim şeyleri ya hevesim vardır artık bir hobiden çıkmıştır ya da iki kursuna gidip bırakmışımdır. Binicilik benim için çok çok önde bir duygu, nasip olursa peşine düşmeyi bırakmayı düşünmediğim bir dal. Bu ara çok boş vaktim olmuyor, olduğunda bir şeyler izleyip kafamı dağıtmaya çalışıyorum, biniciliğe gidiyorum, yazıyorum.

En çok neler yapmaktan haz alıyorsun?
En çok bir amacı olan hizmet edeceğim projeler üretmekten ve bunları paylaşmaktan, kendimi geliştirecek, ruhumu genişletecek şeyler yapmaktan hoşlanıyorum. Spor yapmak, felsefe konuşmak, insanların hayatına dokunacak işler üretmek haz verici benim için.

Uzun süredir oyunculuk yapıyorsun ama sanırım senin için yakın gelecekte sahnede şarkı söylüyor olmak da kariyerini meşgul edecek. Müzikle olan bağından biraz bahseder misin?
Müzik her zaman dinlediğim, kendi aramızda şarkı söylediğim bir şeydi. 30 yaşında bir şey oldu ve yazmaya başladım. Kendimi durduramaz bir şekilde. Mustafa Barış Koçkar isimli 15 yıllık bir dostum var. O Hayyam’ın bir şiirine beste yapmıştı. Şunu kaydet de Youtube’da dinleyeyim dedim. O da “ben yapamam, sen kaydet” dedi. Bora isimli bir arkadaşımı aradım, gel kaydedelim” dedi, ama “sözleri eksik” bir söz olsa çok iyi olur” da dedi.

Ben de uyacağını düşündüğüm 2 mısra bir şey yazdım, sonra götürdüm, “böyle oluyor mu?” dedim. Çok güzel oluyor, yarına bir daha yaz dediler. Nasıl yazacağım dedim, güldük. Dörtte buluşacaktım, 3:45’te oturdum ve ilk şarkımız olan Derman’ı yazdım. Götürdüm, çok iyi olmuş dediler, besteledik. Ertesi gün bir daha derken, 30 yaşımdan sonra bir anda besteci ve söz yazarı oldum. Bunları dinleyen dostlarımız da, bunlar çok iyi dinlemek istiyoruz dediler. Babam da “gel bir müzik şirketi kuralım” diye konuşunca, biz de şarkıları çıkardık. Şimdilik 5 şarkımız çıktı. 20’ye yakın bestemiz var.

30’lu yaşların başındasın. Genel olarak bu yaşlar, keskin virajların alındığı, hayatla ilgili acemiliklerin ufaktan atılıp, daha sıkı süzgeçlerimizin olduğu yaşlardır. Geldiğin noktada; artık en çok neyi “yapmamayı” öğrendin? En son, “çok bildiğini düşündüğün, ne seni yanılttı?”.
Kesinlikle 30’lar çok farklıymış. Yaş almak ayaklarınızın daha sağlam basmasını sağlıyor sanırım. Artık kendinizle ilgili daha çok şey biliyorsunuz. Yaşa dair en önemli keşfim; hiç bir şey olmadığım, bu yüzden her şey olabileceğimdi. Önceden bir şey olmaya biri olmaya daha çok çabalıyordum. Şimdi daha özgürüm.

Çünkü fikrim hür mü, peki vicdanım hür mü sadece ona bakıyorum. Büyük laflar büyük iddaalar yerine; kalbi büyük, fikri büyük bir halde olmayı daha çok önemsiyorum. 20’lerimdeki bütün acemiliklerime heyecanlarıma büyütmelerime teşekkür ederim. Yaktı, pişirdi sanırım demlenmeye geçme vakti:)

Şuan popüler bir dizide oynuyorsun. Bu proje ile ilgili neler söylemek istersin?
Çok şükür ki çok iyi bir ekiple çalışıyorum. Kalpleri tertemiz, iyi niyetli insanlarla. Çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Bu proje bana bir sürü dost kazandırdı. Sete koşarak gitmek çok büyük bir ödül. Fifi’yi oynamayı çok seviyorum. Benim için çok özel bir rol.

Yeni projelerin varsa dinlemek isteriz…
Bir arkadaşımla yazdığım bir sinema filmi var, hikayesi abimin olan bir çocuk filmim var. Burak Orhun Başer’in, festival yolunun çok açık olduğuna inandığım, “Pasaj” diye bir kısa filmi var. Bir de önümüzdeki dönemde bir uzun metrajımız olacak inşallah…

Biraz da senin İstanbul’undan bahsetmek isterim. Senin İstanbul’un nasıl bir yer?
Ben Denizli’de doğdum, Ankara’da , İsrail’de, İzmir’de yaşadım. Ama konservatuar okuma istediği gönlüme düştüğüden itibaren İstanbul’da yaşamak istedim. Ablamla, abim İstanbul’da okuyordu. Ben de İstanbul’da okumak istiyordum. Odamda yatağımın tam üstünde, tavanda İstanbul yazıyordu. Tam yatağımın karşısında Kız Kulesi posteri vardı. Çok ciddi bir Kız Kulesi takıntım vardı.

Tam denizin ortasında, mum gibi yanan ve aşkı temsil eden bir yapı. İnanılmaz ihtişamlı gelir, çok severim. Hala önünden geçtiğimde ya da yolum düştüğünde heyecanlanırım. İstanbul, yaşamak istediğim bir şehirdi ve bütün kaosuna rağmen hala yaşamak istediğim şehir. Benim İstanbul’um nazlı bir yer, kaosu bol, kalabalık, dinamik, bütün dünyadan insanlarla karşılaşabileceğim, her türlü olanağın olduğu ama vizyonunuza göre değerlendirebileceğiniz, kalp ritmi yüksek atan bir yer.

Son olarak; şahane! 2020 senesini bitirmek üzereyiz. Bu seneyi özetle, kendi açından değerlendirmeni rica edeceğim. Tabii yeni gelen yıl ile ilgili dileklerini de duymak isteriz.
Bu sene çok çok enteresandı. Pandemi diye bir şey girdi hayatımıza. Umut etmeyi hiç unutmamam gereken bir yıldı. Fifi, girdi hayatıma, Şiar’ın parçaları dinleyiciyle buluştu, ödül aldım. Bir sürü yeniliklerle buluştum. Yanısıra korona oldu, ailem için, kendim için ve ülkem için gerildim, korktum. Tam karamsarlığa kapılacakken, sevdiklerime sarılıp, bir daha umut buldum. Ümidim, gelecek yılı şükür dolu geçirebilmemiz, en başta sağlıklı olmamız ve toplumca uykuda karanlıkta olduğumuz bütün güzelliklere uyanmamız. Aşk sarsın her yanımızı…