Ünlüler Mutfakta ‘İnci Ertuğrul’

inci ertuğrul

Her zaman önyargılarımdan sıyrılmam gerektiğini kendime hatırlatırım. Bazen de tuzağa düşerim. Röportaja giderken, içimden İnci Ertuğrul’un soğuk ve donuk biri olduğunu düşündüm. Hatta nasıl geçecek bu çekim diye de biraz da kaygılandım. Çünkü bilirsiniz, bazen 1 saat bile bitmez olur. Hele benim gibi suratından jenerik akıtıp, duygusunu saklayamayanlardansanız; durum hayli zorlaşır. Peki nasıldı İnci Ertuğrul derseniz; feci yanılmışım. Karşımda gözlerinin içi gülen, neşeli, hayat dolu, esprili bir kadın duruyordu. Bizi hiç zorlamadan taktı önlüğünü, aldı mutfak ekipmanlarını eline, hadi başlayalım deyiverdi. Ekranda yaptığı işin ciddiyetini de unutmadan, biraz sınırlarını zorlayarak, dergimiz için çok güzel fotoğraf kareleri verdi. Sohbeti ise bitmesin istedim. Sanırım işimi sevmemin en büyük nedenlerinden biri de; deneyimsel olarak benden çok büyük isimlerle, meslektaşlarımla, sıfır noktasında sohbet edebilmek. Bana geçen güzel enerjinin, röportajımızdan sizlere de geçmesini umarım…

Siz de röportajlar yaptınız değil mi?

Dört buçuk yıl kadar yaptım.

Sizce röportaj yapmanın püf noktası nedir?

Samimi olacaksınız. Samimi bir konuk bulduysanız çok şanslısınız. Bazen bir çözülme noktası oluyor ve konuğunuz belki hiç söylemek istemediği birşeyi söylüyor. Ben orada hep yazıp yazmamak arasında kalırım. Bence işin en zor tarafı bu. Ama hep yazmamayı tercih etmişimdir. Konuğumun gözlerinden anlarım. Orada insan tarafım öne çıkar. Bu belki gazetecilik açısından başarısızlık sayılabilir ama insani olarak bir başarıdır.

Hiç unutamadığınız bir röportaj var mı?

Söylediğime benzer birşeyi Türkan Sabancı ile yaşadım. Sonra beni bizzat aradı ve çok özel bir konuşma yaptık o dönem onunla. Belki unutmuştur, çok yıllar geçti üzerinden…

Ben bugün şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Sizinle tanışmadan önce çok ciddi hatta biraz suratsız olduğunuzu düşünüyordum.

Öyle düşünmeniz normal çünkü şuan yaptığım program gerçekten gülümsememi götürdü. Bazen ekranda kendime bakıyorum, yüzüm hep asık. Evde de eşim ve kızım ‘artık yüzün asık oturuyorsun’ diyor. Ben on yıl önce de kayıp programı yaptım. O zaman daha gençtim, kızım daha küçüktü, itiraf etmeliyim o yükü taşıyamadım. Beni öyle bir yere getirmişti ki, yeni tanıdığım insanlara güven konusunda tereddütler yaşamaya başlamıştım.

Ne kadar devam etmiştiniz o dönem?

O zaman dört buçuk yıl kadar yapmıştım. Sonra bıraktım, ara verdim, başka programlar yaptım. Ama bu teklif geldiğinde, artık belli bir yere geliyorsunuz ve yaptığınız iş sadece o işin sınırıyla kalmamalı diye düşünüyorsunuz. Yani, özünde çocuklar var, çocukların korunmasına dair ve biz kayıp çocukları arıyoruz, diğer programlardan farklı olarak kaybolan çocuklar diye sınır çizilmiş durumda. Biz bir yandan çocukları ararken bir yandan da çocukların kaybolma noktasına gelmemesi için toplumu bilinçlendirmek için birşeyler yapabiliriz duygusuyla kabul ettim bu işi. İstismara uğrayan çocuk sayısı çok fazla, şiddet hayatın her anında, her alanında, her yerde, bundan en çok zarar gören de çocuklar. Yaralı yürekler, yaralı bedenler, yaralı ruhlar, acı içinde bir toplum oluşturuyor. Çocuklarını koruyamayan bir toplumun geleceği yok.

Profesyonel bir yardım alıyor musunuz dengelemek için?

Düzenli bir yardım almıyorum. Ben dertleşmeyi seviyorum. Başkalarının derdini de dinlemeyi severim, kendim de birilerine anlatırım. Ama bir uzmandan destek almıyorum.

Kızınızı kısıtlıyor musunuz peki bu kadar kötülüğü gördükten sonra?

Kızım şikayetçi. Üniversite ikinci sınıfa giden bir kızım var. ‘Anne nolur, haberciliği, programcılığı unut anneliğini yaparken’ diyor. O da bunu unutmayacağımın farkında ama bazen ‘duyduğun olumsuz hikayeler seni çok endişeli yapıyor, biraz fazla korumacı oluyorsun’ diyor.

Yaptığınız iş aslında bir risk de içeriyor. Hiç taciz ya da tehdit gibi şeylerle karşılaşıyor musunuz?

Daha önceki programda bir ölüm tehditi almıştım. Şimdiki programda da ‘sizinde çocuğunuz var dikkat edin’ gibi şeyler söyleyenler oldu ama ciddi bir tehdit almadım. Programımda doğrunun yanında durmaya çalışıyorum. Bu işi yapmasam da yanlış olanlara karşı dururdum zaten.

Sizin programda aradığınız çocukların aslında poliste de kayıtları var. Peki sizin bulabildiğin çocukları polis nasıl bulamıyor?

Tabi ki polisler çok titizlikle çalışıyorlar, canla başla çalışıyorlar. Ama televizyon, herkesin evinde. Günde altı buçuk saat televizyon izleyen bir seyirci ortalaması var Türkiye’de. Siz o fotoğrafı yayınladığınızda, polis her eve gidip tek tek bu kişileri sorgulayamayacağına göre, siz anlatmaya başladığınızda, bilenler bilgilerini paylaşıyor. Vicdanen itiraf edenler de oluyor, şahit olan kişiler o bilgiyi paylaşmaya başlıyor. Biz bunları emniyetle paylaşıyoruz.

Programda çok üzüldüğünüz, size vicdan yükü yapan bir şey ile karşılaştınız mı? Zaman kaybından dolayı yetişemediğiniz kayıplar.

Zaman kaybından dolayı yetişemedik durumu olmadı. Ama, keşke daha önce gelseydi, iş bu aşamaya gelmeden çözebilirdik, bulabilirdik diye düşündüren konular da oluyor.

Rüyalarınıza, kabuslarınıza giriyor mu programda işlediğiniz konular, konuklar?

Zaman zaman hikayeler ile ilgili şeyler görüyorum ama bu programa başlarken şöyle bir kodlama yaptım kendime ‘yapabileceğin ama yapmadığın şeyler var mı? Yok. O zaman elinden geleni yapıyorsun zaten. Kaybolan çocukları bulmaya çalış, bir çocuğun şiddete uğramasını engellemeye çalış, eğitim hakkı elinden alınan bir çocuğun ona kavuşması için uğraş, sonuca odaklan. Bir tek çocuğun bile hayatına minik bir dokunuş yapabildiysem ne mutlu bana’. Bu güçle yürüyorum ve diğer tarafı kendimce böyle kontrol etmeye çalışıyorum.

Türkiye’de kaç kayıp olduğunu biliyor musunuz?

Yirmibin den fazla çocuk deniyor. Tam net bir sayı yok şuanda. Özellikle sınırımızda yaşanan çatışmalar sonrası, Türkiye‘ye giren çocuk sayısı çok arttı. Onlar içinde de kayıplar çok fazla. Dünya’nın sorunu kayıp çocuklar, sadece Türkiye’nin değil.

İnsanların eğitim durumu kayıp oranını değiştiriyor mu? Eğitimli insanların çocukları daha mı az kaybolur?

Evet. İstatiksel olarak ortaya koyabileceğim bir veri yok ama tabi ki çoğunlukla eğitim seviyesi daha düşük olan, parçalanmış ailelerin çocukları kayboluyor. Yani boşanmış, boşanma sürecini yönetememiş ebeveynlerin çocukları kayboluyor. Onların çocukları arasında bağımlı çocuk oranı çok fazla. Yine boşanmış ailelerde küçük kız çocuklarının, sevgisiz kalan çocukların, fuhuş tuzağına çekilmesiyle ilgili ne yazıkki çok fazla örnek var. Biz bazı çocukların gerçek hikayelerini programda söyleyemiyoruz, konuyu hemen kesiyoruz. Çocuk zarar görmesin, ailesi zarar görmesin diye. Çünkü benim yayınım üç saat ama o konuğumun hayatı dışarıda devam ediyor.

Toplamda kaç çocuk buldunuz?

16 Ocak’ta başladık. Seksenaltı çocuk bulduk.

Programınıza şuan kaç başvuru var?

Sayıyı bilmiyorum ama çok fazla. Hergün yeni ihbarlar geliyor.

Anlatamadıklarınızı bir kitapta toplamayı düşünüyor musunuz?

Yazıyorum ama yazdıklarımı paylaşma konusunda galiba biraz cesaretsizim. Yazıyı çok ciddiye alıyorum. Bazı insanlar çok kolay kitap yazıyor. Kimseye haksızlık etmek istemiyorum ama bazen raflarda ‘bu da basılırmıydı’ dediğim okumalarım olmuyor değil. Bir ara oturdum ve yazdıklarımı okudum, içlerinde çok acı var. Onları birilerine okutma fikri üzüyor beni. Hiç yalansız, abartısız yazdım o yazıları. Aslında oraya bile yansıtmadığım kısımları var hikayelerin. Bu konuda çok teklif geliyor, yazılarınızı yayınlayalım diye, belki birgün o cesareti bulurum.

Hayatınız nerede değişti?

Ankara’da bir kursa kayıt oldum. O dönem Türkiye’nin ilk özel radyosunu açıyorlardı. Kurstaki hocalarımdan biri bu radyodan bahsetti ve sınava girmemi söyledi. Üniversite de yapılıyordu sınav, ben de sınava girmeye gittim. Stüdyodan içeri girdim, kapkaranlık bir stüdyoydu, teknik bir eleman vardı orada, ‘metinleri oku bari’ dedi nerden çıktı bu kız der gibi. Sesimi kaydederken kapıyı bile kapatmamış, benim öylesine gelen biri olduğumu düşünerek. Ertesi gün beni aradılar. Ben metinleri okurken oradan geçen bir profesör beni duyuyor ve ‘şuanda içeride okuma yapan kimse, onu kaçırmayın sakın’ diyor. Hiç tanımadığınız insanlar bile hayatınızı değiştirebiliyorlar. O kapı kapalı olsaydı, sesimi duyamasaydı ya da ben oraya tek başıma gitme cesaretini göstermeseydim bunlar olmayacaktı. Bazen hayat böyle insanları karşınıza çıkarıyor, bunları doğru değerlendirmelisiniz. Ben öğrencilerime de bunu söylüyorum. Bir kapının kapanması hiçbir şeyi bitirmiyor. Çok sevdiğim bir söz var, ‘başarı için bazen bir kapıyı kırk kez, bazen kırk kapıyı birer kez tıklatmak gerekir.’

En büyük özgürlüğünüz ne?

Rahatlığım ve doğallığım herhalde. En büyük özgürlüğüm, gerçekliğim.

Sizi en çok kısıtlayan şey?

Kızım ile ilgili duygusal zaaflarım.

Nasıl bir sevgilisiniz? Üzerine mi titrersiniz, romantik misiniz vs.?

Bilemiyorum. Ama huysuz olabilirim herhalde. Hepsi var hayatımda. Özgürlük noktasında eşime de teşekkür borçluyum. O da beni özgür bırakan bir insandır. Özgürlük kelimesi bazen yanlış anlaşılabiliyor. Evlilik sorumluluğumu çok iyi taşıyorum, muhafazakar bir yapım da vardır. Ama kendi alanım olmalı, kendi hobilerim ile ilgili alanım, kendi dostluklarım… Bu noktada eşim beni hiç sınırlamamıştır, destek olmuştur. Gül yaprağı atılmasından, mum ışığından hoşlanmam. Yaşamın kendi içerisinde doğal gelişen romantizimden daha çok hoşlanıyorum.

Kalabalık bir ailemi sizinki?

Ben üç kardeşten en büyüğüyüm. Eşim iki kardeş. Ve kızım dört yıl öncesine kadar iki ailenin de tek torunuydu, şimdi iki kuzeni var. Sevdiklerime bir şey olması korkusu beni kısıtlayan bir şey. Dünya’yı karşıma alacak kadar cesur hissederim ama onlara bir şey olacak diye de çok korkarım. Belki en büyük çocuk olmanın etkisiyle de, bütün aileyi koruyucu kollayıcı bir yapım var.

Aynı zamanda öğretim görevlisisiniz…

Akademik bir kariyerim yok. Benimkisi tecrübe paylaşımı, akademik bir iddiam yok. Ama yirmialtı-yirmiyedi yıl, sektörde, hem gazete, hem radyo, hemde televizyon yapımında ve sunumunda, her alanda çalıştığım için artık birşeyler birikti ve öğrencilerime bunları aktarıyorum. Dün yeni öğrencilerimden biri ‘hocam sizinle ilgili çok gözümüzü korkuttular, çok ciddi bir hoca dediler, biz biraz korkarak geldik’ dedi. Disiplinli olduğumu söylüyorlar. Şunu öğretmeye çalışıyorum öğrencilerime;“yayıncılık bir disiplin işi, yaşamın kendi içinde bir disiplini var zaten, sizde yapacağınız işte bu disipline uyun.”Yayıncılıkta zaman çok önemlidir; ‘ay bir dakika ya rujumu sürmedim jenerik bir dakika geç dönsün’ diyemezsiniz. Ben dünkü yayına üç ilaç içip çıktım. Ama evde yatamazdım, ben o yayını yapmak zorundayım. Bunu öğrenmelerini istiyorum.

Ekranda olmanın yükü ağır değil mi?

Tabi ki. İş sadece sponsorun kıyafetini giyip, makyajı yapıp, saçını da birinin taraması, oraya oturmak değil. Çok ağır yükleri var. Ekrandaysanız, yüzünüz 7/24 sizinle gelecek. Orada da bu sorumluluk devam ediyor, herhangi bir iş gibi bitmiyor. Herkes sizi tanır ve herkes sizinle ilgili, bilgili ya da bilgisiz çok yorum yapar. Biri seni severken biri

nefret eder. Ayrıca bayram sabahı herkes ailesiyle kahvaltı yaparken sen çalışmak zorundasın. Hobi başka birşeydir, iş başka birşeydir.

En büyük pişmanlığınız ne?

En büyük pişmanlığım yabancı dil öğrenmemem. Bir de tek çocuğumun olması. Şimdiki aklım olsa daha fazla çocuk yapardım. O zamanlar bakamamaktan, yetememekten korktum.

Bugün bu durumu ben de keşfettim. Gerçekten çok enerjiksiniz. Peki İstanbul sizin için nasıl bir yer? Trabzon’da doğdunuz Ankara’da büyüdünüz?

Ankara’da üç yıl yaşadım, üniversiteyi orada bitirdim. O zamana kadar hep Trabzon’daydım, o zamandan sonra da hep İstanbul. İstanbul’un sanki bir zehri var diyorum, sizi zehirliyor yani bir yandan ömrümüzü tüketiyor, ama bir yandan da bırakıp da gidemiyorsunuz. Çünkü içinde her renk, her tat, her doku, her duygu var. Yani sihirli bir şehir. Güzel ama bir yüzü de var çok acımasız. Bazen başka bir yerde yaşasam, nerede yaşarım diye düşünüyorum ama İstanbul’dan vazgeçemiyorum. Deniz olmadan yaşayamıyorum. Çok stresli anlarımda deniz kenarına giderim, oturur denize bakarım. Hatta kızım doğana kadar, denize girdiğimde sırtüstü yatardım ‘Allahım ben denizde öleyim’ diye dua ederdim. Ama kızım doğduktan sonra ‘Allahım uzun ömür ver torunlarımı göreyim, torunlarımı büyüteyim’ diye dua ediyorum.