YENİ GERÇEKLİK ALGISI: “ AYŞE BİRSEL ”

Tasarımları MOMA’nın kalıcı sergilerinde yer alan, Minority Report filminde Tom Cruise’un ofisinin tasarımı dahil pek çok önemli tasarımda imzası olan ödüllü, dünyaca ünlü endüstriyel tasarımcı Ayşe Birsel ’le, alldesign 2014 kapsamında bir araya geldik.  Amerika’nın en yaratıcı bin insanı arasında gösterilen ünlü tasarımcımızla; Karşıyaka’da başlayıp New York’ta devam eden hikâyesini, yaratım sürecini, tasarım dünyasını ve İstanbul’u konuştuk.

Tasarım karakterinizi nasıl tanımlarsınız?

Tasarım, elde olan olağan parçalarla olağanüstüyü yaratma çabasıdır.

Tasarımcı bir ürüne ne katar? Tasarımcının rolü nedir?

Tasarımcı bir ürüne bir şey katmaz, ürünü sıfırdan yaratır. Yaratırken de çelişir verileri uyumlu kılar, problemlere bütünsel bir bakış acısı getirir, bugünün bilgileri ile geleceği hayal eder, bu hayalleri somut, üretilebilir, kar edilebilir bir ürün haline döndürür ve en önemlisi kullanıcının büyükelçisi rolünü oynar, ürün ve deneyimlerin kullanıcının hayatına pozitif bir çözüm getirmesi için canla başla çalışır.

Tasarım insan hayatı üzerinde nasıl bir etki yaratır? Estetik algıyı değiştirmek; insanı, hayatı nasıl etkiler?

Tasarım insanin hayatini kolaylaştırır, insan ile eşya arasında bir tutarlılık sağlar. Burada estetik algi bir kadının güzel makyajı, bir erkeğin şık takim elbisesi gibi, kalıbın güzel olmasıdır. Ama iyi bir tasarımın hem içi hem dışı güzeldir.

[metaslider id=4147]

Tasarımda özgünlük konusunda ne düşünüyorsunuz? Sizin tasarımlarınızın “fark yaratan” noktaları neler?

Tasarımcı olarak benden önce gelen fikir ve ürünleri bozup, kırıp, o zamana kadar alışılagelmişi silbaş ediyorum. Tasarım yöntemim Deconstruction:Reconstruction™, Boz Yap, da buradan geliyor. Benden önce gelen ürünler başka düşünürlerin fikirleri, benim görevim yeni bir gerçeği yaratmak.

Tasarımlarınızın yaratım sürecini anlatabilir misiniz? Nelerden ilham alıyorsunuz?

Hayatımda olan her şeyden ilham alıyorum, bir sünger misali. Yaratım surecimi ilişikteki sema ile anlatabilirim.

Son yıllarda bu durum değişmekle birlikte, özellikle ülkemizde, piyasa daha çok ‘erkek’ egemenliğinde. Böyle bir dünyada bir ‘kadın’ olarak mücadele etmek nasıl bir his? Bu durum tasarımlarınıza yansıyor mu?

Pek çok kere masadaki tek kadın benim. Bunun değişmesi için hem kadın tasarımcılara hem erkek yöneticilere önemli sorumluluklar düşüyor. Tasarım ne kadın ne erkek isidir, yaratıcı insan işidir.

“İşinizi seveceğiniz gibi tasarlayın!”, “Sevdiğin hayatı tasarla” atölyeleriniz var. Bunlar hakkında biraz bilgi verebilir misiniz bize?

Ben hayatimin en önemli projem olduğuna inanıyorum. Hayat da bir tasarım projesi gibi çelişkili istek ve ihtiyaçlarla dolu. Pek çok kısıtlamanın içinden yaratıcı bir gözle imkan yaratmak mümkün. Bunları tasarım yöntem ve araçları ile yapmak nasıl olur diyerek yola cıktım. Amacım hepimizde olan “hayat” projesini düşündürterek tasarım düşüncesini çok geniş bir kitleye, özellikle de tasarımcı olmayan kitleye yaymak. Çünkü doğru yöntem ve araçları kullandığımızda hepimiz inanılmaz yaratıcıyız.

Birçok ünlü markayla tasarım anlamında iş birliğiniz var. Müşterilerinizle çatıştığınız noktalar oluyor mu?  Bu anlamda bakıldığında; bir tasarımcı ne kadar özgürdür?

Bunu film yapmaya benzetiyorum. Ben filmin yönetmeni isem müşterilerim filmin prodüktörü. İyi bir ekip ve ayni şeylere inanan bir ekipseniz özgürsüzünüz. Ayni yöne beraber bakmıyorsanız zaten bastan kaybedilmiş o el. Tabii ki zor noktalar oluyor ama ben hep beraber çalışmaya ve karşılıklı güvene ve saygıya inandım.

Son yıllarda tasarım konusunda bazı güzel gelişmeler yaşanıyor sanki ülkemizde. Bunun ardında yatan dinamikler neler sizce?

Çok iyi tasarım okulları, çok çalışkan, dünya standartlarında yaratıcı tasarımcılar ve onların değerini bilen şirketler ki sayıları artıyor. Yıllar önce atılan tasarım tohumlarının yeşerdiği bir yerdeyiz. Ben ODTU Endüstri Ürünler Tasarım bölümüne girdiğimde okulumuz daha mezun vermemişti ve bizim bolümden başka bir de Mimar Sinan vardı. Oradan buralara çok çalışarak gelindi.

Bir tasarımcı gözüyle baktığınızda; İstanbul’da yaşanan değişimi/dönüşümü nasıl yorumluyorsunuz?

New York ile İstanbul arasında yaşayan bir tasarımcı gözü ile İstanbul’un hatalarının az, başarılarının çok olduğunu, çok kısa zamanda büyük hamlelerle geliştiğimizi düşünüyorum. Ama İstanbul’da yapılan hatalar da insanin içini yakıyor, bu güzelim şehre bunu nasıl yaparsınız diye.

Son olarak; genç tasarımcılara ne önerirsiniz?

Genç tasarımcılara sadece tasarım eğitimi ile kalmamalarını, tasarım artı başka bir dalda eğitim görerek orijinal bir olay yaratmalarını, başka çok az insanda olan yetiye sahip olarak kendi çaplarında bir monopol oluşturmalarını öneririm. Bu konuda David Brooks’un New York Times’da çıkan çok sevdiğim bir yazısını paylaşmak isterim: The Creative Monopoly.