YUMUŞAK AMA KUVVETLİ, BİLDİK AMA YENİLİKÇİ: DEFNE KOZ

Tasarım denince dünyada ilk akla gelen isimlerden biri olan, birçok alanda tasarladığı yenilikçi ürünleriyle kendine özgü bir ‘dil’ oluşturmayı başarabilen Defne Koz ’la; tasarım karakteristiğini, ürünlerinin fark yaratan noktalarını, tasarımcının rolünü ve yaratıcılığın kaynaklarını konuştuk.

Tasarım hikâyeniz nasıl başladı?

Çocukken –hemen her çocuk gibi- kendimin de bol resim yaptığımı biliyorum. Sanata ve sanata ilişkin dallara hep merakım oldu. Sanırım ya ilkokul sonda ya da ortaokuldaydım; o zamanlar bizde pek de duyulmayan bu mesleğe ilişkin bilgileri daha sonradan sağdan soldan dolaylı olarak toplamaya başlamıştım ama okuduğum bir haber ile bu mesleğe olan merakım birden tutkuya dönüşüverdi. Okul sonraları zamanımın çoğunu geçirdiğim anne ve babamın iç mimari stüdyolarında Domus dergilerini karıştırırken, İtalyan tasarımcı Giorgetto Giugaro’nun bir makarna tipi olan Marille’nin tasarlanmasının haberi -yani birilerinin, o zamanlarda, yediğimiz yemeği tasarlayabiliyor olması- kafamda bir ışık yandırırken gönlümün bu mesleğe kucak açmasına ilk gerçek adımı attırmıştı.

Tasarım karakterinizi nasıl tanımlarsınız? Tasarımda özgünlük konusunda ne düşünüyorsunuz?

Yumuşak ama kuvvetli, bildik ama yenilikçi… Her ne kadar birbirinin tezadı gibi gözükseler de rahatlıkla birbirini tamamlayıcı olabiliyorlar. Herkesin bir ifade lisanı var, ben de tasarladıklarımla kendimi ifade etmeye çalışıyorum, ifade ederken de aracı bir lisan kullanıyorum.

Benim tasarım lisanım; yalın, agresif olmayan, çağdaş, zamana dayanıklı, stilizimden uzak… Kadınsı olmakla birlikte dekoratif olmayan, direkt ama belki de bir zarafeti olan bir lisan. Birini gördükçe diğerini rahatlıkla hatırladığınız, aynı elden çıktığını anlatan ama hep yenilikçi olmaya devam eden dobra bir lisan. Alışagelmiş gibi gözükmekle birlikte, ya bakıldığında ya da tutulduğunda insanı bir şekilde heyecanlandıran, uzun müddet sizin hayatınızdan çıkmayacak, kalıcı bir lisan benimki. Kimi zaman materyaller farklı kullanım alanları/biçimleri ile yaratıcıdır, kimi zaman ise yaklaşımı ve fikirleri ile bir ruhu yansıtır. Zengin/farklı materyaller ve derin öğelerin araştırılması ile bu lisana çeşitlilik getirmek ilgimi çekiyor. Ben bu lisanla, bu dille var oluyorum… Bu dil beni, kişiliğimi yansıtıyor. Bir mecburiyet (trend/talepler vs vs) sonucu elde edilen bir ben değil bu dil. Bu dil, bana özgü düşüncelerin sonucu olduğu için, doğal olarak beni diğerlerinden ayırıyor. Bu dilin ayni zamanda zengin olması lazım ki yaptıklarınızla karsınızdakileri sıkmayın; bu dilin derin, yoğun olması lazım ki size farklı bir duyguyu, hissi, düşünceyi yaşattırabilsin; bu dilin bir bütün olması lazım ki bir ürününüz bir diğer ürününüzü tutsun, ürünün siz olduğunuzu anlasınlar…

[metaslider id=4032]

Sizin tasarımlarınızın “fark yaratan” noktaları neler?

Her gün kullanılan, kullandıkça, ayni ortamda bulundukça, ışığında kitap okundukça, üzerine oturuldukça insani heyecanlandıran, keyiflendiren hatta belki şaşırtan ürün, sanırım “ideal ürün” dür. Benim amacım da bu ideal ürünlere ulaşabilmek, her gün yapılana bir kalite eklemek: hislerinizi uyandıran günlük objeler tasarlamak. Bu yüzdendir belki de, benim ifade dilim –yukarıda da bahsettiğim gibi- stilizmi izlemez, ya da ‘moda’yı… Zamana dayanıklıdır. Kendi becerilerim dâhilinde küçük / büyük, meşhur ya da bilinmeyen ancak doğru bulduğum firmalarla birlikte çalışarak başkalarının hayatlarına ‘dolaylı‘ olarak girip farklılık, yenilik getirmeye, malzemesiyle, dokunuşu ile işlevi ile bir ‘kalite’ katmaya çalışıyorum. Ah bu arada diyeceksiniz ki ‘hiç işlevsellikten bahsetmediniz…’ Bir ürünün herhangi bir amaca hizmet etmesi zaten ‘pakette olması gereken’ bir veri; bu veri olmadan ürün zaten ‘doğru ürün’ olamaz.

Tasarımcı bir ürüne ne katar? Tasarımcının rolü nedir?

Tasarımcının rolü ileriyi görerek düşünebilmek ve bu düşünceler doğrultusunda fikir üretmek. Bu fikir yelpazesi tahmin edebileceğiniz gibi tek bir konu üzerinde ya da tek bir servis üzerinde yoğunlaşmıyor, geniş bir yelpaze. Kimi zaman bir firmanın doğmasına, kimi zaman bir firmanın piyasadaki yerini bulmasına, ya da uluslararası olmasına, bir firmanın ‘cool’ olmasına ya da en çok satan ürüne sahip olmasına sebep olabiliyor. Bu fikirler, yeni kullanımların yaratılmasına, piyasadaki bir ‘ilk’e imza atılmasına, teknolojinin en ince detayını şiirsellikle birleştirilmesine, insanların heyetlerine farklılık getirmesine aracı…

Tasarımlarınızın yaratım sürecini anlatabilir misiniz? Nelerden ilham alıyorsunuz?

İlham alabildiğim bir nesne, bir kişi, bir mekân yok: pek çok var! Yaşadıklarım, gözlemlediklerim, öğrendiklerim, öğrenmeye devam ettiklerim, okuduklarım, dinlediklerim, biriktirdiklerim var… Sonuç olarak yaşamda edindiğimiz/edinmekte olduğumuz deneyimler var; bir yemek, bir gelenek, köşe başındaki bakkal, arka sokakta gördüklerim, bir tabela, bir sergi… her şey! Aklınıza gelebilecek her şey bir kaynak! Onu özümsemek ise size kalmış. Sizi siz yapan bir ‘elek’ten geçirdiğinizde düşünceniz beklemediğiniz bir günde, bir anda (ve çoğunlukla gecenin bir yarısında) sizi oluşturan bu birikimleriniz, sizi ‘rahatsız ederek’ uyandırıp masa başına oturtur; kimi zaman yazıya dönüşür kimi zaman ise hemen çizime… Sonuçta herkesin farklı bakış açısı var; hepimizin gördüğünü herkes farklı şekilde algılayabilir, özümseyebilir. Benim deneyimlerim, benim hissiyatım ile buluştuğunda beynimi uyandırıyor ve beni besliyor. 

Farklı kültürlerde yaşamak, tasarımlarınızı nasıl etkiliyor sizce? Yanılıyor da olabilirim ama benim gördüğüm; tasarımlarınızda hem Türk kültüründen hem de başka kültürlerden motifleri çağdaş bir çizgide, çok güzel buluşturuyorsunuz.

Türküm, kültürümün derinliğine hayranım. Yeri geldiğinde beynimin arkasından, köklerimin fışkırmasına bayılıyorum. Ama inanın ki bunlar hiçbir zaman bilinçli değil, hepsi bilinçaltı… Bakarak esinlenmeye çalışmıyorum… Deneyimlerim, bilgilerim, ilgim, beynimin bir yerlerinde birikmekte, kendi kültürüme ait katmanlar da… Günün birinde bilinçaltımdan çaktırmadan çıkıp bir şekilde karsıma çıkıveriyor… Kimi zaman ben bunu görmüyorum bile ama ürünümü değerlendiren kişi/kişiler görebiliyor… Memleketimi, kendi kültürümü severek büyüdüm ama yurt dışında yaşarken kendi kültürüme daha merakla yaklaşmaya başladım. Türkiye’de yaşarken de alırdım elime fotoğraf makinemi, çıkardım dere tepe gezmeye. Ama sanırım ilgim sonraları daha da gelişti. Üstelik sadece Türkiye’ye değil, derin kültürleri olan tüm kültürlere meraklı oldum. Derin bir kültürden gelmiş olmanın büyük bir avantaj sağladığı muhakkak ancak bu avantaj yanında önemli bir de sorumluluk getiriyor. Bir ürün tasarlarken tradisyonel dünya, antik kültür dünyası beni çok cezp ediyor elbette ama tasarladığım ürünün -eğer ki bir gün seri üretime dönüşürse- endüstriyel materyaller ile üretileceğinin ve dünyadaki aseptik department storlara dağıtılacağının global kültür ile karsılaşacağının da bilincindeyim… Materyal kültür bir tasarımcı olarak benim için en önemli referans, ama günlük yaşam için yeni vizyonlar sunmak mecburiyetinde olduğumu biliyor, bunun sorumluluğunu taşıyor ve bu bugün bizlerin vermesi gereken bir mücadele olduğuna inanıyorum.

Birçok ünlü markayla tasarım anlamında iş birliğiniz var. Müşterilerinizle çatıştığınız noktalar oluyor mu?

Endüstri ile çalışan bir tasarımcının ‘tek’ başına verimli olamayacağı aşikâr; tasarımcı ancak bir endüstri ve ona inanan bir girişimci ile üretken olabilir. Tasarımı, tasarımın değerini derinlemesine anlayamayan firmalar ile sanırım hiçbir tasarımcı çalışmak istemez… Müşteriniz ile aranızda oluşan komünikasyonda tasarıma bakış açısı, bilgi+deneyim alışverişi, kültürel değiş-tokuş, karşılıklı anlayış, özveri, istek, ilgi, profesyonellik gibi değerlerde, eğer ayni frekanslarda iseniz tatmin duygunuzun daha da yoğunlaştığına, ürünün daha da başarılı olacağına hiç şüphem yok. Bu da keyifli çalışmak/üretmek demek. Bu arada -kendinize göre doğru bulduğunuz- bu kadar çok veriyi bir arada toplayabilmek, iliksiyi bu frekansa çekebilmek, biraz da tasarımcının işidir.

Bu keyfi sürdürerek üretmeye devam etmek ise benim is prensibim.

Bir tasarımcı ne kadar özgürdür?

Bir projeye baslarken alacağınız brifing ile zaten bir şekilde sınırlandırılıyorsunuz.

Dilemmatik ama çalışırken bazen sınırlanmak istiyorum ben. Kısıtlanmak, olabildiğince özgür olamamak, insan hayatında korkunç olabilecek bir değer iken mesleğimde pozitif olarak algılayabiliyorum. Bu; tasarlama aşamasını bir yerde kolaylaştırıyor hatta belki de -garip gelecek ama- daha eğlenceli kılabiliyor… Kuralların olması ile birlikte, düşüncenizi belirli limitlerle bilmece çözer gibi geliştiriyorsunuz; bu bazen gerçekten eğlenceli bir problem çözme oyununa dönüşebiliyor. Elbette oyunu oynayabilmek için kuralları iyi bilmek lazım. ‘Oyunun kurallar’ı ise pek çok şeye; ürünün malzemesine, amacına, boyutuna, üretim tekniğine… ya da farklı datalara göre değişebilir.

Son yıllarda tasarım konusunda bazı güzel gelişmeler yaşanıyor sanki ülkemizde. Bunun ardında yatan dinamikler neler sizce?

Dinamizm ile Türkiye eş bağlamlı, özellikle de son dönemlerde.. Ancak, tasarım bir kültürdür.

Elbette her kültür gibi tasarım da, kendini zaman içersinde oluşturur. Tasarımın gelişmesi de bu yüzden bir süreçtir. Kimi ülkeler var ki Rönesans’tan itibaren sanat ve tasarımı solumuş, bunu yaşam bicimi olarak kabul etmiş, sindire sindire yasamış ve günümüzde de bu kültürü endüstriyel kültüre taşımasını bilebilmiş. Kimi ülkeler var ki yüksek teknolojiyi hayatlarının bir parçası olarak kullanırken ister istemez tasarlamaya başlamış, günlük yaşamında tasarımı, buluş, düşünce, gelenek göreneklerle birleştirmiş, mimarisinden, grafiğine, modasına her yaratıcı alanda, yoğrulduğu bu hamuru, günümüzde uygulamaya başlamış. Kimi ülkeler var ki, son derece uyanık ve de becerikli, kısa zamanda sonuca varmayı arzulayan, önce kopya ile kendini konuya alıştıran, daha sonra insan, fabrika becerisini uygulamaya koyarak doğru üretimi yakalayan, ama tasarım kültürü ile daha yüzeysel bir iliksisi olan… Türkiye sanırım üçüncü alternatife giriyor.

Biz bazı basamakları, bazı dönemleri yavaş yavaş sindire sindire değil de üçer dörder çıkmasını seviyoruz, çünkü biz sabırlı bir toplum değiliz. Sabrı bir yana bırakalım biz Akdenizliyiz; onun için de heyecanlıyız, ateşliyiz, fikirlerimizle kıvrağız, hepsinden öte, nüfusumuzu değerlendirdiğimizde her şeyin öyle pek de bol zengin sunulmadığı bir toplumda yetişmiş olduğumuzdan kaynaklansa gerek pek de becerikliyizdir. Ama diğer yandan da hiçbir hesap kitap yapmasını, kılavuz kullanmasını sevmeyiz, mantıkla değil yürekle hareket ederiz. Birlikte iş yapmasını bilmeyiz, bireyselizdir; karsısındakini dinlemez, zekâmıza güvenimizden ötürü kendi başımıza çözmeyi tercih ederiz, başkalarının bir işi araştırarak bir sonuca ulaştığını ve buna danışılmanın çok doğal olduğu gereğini kabul etmesini sevmeyiz. Demek istediğim bu heyecan çok güzel, bu beceriklilik harika ama bunu doğru kullanmamız gerekli. Türkiye’de tasarım üzerinde gerçekten yaratıcılık dönemine girdik ve hızla ilerliyoruz; bu endüstrinin gelişmesine, büyümesine, modernleşmesine, global marketlere açılmasına elbette bağlı; bunun için de büyük bir heyecan, istek, ilgi ve dinamizm var ancak bununla birlikte yapılması gereken pek çok şey de var; bunun başında da tasarım bilincinin gelişmesi gerekli. Nasıl İtalya’da, seri üretim gücünün pozitif çekiciliğini tanımlamak için henüz kelimeler yok iken, Castiglioni, Sottsass, Zanusolarin Tasarım’ı keşfetmesi ve onların günlük hayat gereksinimleri üzerinde yaratıcı ve yapıcı araştırmalar yaparak, kendi kişiliklerini katarak, anlatım dillerini yaratarak yenilikleri ile ekoller yarattılar ise, bizim de yapmamız lazım. Daha kişilikli daha yaratıcı olmamız gerekli… Nasıl onlar ironileri, öncülükleri, materyallerdeki/renklerdeki yenilikleri ve hepsinden önemlisi ruhları ile bugünün çağdaş tasarım kavramını oluşturdular ise, bizim de onlar gibi yenilikçi olmamız gerekli… Ve yine onlar gibi endüstride tasarım kültürünü bilinçlendirmelerini örnek almamız gerekiyor.

Genc tasarımcılara ne önerirsiniz?

İnsanın ilgisi, yeteneği var ve bunun üzerine hevesin ötesinde ciddi bir biçimde eğilmek istiyorsa, o zaman bunu ona sunacak bir kurum var; eğitim! Güzel! Ama tasarım için sadece bu yeterli değil. Sadece tasarım alanında değil ‘yaratıcılık’ ile ilgili herhangi bir alanda ‘eğitim kurum’unun tek başına pek de fazla bir şey ifade etmediğini düşünüyorum. 1960’ lardan beri tasarımın merkezi olarak anılan Milano’da, bundan 10/15 sene öncesine kadar tasarım üzerine eğitim veren üniversitelerin olmaması sanırım bunun için güzel bir örnek. Meraklı, ilgili olmak, görmeyi öğrenmek, gözlemlemek, araştırmak, deneyimler edinmek kimi zaman okulda öğrenmekten çok daha faydalı, inanın! En zengin eğitim içinizdeki ilgiyi, merakı kamçılayarak geliştirmeniz ile başlıyor; ardından bunu pekiştirmek, derinleştirmek için okulda aldığınız eğitimin anlamı oluşuyor. Pek çok yeni mezunlar ile karşılaşıyoruz; ayni okuldan ayni derslerden mezun olmuş belki ayni derecede parlak, zeki iki gence de rastladığımız oluyor; hocalarının başarısının/ya da başarısızlığının yanı sıra bir portfolyoya bakarken o genç tasarımcının içindeki alevi ya da hiç yanmamış kıvılcımı görebilmek çok mümkün! Eğer ki yaratıcılıkla uğraşmak istiyorsanız, öncelikle içinizdeki kıvılcımı yakın! Tasarım, bir problemi çözmek değil de tıpkı bir kitap yazmak gibi gerçeklere başkalarının baktığından farklı gözlerle bakmak, daha derin hislerle gözlemlemek ve onun sentezini çıkararak kendi dilinde aktarmak olduğuna göre…