IŞIK EVRENİN VAZGEÇİLMEZ BİR PARÇASIDIR “AYRIM YASER TALU”

Kırıkkale Nur Camii’nin ZEVE tarafından tasarlanan mimari aydınlatma projesi, ABD merkezli IALD International Lighting Design Awards’ta “Liyakat Ödülü” ve AL Light & Architecture Design Awards’ta “Övgüye Değer Başarı Ödülü”nü aldıktan sonra, İngiltere merkezli Darc Awards’ta da dış aydınlatma kategorisinde “Dünyanın En İyi İkinci Aydınlatma Tasarımı” seçildi. Bu büyük başarıyı ve aydınlatma tasarımının dinamiklerini ZEVE Aydınlatma Tasarım Stüdyosu kurucu ortağı Ayrım Yaser Talu ile konuştuk.

Zeve Aydınlatma Tasarım Stüdyosu hakkında bilgi alabilir miyiz sizden?
Zeve Aydınlatma Tasarım Stüdyosu, aydınlatma tasarımında yaratıcı ve entegre çözümlere odaklı bir firma olarak kurduk ve kuruluşundan günümüze kadar farklı ölçeklerde özel ve kamusal alanda birçok proje yaptık. Işığın dönüştürücü gücüne inanıyoruz ve bu gücü ustalıkla kullanarak estetik ve etkileyici yaşam alanları oluşturuyoruz. İç mekan, dış cephe, peyzaj ve kentsel yaşam alanları, tarihi ve kültürel yapılar, sağlık yapıları, stadyumlar, köprü ve yol aydınlatmaları gibi çok geniş bir yelpazede aydınlatma tasarımı projeleri üretiyoruz.

Aydınlatma tasarımı yaparken nelere dikkat ediyorsunuz?
Eğer görsel ve mimari anlamda konuşuyor isek şunu diyebilirim; tasarım sürecinde mekansal ve psikolojik faktörlere özellikle dikkat etmekteyim. Mekansal faktörler derken kastettiğim şey; mekanı tanımlayabilme ve mekan kullanıcılarında tatmin ve hoşluk duygusu yaratabilmek. Bunun için öncelikle tabii ki mimariye uygun ve onu tamamlayan estetik bir düzen ve ritim oluşturmak. Bunlara ek olarak da ışık etkileriyle görsel cazibe alanları yaratmak. Tabii tüm bu planlamalarda görsel konforun en önemli kriterlerden biri olduğunu söylemeliyim. Bu anlamda ışık dağılımı gözü rahatsız etmeyecek olan ürünler tercih edilmeli.

Tüm projelerimizde dikkat ettiğim en önemli konulardan biri de elbette enerji tüketiminin uluslararası enerji kodlarına uygun bir şekilde en düşük seviyede tutulması. Biraz da aydınlatma tasarımının sanat yönünden bahsedelim…
Işık evrenin vazgeçilmez bir parçasıdır. Her yerdedir, gelip geçici ve esrarengizdir. Bu nedenle, duyuları uyandırmak, hikayeler anlatmak ve duyguları aktarmak için güçlü bir araçtır. Yani, ışık kendinde var olan özellikler ile zaten sanatı yaratıyor. Işığın bu yaratıcı potansiyeli, aslında sanat tarihi başından beri insanlar tarafından biliniyor. Bununla birlikte, “ışık sanatı” terimi ilk olarak 1930’da Moholy-Nagy’nin “Işık-Alan Modülatörü” (Light-Space-Modulator) adlı kinetik ışık sanatını yaratması ile ortaya atılmıştır.
Ancak, ışık sanatını yalnızca bir sanat hareketi olarak değil, ışığın yaratıcı bir araç olduğu bir sanat disiplini olarak düşünürsek, kırk bin yıl öncesi mağara resimlerini ilk “ışık sanatı” eserleri olarak görebiliriz. Mağara resimlerinin çoğu hayvan hareketlerini tasvir ediyordu ve statik amaçlı değildi, dolayısıyla aynı temanın, örneğin bir at resmini düşünün, sayısız varyasyonu gösteriyordu ve bunlar titrek bir ateş altında hareketli bir görüntüye dönüşmekteydi. Hareket eden bir eldeki ateşin tutarsız parlamaları ve parıltısındaki hızlı değişimler, hareket eden boyalı bir nesne hissi oluşturur. Bu şekilde bir ışık düşüncesi ve onun algısal potansiyeli, bu mağara resimlerini, resim sanatı, enstalasyon sanatı, sahaya özgü sanat ve ışık sanatı disiplinlerinin altına yerleştirmez mi?
15. yüzyıla geldiğimizde, Leonardo da Vinci’yi, hem bir sanatçı hem de bir bilim adamı olarak ışığı incelerken buluruz. İnsan gözünün anatomisini, ışığın doğasını ve karanlık oda mekaniğini açıklayan fizik, optik, astronomi gibi diğer disiplinler üzerinde çalışmıştır. Ve ışık üzerine yaptığı bilimsel araştırmaları sanatsal inovasyona uygulamıştır ki; bu da tablolar incelendiğinde belli oluyor. Mesela, “Son Akşam Yemeği“ (The Last Supper) adlı tablosu, iki boyutlu sanatta çığır açan bir ışık ve perspektif işleyişi olarak bilinir. Da Vinci, resim, çizim veya baskıda ışık ve gölge kontrastını belirgin bir şekilde uygulayan “ışık ve gölge sanatı” tekniklerinin öncüsü ve üç boyutlu form illüzyonu yaratma becerisi ile tanınır.
16. yüzyılda Michelangelo tarafından daha da geliştirilen ve 17. yüzyılda Rembrandt Harmenszoon van Rijn tarafından mükemmelleştirilen “ışık gölge tekniği” (chiaroscuro), fotoğraf, sinema ve tiyatro da dahil olmak üzere diğer sanat dallarında da uygulanmıştır.
Görüntü yönetmeni Sven Nykvist, Ingmar Bergman’ın 1962 yapımı “Winter Light” adlı filminde, ışığı ve gölgeyi dramatik bir imajda kontrastlayarak filmde ele alınan “anlamsız bir varoluş” duygusuna adreslemiştir.
Günümüzde, enstalasyon sanatı alanında Olafur Eliasson, ışık ve karanlık arasındaki denge üzerinde çalışırken benzer teknikler uyguladı. ‘Beauty’ adlı yapımı için sis ile dolmuş tamamen karanlık bir odada tam spektrumlu ışık üreten bir prizmayı ışıldatırken, gözlemcinin bakış açısına ve sisin durumuna bağlı olarak kısa süreli suni bir gökkuşağı yarattı.
Işığın özünde var olan bir özelliği vardır ve alan ve zamana bağlı olarak farklı davranan karmaşık bir araçtır ışık, bu yüzden sadece baktığınız diğer şeyler hakkında bir şey ortaya çıkarmaz, kendi içinde bir ilham haline gelir.
Karanlığın ve ışığın etkileşimi, Yunan ve Roma heykeltraşından Rönesans ressamlığına ve deneysel filmlerine kadar kullanılan bir tema olmuştur. Çağdaş ışık sanatı, 19. yüzyılın sonuna doğru elektrik ışığının gelişimi ile başlamıştır. Böylelikle ışık sadece diğer sanat biçimleri için bir araç olarak değil, ana ifade aracı olan bir sanat olarak kullanılmaya başlandı. Teatral ışıktaki deneyler, buluşlar ve yenilikler genellikle ışık sanatı gibi diğer ışık kullanım alanlarını etkilemiştir. Işık sanatını bir disiplin olarak, resim, sinema, enstalasyon sanatı gibi birçok disiplinlerde farklı şekilde işlenir. İşte bu fark sayesinde ışığa ilişkin bütüncül bilgi edinebiliyoruz.
Işık, insanlık tarihi boyunca mimari etki olarak kullanılmıştır. Işık ve mimari arasındaki ilişki kaçınılmaz olarak bazen bilinçli, bazen bilinçsizce ortaya çıkar. Işık etkisi ile dokunma sanatı sıklıkla mimaride kullanılır ve nasıl kullanıldığına bağlı olarak mekansal içeriği -hoşluk veya rahatsızlık duygularını, görkem ya da gizem duyularını, mekanın genişlik ya da darlık algısını- dönüştürür ya da sade bir şekilde mekanın ilgi çekici yanlarını vurgular.
İyi mimari gibi iyi aydınlatma da görüşü netleştirir, tanımlı kılar, insanları canlandırır. Kötü aydınlatma, kötü mimari gibi görüşünü bozar, karmaşıklaştırır ve bitkinlik yaratır.

Kırıkkale Nur Camii projesinin aydınlatma tasarımı uluslararası alanda oldukça güçlü bir yankı buldu. Bu projenin sürecinden de bahsedebilir miyiz?
2007 yılında dönemin başbakanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın Kırıkkale’yi ziyareti sırasında bu eski camiinin yerine, ihtiyaçlara cevap verecek Kırıkkale’nin sembolü olacak klasik Osmanlı üslubunda büyük bir cami yapılması önerisi üzerine, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından eski caminin yerine şehrin simgesi hüviyetinde abidevi bir şaheserin külliyesi ile birlikte inşa edilmesine karar verildi.
Aydınlatma tasarımı çalışmalarına 2012 yılı son çeyreğinde başlandı ve tasarım süreci tamamlanana kadar yoğun ve titiz bir çalışma sürdürüldü. Süreç boyunca, tasarım anlayışından montaj ve uygulama detaylarına kadar birçok konu ayrıntılarıyla ele alındı.
Yapmış olduğumuz tam olarak ışık sanatının mimarideki bir uygulamasıydı. Tasarım anlayışı, hem ışık ile duygu aktarımı yapma, hem de ışık etkileriyle mimariyi vurgulama üzerine kurgulandı. Elbette oluşturmaya ve aktarmaya çalıştığımız manevi duyguydu. Mimari üzerindeki ışık uygulamaları, ana mimari elemanları vurgulama, ışık ve gölge etkileşimini kullanarak yapıya derinlik katma ve farklı ışığın farklı tonları ile görsel bir hiyerarşi oluşturma amaçlıydı. Bu sayede yapı şehrin gece siluetinde simgesel bir eser olarak katılmış olacaktı.
Işık renk tonları, teknik tabirle renk sıcaklıkları, aşağıdan yukarıya devam eden karmaşık yüzeyler arasında ince geçişler sağlayabilmek için dikkatlice seçildi. Ana kubbe ılık beyaz ton ile aydınlatılırken, kubbe kasnağı pencereleri ve fil ayaklarında sıcak beyaz ton kullanıldı ve diğer yüzeylerde süper sıcak beyaz ton seçilerek yapı boyunca birçok farklı noktada kontrast ve mistik bir görünüm elde edilmek istendi.
Daha önce belirtmiş olduğum gibi, ışık ve gölge kontrastının iyi bir şekilde uygulanması yapının üç boyutlu formunu ortaya çıkarır ve ona gizem katar. Nur Camii uygulamamızda, çeyrek kubbeler gölgede bırakılarak, ilgi ana kubbeye çekildi. Kubbe altlarındaki motifli pencereler belirginleştirildi. Büyük pencereler dar açılı ışık huzmeleri ile tanımlanarak aralarında keskin karanlık yüzeyler oluşturuldu. Ayrıca aydınlatılan yüzeyler arasında da ahenk sağlamak gerekir. Bu dengeyi farklı optikler ve güçlerde ışıklıklar ile sağladık.
Kırıkkale Nur Cami ile kazanmış olduğumuz uluslararası başarılarda jüri değerlendirmelerinde, kontrastın tam kararında ve etkin bir şekilde kullanıldığı, aydınlık ve karanlık yüzeylerin doğru seçildiği, çok iyi ışık tonu tercihlerinin yapıldığı, mimari özelliklerin etkili bir şekilde vurgulandığı ve tasarımda hassas bir dengenin kurulduğu yorumlarında bulunulmuştur.
Genel olarak Türkiye’deki aydınlatma tasarımı algısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de aydınlatma tasarımının bir disiplin olarak yeterince yaygınlaşmış veya benimsenmiş olduğunu söyleyemeyiz. Bunun sebebi ise bu konuda henüz ciddi bir talebin oluşmamış olmasıdır. Yani yatırım sahipleri veya konunun muhatapları konuya yabancı. Oysa özellikle Amerika ve Avrupa’da aydınlatma tasarımı oldukça önemsenmektedir. Neredeyse her projenin aydınlatma tasarımcısı ve/veya danışmanı vardır ve aydınlatma ile ilgili Türkiye’de konuşulanların çok ötesinde, insanların sirkadiyen ritmlerine olan etkisine kadar birçok hassas konu tartışılıyor.