Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil ve Moda Tasarımı bölümünden mezun olduktan sonra, İtalya Istituto Marangoni’de Image Consultancy eğitimi alıp, bu programı biter bitmez de Fashion Styling Master’ına başlayan Burçe Bekrek, İtalya’da D&G ve Dsquared2 gibi markalarla projelerde çalışma imkânı bulmuş. 2006 yılında Türkiye’ye dönmüş ve 2010 yılında kendi markasını kurarak tasarımcı ve commercial stylist olarak çalışmış. 2008 yılında Fashion Tv Moda Ödüllerinde En İyi Gelecek Vaad Eden Moda Tasarımcısı seçilmiş. Başarılı serüveni ve modaya dair tutkusunu konuştuğumuz Burçe Bekrek, bu ayki şehir&dizayn bölümüzün konuğu…Modaya olan tutkunuzu neler ateşledi? Stil konusunda aklınıza kazanmış ilk kaynaklardan bahseder misiniz biraz?
Doğuştan dürtüsel olarak benimle büyüyen bir tutkuydu diyebilirim. Ne olacağımı, 6 yaşından beri de sözlü bir şekilde ifade ediyordum. Hayatım da bu isteğin üzerine kurulu geçti. Seçtiğim bölümler ve okullar, dışarıda aldığım eğitimler hep bu meslek için birer yatırım niteliğindeydi. Benim sanatla ilişkim hep anlattığım gibi klasik bale eğitimiyle başladı. O tutkum 5 yaşımda beni ele geçirdi. Aslında baleye olan merakımın tamamen sahne ve kostüm tasarımına olan meraktan kaynaklandığını anlamam çok kısa oldu. Beni çocukken en etkileyen şey de; bale kostümlerinin konstrüksiyonları ve derslerde giyilen giysilerdi. İlkokulda kendi bale derslerimde giysilerimi kendim yapmaya başlamıştım. İlk moda tarihi kitaplarını kurcalamaya ve çizimler yapmaya da o dönem başladım.
Tasarımlarınızı kendi markanızla sunmaya başladıktan sonra sizin için neler değişti? Elde ettiğiniz bu özgürlük çizgilerinize nasıl yansıdı?
Kendi kadınımı yarattım. Onun bir hayat hikâyesi, yaşam biçimi, bir tavrı ve ihtiyaçları vardı. Ve isteği onunla showroomda tanışmaya gelecek kadınlara bir deneyimleme yaşatmaktı. Tüm dünyasını o kadar iyi kurgulamıştım ki, ilk koleksiyon ile beraber markanın özü çok iyi oturdu. Ve hiç bir koleksiyonda da bu değişmedi. Her sezon aynı istikrarla ilerledim. Şimdi geriye dönüp 10 koleksiyona bakınca aynı kadının farklı hallerini görüyorum ama tavrının hiç değişmediğini hissediyorum. İlk koleksiyonu yaparken en çok üstüne düşündüğüm şey markanın bir imzası olmasıydı. Burçe Bekrek markasının artık görüldüğünde tanınmasını sağlayan imza niteliğindeki el yapımı bant detayları, hiç yuvarlak kesimlerin kullanılmaması, hep köşeli ve keskin kupları, kusursuz işçiliği ve multifonksiyonel mantığı gibi detaylar beni en korkutan ve acaba özgürlüğümü alır mı dediğim noktalardı. Hiç öyle olmadı. Başından beri Mikro Makrodur felsefesiyle tasarımlar yaptım. Yalın fakat günün ihtiyaçlarına göre çok amaçlı giyim seçenekleri sunan bir marka olmayı tercih ettik. Bu da benim için minimal silüetlerde kendimi ne kadar özgür kılabileceğime dair bir sınavdı.
Sizin giyim tarzınız nasıl? Giymekten kaçındığınız ya da vazgeçemediğiniz parçalar var mı?
Benim de yalın bir giyim tarzım var. Asla baskılı giymem, polyesterden hiç haz almam. Genelde de günün çoğunu atölyede geçirdiğim için yalın ve rahat giysiler tercih ederim. Sneakerla günü geçirirken, showrooma provaya geçtiğimde veya akşam bir evente giderken bir topuklu ile anında havası değişecek giysilerden bahsediyorum. Hiçbir zaman dresscodelara uymadım hayatımda. Kuralım da yoktur. Abartılı şeyleri, sıradan parçalarla birleştirmeye bayılırım. Dekoltemi her zaman sırttan yana kullanırım (ki markada da genelde öyledirJ) Giysiler konusunda takıntılıyım. Aynı ipek bluzun 12 farklı rengi, aynı pantolondan 5 adet gibi takıntılarım var. Sevdiğim bir kalıp oluyorsa ona bağlanıyorum. Seyahatlerde ise her zaman akıllı bavullar yaparım. Çok amaçlı tasarımlar sayesinde daha kompakt bavullar hep iş görüyor.
Modada geçmişe baktığınızda sizi hangi dönemler heyecanlandırıyor?
20’ler.
Biraz da nelerden ilham aldığınızdan bahsedelim. Bu zamana kadar yanında çalıştığınız ya da işlerini takip ettiğiniz hangi ustalar size ilham verdi?
Luca Bacelli. Master yaparken hocam olan efsane adam, beni ben yapan, hayatıma girmiş en önemli insandır. Ve son olarak da İstanbul Fashion Incube eğitimleri esnasında CFE’den Lee Lapthorne ve markamın gelişmesine katkı sağlayan Serdar Senemoğlu. Bu üç adam bugüne kadar tasarım vizyonuma, stil algıma, markalaşma konusunda aldığım yola ışık tutan şahane beyinler.
Sizi etkileyen çizgiler, hoşunuza giden detaylar, esinlendiğiniz öğeler yeni başladığınız bir projede ne kadar yer tutar?
Ben mimariden çok etkilenirim. Pek çok iç mimar da kalıplara ve detaylara bakınca, markamın mimari çizgilere sahip olduğunu söyler. Sanırım Güzel Sanatlara hazırlanırken ders aldığım iç mimar Tamer Pehlivan’ın bunda katkısı var. Koleksiyonlarda, bu yüzden kesimlerde veya strüktürlerde bu alana dair hep bir iz vardır.
Peki, moda dışında hayatta Burçe Bekrek için neler var? Keyif aldığınız aktiviteler ya da modanın dışında beslendiğiniz kaynaklar nelerdir?
İş dışında çok az zaman var. Az bir zaman varsa önümde zamanı yakalamaya çalışıyorum. Yakalamaya çalıştığım sergiler, okumak istediğim kitaplar, hep elimin bir tarafında olan ilustrasyon hobisi, maketler, yeni bir heyecan olan motorum ile yol almak ve gitmek istenilen dünyanın bir sürü keşfe açık noktası…
Kendi markanızı oluşturduktan sonra tasarımcılığın yanında sizin için bir de markanın sahibesi olarak ek sorumluklar geldi. Bu deneyimde öğrendiğiniz en önemli şey ne oldu? Tutturmak zorunda olduğunuz bir denge var mı?
Esas zorlu süreç benim için 5. yıldan sonra başladı. Çizgiyi korumak, ama yerinde saymamak adına sürekli ne yapılabilir diye düşünmek… Bunu başarabildim mi anlamak için daha çok genç bir marka. Bir kaç sene sonra geriye bakıp anlayabileceğim bir şey. Ek sorumluluğa gelirsek; Zümrüt Bekrek var, markanın yönetici ortağı. Ben tasarlıyor ve üretiyorum ama finans kısmı onun beyniyle gidiyor. Bu da benim sorumluluğu azaltıyor ve körelmemi engelliyor aslında. O yüzden çok şanslıyım.
İstanbul’dan çıkan modacılar ya da Türkiye’deki moda küresel olarak bakıldığında nasıl görünüyor?
Bence son bir kaç sezondur harika gidiyor. Dünyada satmaya başlamış pek çok genç Türk markası var. Uluslararası fuarlarda, showroomlarda daha fazla isim olarak varız. Her gün çıkan yeni bir moda tasarımcısı da var yanı sıra, bazısı özgün bazısı değil. Ama zaten ayakta kalanlar ve her sezon biraz daha büyüyenler de özgün olan, bir marka özü olan, her sezon başka şeye özenerek şaşırtan değil, her sezon kendi olanlar. Bugün Avrupa’da ve Amerika’da pek çok Türk tasarımcının ürünleri satılıyor. Ve Türk kadınlar eskiden yurtdışına alışverişe giderken artık yurtdışı seyahatlerinde giyinmek için Tür tasarımcılardan alışveriş yapıyor.
