Babadan Oğula Geçen Meslek

mustafa turgut

Mustafa Turgut, ilkokul yıllarından itibaren babasının stüdyosunda fotograf eğitimi başlamıştır. 1987de akademiye girişle beraber, serbest fotoğrafçı olarak çalışmaya başlamıştır. Kendi stüyosunu kurana kadar Merzifon’daki aile stüdyosunda çalışmıştır. 1998de kurduğu stüdyosunda çalışmalarını, tanıtım ve özel gün fotoğrafçılığı üzerine yoğunlaştırır. Ticari alan olarak; moda, endüstriyel, teknik ve reklam fotoğrafçılığı; kişisel ilgi ve babadan miras gelen özel gün fotoğrafçılığı yapmaktadır. Mustafa Turgut’un başarılı yorumuyla ortaya çıkan oldukça iştah ve iç açıcı kareler ise bu ayki fotoğraf ustaları bölümümüze imzasını atıyor.

Sizin fotoğrafçılık hikayeniz nasıl başladı?

Fotoğrafçılık babamın da mesleği aynı zamanda. Ben uzak durmak için çabaladıkça fotoğraf beni buldu, sonuç fotoğrafla dolu 40 yıl. Çocukluğumda babamın arkadaşı ve meslektaşı olan Tahsin Amca’nın yanında çıraklıkla başladım. Tahsin Amca bir aleminütçü idi.

 

Yaptığı şeyi tutkuyla yapan herkesin ilham aldığı şeyler ve kişiler vardır. Bize sizdeki fotoğraf tutkusunu başlatan, motivasyonunuz düştüğünde yeniden alevlendiren kişilerden, olaylardan, fotoğraflardan bahseder misiniz?

Aslında fotoğraf benim için bir tutku değil, öncelikle hayatımı sürdürdürmemi sağlayan bir iş. Sonrasında bir yaşam biçimi; yaşama bir bakış şekli, etrafı algılama ve kavrama yöntemi. Bir etkileşimden bahsedeceksek eğer yaşamın kendisinden bahsedebiliriz. Beni diğer fotoğrafçıların çektikleri değil; benim çekemediğim fotoğraflar motive eder. Hayat sürerken cereyan eden olaylar, anlık saptamalar karşında yaptığım egzersizler etkiler. Hep şunu söylerim: ”Bir fotoğrafçının en iyi fotoğrafları yanında makinesi yokken çekemediği ancak zihnine kazınan fotoğraflardır.” Bir çok fotoğrafçı o çekemediği fotoğraf için aynı yere döner ve zihnine kazıdığı imgeyi arar. Bu zaten başlı başına motivasyondur.

 

Bazı şairler, müzisyenler eserlerini İstanbul’a adar, İstanbul’u anlatır. Size de bir İstanbul aşığısınız sizin gözünüzden İstanbul’u anlatmanızı istesek.

Ben İstanbul’a aşık bir fotoğrafçı değilim aslında.  İstanbul’a değil ama İstanbul’un içinde varolanlara aşık bir fotoğrafçı sayılırım. Yaşadığı kentten etkilenen sayısız fotoğrafçıdan birisiyim.

Kentler barındırdıklarıyla yaşayan kampüslerdir bana göre. Denizi, martısı, vapuru, simitçisi, balıkçısı, mimari dokusu, eski sokakları, o sokaklarda satışı yapan işportacısı  olmayan; boş bir İstanbul kimseye zevk vermezdi. Kentin karakterini belirleyen en önemli etken ise insandır bana göre. Az önce saydıklarımdan ikisi (deniz ve martı) hariç tamamı insanla ilgili olgulardır. İstanbul ile ilgili fotoğraflarda ilk aradığım şeylerdir bunlar. İnsan ve yaşam ektileşimi.

 

Zaman içinde tecrübe kazandıkça ışığa, insana ve fotoğrafların insanlar üzerindeki etkisine bakışınızda neler değişti?

Aslında sadece farkındalıklarımız değişir. Her seferinde daha fazla şeyi farketmeye başlarız. Fotoğraf bizim gibiler için bir ifade dili, okuma dili gibidir. Fotoğraf fotoğrafçının “ben bunu gördüm” söylemidir. Bu tanım hocam Sabit Kalfagil’e aittir. Ben de çok benimsedim.

Aynı zamanda bir okumadır da. Fotografik okuma hemen herkesin farkında olmadan günde yüzlerce kez yaptığı bir eylemdir. O nedenle fotoğrafik bakış açısı, etrafımızda gelişen olaylara bakışımızı ve değerlendirmelerimizde yaklaşımlarımızı farklılaştırır. Yaşama farklı bir gözle bakmayı ve baktığımız yerde başkalarının görmediği şeyleri görmemizi sağlar. İşte bu yüzden fotoğrafça bir yaşam yorumu, bakış açılarımızı çeşitlendirir.

Fotoğraf, çekenin dışında başka insanlara temas ettiğinde değişir; seyredenin algısıyla içselleşir, kişiselleşir. Seyreden kişi fotoğrafın atmosferini koklar. Bazen yeni fark ettiği bir şeyi merak etmeye başlar. O anı fotoğrafçının gözüyle görür, fotoğraftakilerin o andan sonra ne durumda olduğunu merak eder.

Bunları farketmeye başladığınızda etraftaki her şeye bakışınız değişir.

 

Biraz da teknik tarafı konuşalım. Fotoğraf çekerken en çok neye dikkat ediyorsunuz?

İyi ışık, iyi kompozisyon

 

Düşündüğünüz kareleri yakalamak için neler yapıyorsunuz?

Sabırla bekliyorum ve sürekli izliyorum..

 

Etrafta ekipmana boğulmuş çok fazla fotoğraf meraklısı var. İnsanların bir kısmı en iyi makinenin en iyi fotoğrafı çekeceğini düşünürken son bir iki senede cep telefonlarıyla harika işler çıkartanları da görüyoruz. Sizin ekipman ve ekipmanın kullanımı konusunda fikirleriniz neler?

Ekipman yaptığımız işe aracılık eden malzemedir sadece. Fotoğraf her türlü malzeme ile çekilebilir. Son model bir dijital makine de en ilkel tahta makine de aynı işi görür. Çok teknik bir iş yapmıyorsanız elbette.

İş olarak baktığınızda; özel bir maksatla bilgi verecek detayların çok önemli olduğu bir fotoğraf çekecekseniz durum değişir. Artık iyi donanım, iyi malzeme kullanmak zorundasınız. Benim sokaklarda gezerken omuzumda gezdirdiğim makine bir aynasız 35 mm. Stüdyomda ise 35 mm gövdeleri de; orta format gövdeleri de kullanıyorum. Ancak en iyi makine ne diye soranlara verdiğim tek cevap var: İhtiyacı karşılayan ve işini gören en ucuz makine en iyi makinedir.

Ekipmana boğulmuş insanları; ticari mekanizmanın avları olan kurbanlar olarak görüyorum. Az ve kısıtlı olan kaynakların lüzumsuz donanım yığınlarına harcanmasına üzülüyorum.

 

Bir fotoğrafta sizin gözleriniz neyi arar?

Işık ve kompozisyon ve baskı kalitesi.

 

Arkasındaki hikayeyle sizi çok etkileyen fotoğraflarınız olmuştur mutlaka. Bize birkaç tanesini aktarabilir misiniz?

Elbette bir çok var. Bir tanesini anlatayım.

Haliç kıyısında metro köprüsünün altında çektiğim Suriye’li üç mülteci çocuğun çıplak vaziyette denizde oynarlarken çektiğim bir seri var. Aslında arkasında bir hikaye de yok. Maksadı tamamen çocukların naifliklerini ve olan bitenlere rağmen çocuk olduklarını hatırlatan oyunlarını fotoğraflamak olan bir seri. Ancak soyal medyada paylaştıklarımın üzerine fırtınalar koptu. Ahlaksızlık ve pedofil olmakla suçlanırsın diyenlen ve hatta suçlayanlar oldu. Birileri şikayet edip fotoğrafların yayından kaldırılmasını sağladı.

O çocukların yaşadığı sefilliğe ve çaresizliklerine kafa çevirmek ahlaksızlık olarak görülmüyor da; onların denizde çıplak halde oyun oynarken fotoğraflarını çekmek sapıklık olarak görülüyor. Gördüm ki aslında ahlak zihinde cereyan eden bir olay.

 

Sizin fotoğraflarına her baktığınızda ilham aldığınız ustalar hangileri?

Türk ustalardan elbette Sabit Kalfagil.. Yabancılardan ise Helmut Newton

 

Son zamanlarda nerelerdesiniz, neler yapıyorsunuz yeni projeleriniz var mı?

Projeler hiç bitmez ama ne yazık ki çok azı hayata geçer.

Uzun zamandır yapmamak için direndiğim fotoğrafa yeni başlayanlara yönelik atölyeler planladım. Varolan profesyonel odaklı kişiler için düzenlediğim atölyelerle birlikte inplato’da bunları organize ediyorum. Elbette reklam fotoğrafçılığı ve sanatsal baskı asıl işim. Bunlar sürüyor.

Politik ve toplumsal söylem taşıyan iki farklı proje var. Ancak atölyeler ve reklam fotoğrafından arta kalan zamanımda, fırsat buldukça ve modellerim uygun olduğu zamanlarda üzerinde çalışabiliyorum.