Anı Ölümsüzleştirmeyi Seviyorum; Abdullah Şahin

Bize kendinizden bahseder misiniz? Abdullah Şahin kimdir?

23 Nisan 1990 Üsküdar/ İstanbul doğumluyum. Çocukluğum İstanbul’un en güzel semtlerinden biri olan Beylerbeyi’nde geçti, lise yıllarımda aynı zamanda ticaret ile meşgulken liseyi uzaktan eğitim ile bitirdim, devamında İstanbul Üniversitesi sosyoloji 2. üniversite olarak da Anadolu üniversitesi fotoğrafçılık ve kameramanlık okumaktayım.

Fotoğraf çekmeye nasıl başladınız?

Biraz lise yıllarıma dayanıyor aslında fotoğraf çekmeye başlamam. Hem okul hem iş derken İstanbul’u çok dolaşma imkânım oluyordu. Mesela günü birlik vapurla seyahat eder ve telefonumla farklı enstantaneler yakalardım, çektiğim kareleri editler ve arşivlerdim. Tabi çekimlerim ne bir teknik bilgi ne de fotoğraf kurallarına dayalıydı sadece o kereler beni mutlu ediyor ve arşivi karıştırmak hoşuma gidiyordu.

İlerleyen yıllarda fotoğrafa ilgim daha çok arttı 2012 yılında bir fotoğraf makinesi almaya karar verdim ve araştırmaya başladım; hangi makine? Hangi segment ve özellikleri neler? Derken 6ay geçmişti ve bu süre zarfında fotoğraf makinemi daha almadan araştırmalarım sayesinde neredeyse kullanmayı çözmüştüm. İlk makinesini alan herkes gibi önce arkadaşlarımı-ailemi sonrasında bahçemdeki çiçekleri-böcekleri fotoğraflamaya başladım, fotoğraf makineme alışma süreciydi geçen birkaç hafta.

Sonrasında bir eğitmen yardımı almadan kendi araştırmalarım ve bol pratik ile süreç ilerledikçe fotoğraf bende bir tutku-yaşam tarzı haline dönüştü.

Günümüzde fotoğrafçılık daha çok dijital olarak icra edilmekte, bu konu hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Fotoğraf çekmeye başladığım zamanlarda sosyal medya günümüzdeki kadar aktif kullanılmıyordu. Çekilen fotoğraflar genelde fotoğraf sitelerindeki yerini alıyor, fotoğraf üzerine konuşmalar yapılıyor-yorumlanıyor bilgi paylaşımları yapılıyordu.

Şimdi bu biraz daha pratikleşti ve sosyal medya hayatımızın vazgeçilmezi haline geldi. Günde onbinlerce fotoğraf paylaşımı yapılıyor ve insanlar kendini, sevdiği şeyleri, çevresinde olan biteni fotoğrafın diliyle anlatmaya çalışıyor.

Dijital fotoğrafçılık hızlı haberleşme, daha fazla kişiye fotoğraflarla sesini duyurmak bir şeyler anlatabilmek çok hoş bir durum.

Sadece dijital ortamın bir can alıcı kısmı var ki o da popülarite; maalesef bazen fotoğrafa evrensel dilinden sıyırıp egoist bir elbise giydirilebiliyor.

Tam bir İstanbul aşığı olarak İstanbul’un hangi köşesi sizin için en özel?

Bir Üsküdar’lı olarak bu sorunuza salacak sahil cevabını vermek istiyorum.

Karşımızda Kızkulesi ve İstanbul silüeti.

Özellikle gün batımında (boş yer bulabilirsem 🙂 ) çayımı yudumlarken manzaraya seyre dalmak çok özel benim için.

İstanbul’u 3 kelime ile anlatabilir misiniz?

İstanbul’u anlatmaya kelimeler yetmez, tarifi çok zor bir şehir.

Her köşesi ayrı bir atmosfere sahip.

Onun içindir ki ben fotoğraf ile anlatma yolunu seçtim.

Ama sorunuza binaen tek kelime ile “Aşk” diyebilirim.

Hayalini kurduğunuz bir fotoğrafı bizimle paylaşır mısınız?

Aslında fotoğrafı hayal etmektense anı ölümsüzleştirmeyi daha çok seviyorum.

Konumuz resim olsa idi bu sorunuza karşılık çok güzel bir çerçeve çizebilirdim.

Tabiî ki hayal söz konusu olmuyor değil mesela; bir manzarayı çekerken bir şeyleri eksik hissedip saatlerce o anı beklediğimiz oluyor; şirin bir kedicik, enteresan giyinimli bir yabancı bazen bir kuş sürüsü ya da ani bir hava değişimi gibi normal şartlarda her zaman göremediğimiz ve hayal ettiğimiz şeyler karşıma çıkmıyor değil.

İnsanın doğayla beraber şekillendiği kırsal bölgelerden kareler yakalarken, kompozisyonlarınızda renk, doku ve hikâye olarak neler arıyorsunuz?

Açıkçası metropollerden vakit dolayısıyla pek çıkma imkânım olmadı.

Fakat doğal bütünlüğü bozmadan doğayı ve insanı gerçek halleriyle renk ve kadraj bütünlüğünü bozmadan yansıtmayı daha çok seviyorum.

Fotoğraf çekmek için kurallara gerek var mı?

Evet, kurallara gerek var fakat her zaman uymak zorunda değiliz zaten kuralları bilmeden bunları aşmak ya da uymak tesadüfî bir durum olur.

İzleyiciye fotoğrafta anlatmak istediğimizi daha çarpıcı bir halde yansıtmak için belli kurallara uyarız, bazen bu kuralları kasten aştığımız da oluyor.

Örneklemek gerekirse bir martının gökyüzünde süzülüşünü kadrajladınız ve şehrin silueti karşınızda, normal şartlarda yamuk bir kadraj pek hoş karşılanmaz fakat sizin anlatmak istediğiniz martının gözünden şehrin siluetini yansıtmaksa martının süzülüş yönüne doğru kurallar dışına çıkabilirsiniz. Bu uyum fotoğrafçının ruh haline ve anlatım diline göre değişkenlik gösteriyor.

Instagram aracılığıyla bugüne kadar seni en etkileyen fotoğrafın hangisiydi?

Ağırlıklı olarak İstanbul fotoğrafları çektiğim için açıkçası en başından beri her çektiğim fotoğraf beni heyecanlandırıyor ve etkiliyor.

Zaten Instagramı kullanma amacım da tam olarak bu.

En başta değinmiştim fotoğraf çeker, arşivler ve boş zamanlarımda arşivindeki fotoğrafları karıştırdım ve hiçbir yerde paylaşım yapmazdım.

Bir gün reklam panosunda İstanbul’un tanıtımını amaçlayan bir Instagram yarışmasına denk geldim o zamanlar İnstagram kullanmıyordum ve bu yarışmanın amacı şehrin tanıtımına katkı sağlamak bilinirliğini arttırmaktı bu düşünceyle Instagramda fotoğraflarımı paylaşmaya başladım tabiki marifet iltifata tabidir, yarışmayı 2.likle bitirdim bu bana İstanbul adına bir şeyler yapmak için moral kaynağı ve daha fazla heyecan kattı.

Her karede ayrı bir ruh hali ve ayrı bir heyecan-etki oluşuyor.

Bir dönem herkes çektiği fotoğraflarla fotoğrafçı oluyordu. Şimdi ise herkes fotoğraf çekiyor sosyal medyada yayımlıyorlar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz bir fotoğrafçı olarak?

Bir sanatın bu kadar yayılması çok hoş bir durum.

Şehirler çok hızlı gelişiyor-değişiyor İnsanlar artık birer tarihçi konumunda velev ki farkında olmasın anı ölümsüzleştiriyor ve belgeliyor aslında bir bakıma.

Fotoğraf bir anlatım dili demiştik; bu perspektiften bakarsak konuya artık insanlar fotoğrafın anlatım şeklini seviyor hale geldi. Bu aynı zamanda sosyolojik bir süreç; bir zamanlar şiirler yazılırdı ve insanlar anlatmak istediğini şiirlerle anlatırdı fakat herkes şair olamazdı.

Fotoğraf çekmediğin zaman neler yapıyorsun?

İstanbul’un neredeyse ayak basmadığım yeri kalmadı boş zamanlarımda çok gezerim ille fotoğraf için değil yeri gelir tarihin aktığı sokakların atmosferine kapılır yeri gelir kalabalıkları izler insanların davranışlarını, neler düşündüklerini gözlemlerim.

Kitapların kokusunu özler sahaftan sahafa gezer kitapları karıştırırım.

Eline kalem geçimce şiirler yazar, ufak hikâyeler çıkarırım.

Sizin sosyal medyada mutlaka takip ettiğiniz, mutlaka baktığınız hesaplar var mı?

Tabiî ki. Örnek aldığım kadrajı ve anlatım dilini sevdiğim çok sayıda fotoğrafçı mevcut.

Ne kadar çok fotoğraf izlenilir ise bir o kadar da bakış açınız değişiyor.

Başta çarpıcı kareleri ve özellikle hikâye tadında fotoğrafları olan Steve McCurry, İzzet Keribar ve ismini sayamadığım daha niceleri.