FOTOĞRAFIN EKSELANSI: “ İZZET KERİBAR ”

Uluslararası Fotoğraf Federasyonu tarafından 1985 yılında Ekselans unvanıyla ödüllendirilen İzzet Keribar, 1957 yılında Kore’de başladığı fotoğraf yolculuğuna bugün de devam ediyor. Yolculuğunun hiç bitmemesini dilediğimiz ustamıza fotoğrafa dair her şeyi sorduk; alabildiğine mütevazı ve son derece ustaca cevaplar aldık.

Fotoğraf hikâyeniz nasıl başladı?

Çocukluğumda ağabeyimin her yaptığı işi taklit ederdim. Resim, yazı, müzik, el işleri ve en sonunda da fotoğraf… İyi taklitçiydim ve çabuk öğrendim. 1952 de ufak bir Regula, 1953 yılında ise IIIf modeli, LEICA nın sahibi oldum. Istanbul’u arşınlamaya başladım. O yıllarda hem siyah beyaz hem de Kodachrome çekerdim. Bu durum 1956’ ya kadar devam etti ve ardından Kore serüvenim başladı. Fotograf bilgim ve makinem sayesinde bir yıl boyunca Kore’de olağanüstü günlerim oldu. Fotoğrafçılığın insan yaşamında en güzel yolların ve önemli ilişkilerin anahtarı olduğunu keşfettim.

Bir sanatçı gözüyle çektiğiniz, size bu meslekte bir kariyer yapabileceğinizi düşündüren ilk işiniz neydi?

Kore dönüşümden sonra fotoğrafçılığa ara verdim. 1980’ lerin başında oğluma fotoğrafın güzel bir hobi olduğunu anlatırken birden alev bacayı sardı. Ancak o günlerde henüz iyi bir amatörden öte biri değildim. İFSAK’a üye olmam fotoğrafın gerçek yüzünü öğrenmeme vesile oldu. Yarışmalar, yeni dostluklar birbirini kovaladı. Kısa zamanda,  3- 4 yıl içinde kazandığım sergilemeler, mansiyonlar ve en nihayet uluslararası yarışmalarda madalyalar ben yüreklendirdi ve yeni çalışmalarımla ilerlememi hızlandırdı.

Kariyeriniz başlarında sizi etkileyen bir fotoğraf/fotoğrafçı var mıydı? Şimdi kimlerin işlerini beğeniyorsunuz?

Elbette vardı. Ben de birçokları gibi hepimizin ustası olan Ara Güler’in ekolundan gittim ancak yeni dostlarım; Nevzat Çakır, Bülent Özgören, Yusuf Tuvi, Mehmet Kısmet ve Ilyas Göçmen’den de çok şey öğrendim. Onlar benden çok önceleri fotografçılığa soyunmuşlardı. Hemen  ardından Gültekin Çizgen,  Prof. Sabit Kalfagil ve İbrahim Zaman’ ı, Nusret Nurdan Eren’i , Şakir Eczacıbaşı’nı tanıdım, onların işlerinden de etkilendim. Ayrıca yabancı fotografçılarının işlerini de inceleme fırsatları aradım, kitaplarını aldım.

[metaslider id=4091]

Sizin için ‘iyi bir fotoğraf’ nedir? Fotoğraf karakteristiğinizi nasıl tanımlarsınız?

Ben burada ne kadar anlatmaya çalışsam da, sanıyorum ki doğru yanıt vermek kolay değil. Hep şunu derim öğrencilerime :” Fotokopi ile fotoğrafçılığı lütfen birbirine karıştırmayın. “ Her çekilen kare bir görüntü olabilir ama çok azı fotoğraf sayılır kanımca. Fotograf sayılması için, o karenin bir can taşıması gerekiyor. Öyle bir can ki, daha çekerken sizi heyecanlandıracak, kalbinizin atışını hızlandıracaktır. Ve kuşkusuz,  sonuç,  çok uzakta bulunan farklı insanları da heyecanladırmayı bilecek. Yusuf Tuvi’nin deyimiyle, bir ok gibi beyninize saplanacak.

Dijital fotoğrafçılığın gelişmesiyle beraber fotoğraf çekmek ‘kolay’ bir hale geldi. Instagram kullanımının yaygınlaşmasıyla da birçok yeni ‘sanatçımız’ oldu. Siz bu gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz?

Instagramın ne olduğunu çok iyi bildiğim halde, bugüne kadar hiç kullanmadım. Oysa dijital fotoğrafçılığı en başından beri uygulamış biri olarak, fotograf güzelleştirme programları kullanıyorum. Profesyonel olarak dünya piyasalarında fotograf pazarlayan bir fotografçı olarak, “ Photoshop “a son derece ihtiyaç olduğunu söylemeliyim. Photoshop’u kullanmasını bilmeyenler bu düşünceye karşı geleceklerdir. Ancak onlara cevabım basit: Fotoğrafın evrensel piyasasında aktör olmak istiyorsanız, bu işin kurallarına uymanız gerekir. Doğrudur, fotoğraf çekmek teknik olarak daha kolay oldu. Rekabet çok fazla. Peki, nasıl oluyor da bazı fotografçılar iş yapamazken başkaları bu piyasada hala boy gösteriyor?  Bunu cevabı çok da zor değil. Bir fotograf yarışmasında jüri üyesi olun, iyi işlerin sadece son model makinelerle değil; estetik, yaratıcılık ve daha birçok meziyetle ortaya çıktığını ve belirli kişilerin hep öne çıktığını farkedeceksiniz. Şu anda yarışmalarda hiç tanımadığım, adlarını daha önce duymadığım yetenekler görüyorum.  Buna çok seviniyorum. Çoğu fotograf okumuş gençler bunlar. Türkiye fotografçığının geleceği bizde değil onlardadır.

Tekstil sektöründe oldukça tanınmış bir kişiyken, size her şeyi bıraktırıp fotoğrafçılığa iten şey neydi?

Tekstil serüvenim yaklaşık olarak 27- 28 yıl sürdü. (1970- 1997) 1980 yılı fotoğrafçılığımın ikinci baharı oldu. 1985 yılında ilk kez bir fotoğrafım bir dergiye kapak oldu. O kapaklar çoğaldı ve az da olsa elime para geçmeye başlamıştı. Pek de profesyonel işler değildi ama başlangıç sayılabilirdi.  Aslında tekstilcilik ve özellikle iplik işi son derece zor, riskli ve zaman gerektiren bir meslektir. Fotoğrafçılıkla bir arada yürütmek nerdeyse imkansız. Ne var ki fotoğrafa olan büyük sevgim enerjimi 3 katına çıkarttı. 1987-88  yıllarında kaybettiğimiz kayınpederim işlerini  yani iplik fabrikasını yürütme görevi de bana verildi.  Neyse ki 1990 yılında o işi tasfiye ettim, 1997 yılına kadar kendi tekstil işimi sürdürdüm. O yılda meydana gelen dünya krizi, karşılıksız çekler, bataklar iplik işimi kapatmaya zorladı ve dükkanın tabelası değişti. Izzet Keribar –  İplik Ticareti yerine – Izzet Keribar – Görsel Tanıtım oldu. 16 yıldan beri sadece fotoğrafçılıkla yaşamımı sürdürüyorum.

Birçok ülkeyi dolaştınız. Muhtemelen başınızdan birçok olay geçmiştir. Unutamadığınız bir anınız var mı?

Doğrudur, çok ülke gezdim ve hala gezmeye devam ediyorum. Unutamadığım birkaç tablo var.  Venedik’te ilk kez gördüğüm Piazza San Marco, Paris’te ilk Champs-Elysées, Kenya’da Kilimanjaro’nun sisten aniden sıyrılması,  Myanmar’ın başkenti Rangoon’daki Shwedagon tapınağı, Xian’daki  Terra Cota askerleri, Kanada Lake Louise ‘in buzul gölü ve  yüzlerde kez gezdiğim  halde hiç bıkmadığım Aya Sofya, Topkapı ve daha birçokları fotografik olarak unutmadığım tablolar arasında yer alır. Anılar bazen trajikomik olabiliyor. Genelde fotoğrafı sevmeyen ortamlarda çıkar bu durumlar. Türkiye’de tek tük olaylar oldu ama yurt dışında da Meksika’da, Kenya’da kovalandık, bazen taş attılar, bazen üzerimize yürüdüler.

Ülkemizde fotoğrafın gelişim sürecinin büyük bir kısmına tanıklık ettiniz. Dünden bugüne; ülkemizde fotoğraf sanatına bakış açısı nasıl değişti? Sizin gençliğinizle şimdiki gençlik arasında nasıl farklar var? Fotoğraf sanatında ilerlemek isteyen gençlere ne önerirsiniz?

Özellikle yaşıtım olan fotografçılar arasında “ Dijital “ olarak adlandırılan bu ” trend”e hala ayak uydurmamak isteyenler var.  Yapılan photoshop müdahalelerinin birer sahtekarlık olduğunu düşünenler de var.  Eskiden derdim ki, ben fotograf çekmek için yaşıyorum, ama o dönem çoktan geçti. Şimdi yaşamak için fotograf çekiyorum. Ve fotograf çekmek ile fotograf yapmak arasındaki farkı halletmek günlük işimiz. Aksini düşünenler bence günümüzün evrensel fotograf anlayışında oyuncu olamazlar. İlerlemek isteyenler mi? Önce okul… Daha sonra usta bir fotoğrafçının yanında kalfalık, proje yürütme, güzel sunumlar, yaratıcılığın hep açık ve canlı kalması, dünya trendlerinin izlenmesi,  hızla gelişen teknolojiye ayak uydurma… Yarışmalar ve fotografçılığı dostlarla paylaşma da iyi yöntemlerdir.

Müzik tutkunu olduğunuzu biliyoruz. Bu tutkunuzun fotoğraflarınıza nasıl etkisi oluyor?

Klasik Batı müziği tutkunuyum. Müzik hem fotoğraf çekerken, photoshop işiyle uğraşırken hep yanımda. Ya beynimdeki geniş hafıza diskoteğimden ya da internetten dinlerim.  Gösterilerimde kullandığım müziklerin uyumlu olmasına dikkat ederim.

Bir fotoğrafçı gözüyle İstanbul nasıl bir şehir? Dünden bugüne, İstanbul’da sizi etkileyen neler var?

İstanbul her zaman bir dünya kenti olmuştur. Yeni Leica’mla 1950 lerde Istanbul’da dolaştığımı daha dünmüş gibi hatırlıyorum. Ne var ki 18- 20 yaşındayken biraz daha fazla çalışmadığıma çok üzülüyorum. Eğer çalışsaydım ve o yılların fotografik arşiv anlamında kıymetini anlamış olsaydım bugün olağanüstü bir arşiv sahibi olabilirdim. Aslında bu değişim Istanbul için hep geçerli. 50 – 60 yıl sonra İstanbul öyle mi kalacak ? Elbette hayır. Ama bugünkü çalışmalarımın kıymetini görecek kadar zamanım kalmadı ki!

Senelerce İstanbul’un birçok güzel fotoğrafını çektiniz. Son dönem İstanbul’una baktığınızda yaşanan değişimi nasıl görüyorsunuz?

Evet, senelerce çektim, yakında 1980’ lerde çektiğim fotoğraflar da tarih kokacak…  Asıl değişim 2000’ den sonra başladı. Korkunç trafik, olağanüstü kalabalık ve yükselen binalar… Bu değişimi hep aktarmaya çalışıyorum.

Yeni bir projeniz var mı?

Profesyonel fotoğrafçılığın tarifini yapacak olursak; ısmarlama fotograf anlamına gelir.  Müşterinin istediği şu ürün, şu fabrika, bu otel, bu tatil köyü ya da bu AVM… Peki,  ustalık gerektiren bu çalışmalarda sanatın yeri var mı? Çok emin değilim. Ustalıkla sanatı birbirinden ayıran çizgiyi belirlemek gerekiyor. Bu nedenle fırsat buldukça sadece başkaları için değil bir de kendim için fotograf çekmeye çalışıyorum. Ayrıca Türkiyemizin en güzel yönleriyle yurt dışında tanınması için arşivimi her yıl güncelleştirmeye çalışırım. Fotoğrafçılığın ülkemizde sevilmesi ve yaygınlaşması için kurslarıma ve atölye çalışmalarına da devam ediyorum.