İyi Fotoğraf Gözden Direkt Yüreğe Yolculuktur

1979’da İstanbul’da doğan Serina Tara, liseyi Italyan Lisesinde okumuştur. Görsel sanatlarla tanışma fırsatı bulduğundan,  ortaokul ve lise eğitimi süresince oldukça detaylı klasik ve teknik resim eğitimi almıştır. Daha sonrasında Yıldız Teknik Üniversite’sinde okurken fotoğraf sanatıyla tanışmış. Aynı yıllarda turist rehberliği yapmayada başlamış. Mimarlık, sanat tarihi değişik kültürler vs. derken fotoğrafa ilgisini gittikçe yoğunlaştırmış. Yemek fotoğrafçılığı, fotoğrafçılık sanatının belki de en zor branşlarından. Serina Tara’nın başarılı yorumuyla ortaya çıkan oldukça iştah ve iç açıcı kareler ise bu ayki fotoğraf ustaları bölümümüze imzasını atıyor.

Sizin fotoğrafçılık hikâyeniz nasıl başladı?

Üniversitede eski bir Taron kameram vardı. Ufuk Duygun YTU’de öğretmenimdi. Çok naif tatlı bir öğretmendi kendisi. Onunla fotoğrafa başladım diyebilirim. Önce sokak fotoğrafları, sonra portreler mimari fotoğraflar çektim. Sanat tarihi derslerinde arada benim çektiğim antik şehir dia’ları kullanılırdı, inanılmaz mutlu olurdum.

Serina_Tara (21)Yaptığı şeyi tutkuyla yapan herkesin ilham aldığı şeyler ve kişiler vardır. Bize sizdeki fotoğraf tutkusunu başlatan, motivasyonunuz düştüğünde yeniden alevlendiren kişilerden, olaylardan, fotoğraflardan bahseder misiniz?

İspanya’da neredeyse hiç fotoğraf çekmedim çünkü orada hep aklımda sinema ve videolar vardı. Sanırım uzun sure iki dalı yan yana idare edecek tecrübem olmadığı için hep bir tarafta kalmayı tercih ettim. Dönüş ve verdiğim ara sonrası bir arkadaşım Muammer Yanmaz’dan bahsetti. Bilgi olarak donanımım olsa da fotoğraf çekme fikrine dönüş için onun eğitimlerine katildim. Çok ta keyif aldım. Muammer işini çok seven enerjisi yüksek biridir. İyi bir yol gösterici ve dosttur. Çektiği fotoğraflar hep onun enerjisi yüksek kişiliğini yansıtır, her zaman beğenirim.

Ben duygularımı harekete geçiren her fotoğrafa hayranım. Kurallar ışık, netlik bir yana temel duyguları bana geçirebilmesi beni tetikliyor diyebilirim. Belgesel tarzında en beğendiğim sanatçı Naomi Kawase’nin çok eski filmlerinden birinde oldukça basit bir kamerayla çektiği basit bir sahne hiç bir zaman aklımdan çıkmadı mesela… Onu büyüten anneannesini camdan izlerken parmaklarıyla kadının siluetini okşuyordu.  Her izlediğimde gözlerimi dolu dolu yapar.

Fotoğrafa kısa açıklama yazmayı seviyorum o da belgeselciliğimden geliyor sanırım… Doğru anlaşılsın, fikir duygu tam iletilsin diye… Geçen senelerde World Press Photo Ödülü’nü kazanan projelerden birinde bir fotoğrafçı boş mekânları çekmişti. Basit bir benzinci mesela baktığınızda bir anlamı yok gibi… Açıklaması şuydu: fotoğraf çekilen noktalar onlarca kişiyi öldürmüş bir seri katilin ateş ettiği noktalardır.

Şu an bir belgesel projesi üstünde çalışıyorum. Hem fotoğraf hem video karışımı biraz sprituel konular, bolca doğa ve duygusal arayışlarla ilgili… Oldukça kişisel bir çalışma olacak beni en çok heyecanlandıran proje o su anda…

Yemek fotoğrafında günümüzde gelinen nokta nedir?

Gözümüzün bir türlü alışamadığı hiç inandırıcı olmayan plastik görünümlü yemek fotoğrafları dönemi artık son buldu. Sağlıklı yemek felsefesi yayıldıkça fast food zincirleri bile artık daha organik görseller kullanmaya başladılar.

Bir yandan yemeğin yalın değil bir hikaye eşliğinde sunulması, kullanılan malzemeler ortam ışık vs. oldukça farklı yönlere doğru ilerliyor.

Ülke ülke değişen tarzlar da var. Bazıları sadece doğal ışık, biraz pastel tonlar, bolca tilt shift efekti, overhead çekimler kullanıyor. Mesela İngilizlerin takip ettiğim kadarıyla tarzı çok doğal; bazıları da daha stil life tarzı, yemekten uzak ortamı gösteren tarzlar benimsiyor. Koyu karanlık, biraz natürmort tadında tarzlar da var. Genelde Rusya ve Doğu Bloku ülkeleri bu tarza çok yakın duruyor.

Bir taraftan pürüzsüz, mükemmel, jilet gibi görünen kompozisyonlar bir taraftan daha açık diyafram, daha blur’le alınacak lokmaya fokuslanmış tarzlar da var.

Aslında oldukça renkli ve farklı tarzlar var. Gördüğüm kadarıyla her fotoğrafçı bir şekilde her tarza değse de genelde kendi yolunda ilerliyor.

Serina_Tara (17)

Yemek fotoğrafı çekmenin, bir portre ya da manzara fotoğrafı çekmekten farkı nedir?

Çok küçük bir sette çalışıyoruz. O küçücük alandaki kadrajda her detay kendini fazlasıyla belli ediyor. Dolayısıyla kompozisyonu ciddi titizlikle oluşturmak lazım, her ne kadar doğal görünmesini istesek te minik kırıntılar bile önemli…

Ayrıca küçük olsa da bir ışık düzeni oluşturmak gerekiyor. Büyük çekimlerde kullanılan yansıtıcıların minik versiyonlarını kullanıyoruz. Biraz marangozluk el isi vs. gibi beceriler isimizi kolaylaştırıyor cogu zaman…

Yemek çok hassas bir oyuncu… Oldukça kısa zamanda poz verip kaçmak istiyor ve öyle dijital manipülasyona da pek gelmiyor. Her yaptığınız müdahale kendini fazlasıyla belli ediyor. Diğer tarzlara göre minimum işlem görüyor bizim fotoğraflar, onun için çektiğiniz an mükemmele yakın olmak büyük önem taşıyor.

Günümüzde sunum her alanda ön plana çıkmış durumda yemek fotoğrafları yeme içme sektörünün vitrinini oluşturuyor. Vitrin ile içeriğin birbirine tutması önemli midir? Yoksa esas olan iyi fotoğraf çekmek midir?

Her yemek fotoğrafçısı bana katılmayacaktır belki ama bence tutarlılık çok önemli. Ben müşteri olarak nasıl hizmet almak istiyorsam o görseli hazırlayan olarak ta aynı hassasiyeti göstermenin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu ama fotoğraftan çok styling’le alakalı bir durum… Açıkçası tek tek yerleştirilmiş pirinç taneleri bana yapay geliyor; özenli styling tabii ki güzel görünüyor ama tadındaysa. O kadar hassas styling çoğunlukla reklam fotoğraflarında işe yarıyor.

Yemek ne kadar plastik görünürse yeme istediğinin o kadar azaldığını düşünüyorum. Yoksa yemek konusunda iyi fotoğraf çekmek belirli kuralları uyguladığınızda gayet mümkün ama önemli olan yemeği gerçekten yedirme isteği doğurmaksa ki bence öyle orada gerçeklik daha ön planda diye düşünüyorum.

Yemek fotoğrafları çekerken yemeklerin ruhunun da var olduğunu düşünüyor musunuz?

Elbette vardır. Bir çocuk yemeğinin ruhuyla rafine mutfaktan çıkmış minimal bir tabağın ruhu aynı olmaz. İkisi aynı tarzda çekilirse çok deneysel bir çalışma yapılmış olur. Her tabağın tarzına içeriğine temsil ettiği akıma vs. göre prop belirlemek styling yapmak gereklidir. Ne kadar az kafa karışıklığı yaratırsanız o kadar amaca yakınlaşıyorsunuz.

Yemek fotoğrafçısı olmanın önemli bir yanı bence yemekleri, tatları, malzemeleri iyi tanımaktır. Fotoğrafçılığın her dalında karşımızdaki elemanları iyi tanımanın gerekli olduğunu düşünüyorum.

Fotoğraf çekmenin felsefi arka planı var mıdır, varsa öz olarak nedir? Yani fotoğraf çekerken, sanatsal boyutu dışında sizi düşündüren, fotoğrafa bakanların düşünmesini istediğiniz bir boyut söz konusu oluyor mu?

Ben oldukça duygusal bir insanim bu doğrultuda fotoğraflarımın da basit olarak bir duyguyu uyarması kaçınılmaz oluyor. Bu bilinçli yaptığım bir şey değil kendiliğinden gelişen bir tarz diyelim. Sanatsal boyut değerlendirmesi yapmak fotoğraf konusunda oldukça zor günümüzde zira bu konuyla ilgilenen çok insan ve her yerde çok fazla data var.

Kimin çektiği, ne makinayla çekildiği vs. gibi detaylar yerine benim için bir fotoğrafın sanat eseri olması gerçekten insani bir duyguyu içermesi ve en azından yüksek bir yüzde ile izleyiciye iletebilmesi… Bu çok basit bir his olabilir; endişe, hüzün, korku, tutku, cinsellik, sevgi, nefret, her şey olabilir. Sanırım fotoğrafta fazla bilgi almayı sevmiyorum. Az ve öz dokunuş benim için yeterli oluyor. Doğayı insanlaştırmayı seviyorum. Günümüzde yapay duygularla yaşamaya alışmış insanlar portreleriyle insani duyguları iletmek daha zor diye düşünüyorum.

Serina_Tara (25)Fotoğrafçı için İstanbul nasıl bir şehir? Siz en çok nerelerini, nesini seviyorsunuz bu şehrin?

İstanbul bitmek bilmeyen bir hazine gibi… Her kösesinde başka bir hikaye var. İnsan dinlemeye, bakmaya doyamıyor. Uzun sure ayrı kaldıktan sonra geri dönmek çok zor olmuştu çünkü şehrin enerjisi gittikçe negatifleşiyor, ağırlaşıyor. Bunu sıkça hissediyorum. Ağaçlardan ormanı görememek gibi bir durum… Uzun zamandır objektifimi şehre çevirmemeye çalışıyorum. Son yıllarda yaşanan olaylarla her köşede acı çeken dayak yiyen insanların bıraktığı enerjiler var gibi hissediyorum. Yine de hayatım geçmişim en güzeli gençliğim bütün güzel hatıralarım dolu dolu Beyoğlu’nda mesela… Asla orda yaşadığım aidiyet duygusunu kaybetmiyorum, her gecen gün değişmesine gelişmesine rağmen… Galiba şehrin bugününe alışamadığım için de hep geçmişi arıyor gözlerim…

Bir fotoğrafta sizin gözleriniz neyi arar?

Önceden de dediğim gibi benim için verdiği duygu önemli… Çekenin karakteri ruh hali bir filtre gibi yapışıyor fotoğrafa, o hissi arar gözlerim… Bir yalınlık ve bütünlük olmalı verdiği mesajda… Yemek fotoğrafı ile örneklersek çok güzel, renkli, mutlu bir kahvaltı tabağı depresif bir ışıkla mutsuz olmamalı mesela…

Henri Cartier Bresson “İyi fotoğraf insanın gözünü, beynini ve yüreğini bir doğru üzerinde birleştirmesiyle olur” der. “İyi fotoğraf” sizce nedir?

Ustaya katılmamak mümkün değil tabii ki… Galiba kadın olmam sebebiyle gözden direkt yüreğe yolculuk tercihim… Benim için gözümü dolduran, kalbime dokunan, gülümseten, üzen, bir şeyler hissettiren her kare iyi fotoğraftır. Kimin çektiğine bakmadan…