Küstüm, Oynamıyorum! ” Naz Köktentürk “

naz 12.tif

Naz Köktentürk, altı yıl boyunca Tarlabaşı’nın kentsel dönüşüm sürecine, semt insanlarının hikâyelerine fotoğraf makinesiyle tanıklık etti. Usta fotoğraf sanatçısı, yok edilen hayatların çaresizliğini; kısırlaşmış hayatımızda göremediğimiz insanların izlerini takip ederek, yakın geçmişin haykırışını “Küstüm, Oynamıyorum!” sergisinde anlatıyor. Her biri tarihsel belge niteliği taşıyan fotoğraflardan oluşan sergi, Kadir Has Üniversitesi Rezan Has Müzesi’nde 28 Şubat tarihine kadar sizleri beklerken, biz de Naz Köktentürk’le İstanbul’un değişen sureti ve fotoğraf sanatına dair çarpıcı bir röportaj gerçekleştirdik.

“Küstüm, Oynamıyorum” un hikâyesi nedir? Nasıl oluştu bu proje fikri?

Tarlabaşı projesine, öncesinde travesti ve transseksüellerle ilgili bir diğer çalışmam esnasında çoğunlukla mahallede vakit geçirdiğimden, oradaki hayatı belgeleyerek başladım. Bu durum 6-7 yıl öncesine dayanıyor ve o zamanlar henüz kentsel dönüşüm projesi gündemde değildi. Tehlikeli olduğu söylenen bir bölge olmasına rağmen hala mahalle hayatı süregelmekteydi. Benim gözümde undergroundla gelenekselin müthiş bir bileşimiydi. Gerek doku gerek insana dair duruşuyla fotografik bir hikâye anlatmaya çok uygundu.

Sizin Tarlabaşı projesine bakış açınız nasıl?

Tarlabaşı yenileme projesinden bahsediyorsak eğer, tek kelimeyle hem insan hem şehir açısından acımasız buluyorum. İnsanlar gerçekten mağdur oldu, şehir ise renklerinden birini kaybetti. Ayrıca restorasyon adı altında yapılan yıkımlar şehrin tarihsel kimliğini kaybettiriyor ve ortaya üslupsuz bir yapılanma çıkıyor.

Tarlabaşı’nda elinde fotoğraf makinesiyle dolaşırken nasıl bir tepki aldınız?

Elimde fotoğraf makinesi, objektifimi insanlara yönelten biri değilim. Genelde zor bölgelerde çalıştığım için Leica 50mm küçük bir makine kullanıyorum ve objektifi direk insanlara çevirmiyorum. Önce bir şekilde ilişki kurup, sonra fotoğraflıyorum. Bölgede yaşayan travesti ve transseksüel arkadaşlarım çok yardımcı oldular ve zaten zamanla varlığıma alıştılar. Mahalleden biri oldum, o zaman zaten içerden dışarıya bakmaya başlıyorsunuz.

Yıkıma dair sizi en çok etkileyen an hangisiydi?

Yıkıma dair pek çok durumdan etkilendim. Esnafın çaresizliği, evlerinden edilen insanların ümitsiz isyanları, her gün görmeye alıştığınız kimilerinin ortadan kaybolmaları… Bu duruma kentsel dönüşüm demek pek doğru değil sanırım. En hafif deyimle yıkım ve zoraki göç, bir yerde oradaki insanlara yok ol diyorsunuz. Daha önce Sulukule örneğinde olduğu gibi.

Çekimler sırasında en zorlandığınız an hangisiydi?

Çok zorlandığım demeyeyim ama çok üzüldüğüm, içimin acıdığı anlar oldu. Karlı bir günde dozerin girmesiyle dükkânından olan köftecinin bir el arabası edinerek sokağı mesken edinmeye çalışması ki sokakta zoraki göçten pek parlak durumda sayılmazdı,  Tekvandocu Kolsuz Mustafa’nın dükkânının ve kendisinin bir günde ortadan yok olması, evleri boşaltılan insanların feryatları, sakızağacı sokağı iyice ıssızlaşıp suça iyice açık hala gelince seks işçi kızlardan birinin boğazının kesilmesi gibi…

[metaslider id=3678]

Stencilleri kullanmaktaki amaç neydi? O fikir nasıl doğdu?

Küstüm oynamıyorum adındaki yıkıntıların içinde küçük kız resmini çekip küçük bir şaka olarak birine ‘’Küstüm Oynamıyorum’ yazıp yolladım. Tamamen bu çağrışımdan yola çıkarak, orta formatla duvarları ve yazıları çektim. Bir şekilde dış mekânı içeri taşımak amacıyla ve bu baskıların üzerine tekrar stencil ve yazılar yapmayı düşündüm. Şimdiye kadar uygulanmış bir yöntem olmadığını düşünüyorum. En azından ben rastlamadım.

Altı yılın sonunda hem Tarlabaşı’nda hem sizde ne değişmişti?

Tarlabaşı’nda çok şey değişti tabii pek bir şey kalmadı. Mahalle kimliğini kaybetti, insanların çoğu gitti, birçok sokak yok oldu. Mahallenin eski sakinlerinden arkadaşım oyuncu Didem Soylu’nun çok sevdiği deyişiyle ’’Şoparın tiz keman sesinde bir devri inlerken gördüm.’’

Tarlabaşı’nı, üçüncü köprüyü ve daha birçoklarını düşünce… İstanbul’un bu dönüşümünü, bir fotoğrafçı gözüyle bakacak olursak, nasıl yorumluyorsunuz? Estetik olarak nasıl bir değişim söz konusu?

Kentsel dönüşüm adı altında kentin ranta yenilmesine üzülerek isyanla bakıyorum. Bu kadar rant öncelikli bir değişimde ne estetik kaygı ne de doğayı koruma düşünülmez elbette… Elimden geldiğince farkındalık yaratmaya çalışıyorum. Bütün bu rant çıkmazında insan faktörü hiç düşünülmüyor bile.

Çalışmalarınız genelde hangi konulara yoğunlaşıyor? Sizin için ‘iyi bir fotoğraf’ nasıl olur?

Çoğunlukla sosyal belgesel diyebiliriz ama bir kalıba sokmak gerektiğine inanmıyorum… Genelde aykırı olduğu düşünülen insanları, farklılıkları, sokağa dair olanı, çekiyorum. Birçok fotoğraf kendi tarzında iyi olabilir ama iyi fotoğraf, bana göre duyguyu izleyene geçirebilendir.

“Küstüm, Oynamıyorum” projesinde film fotoğraf tercih etmenizin nedeni nedir? Dijital fotoğrafçılığa ve Instagram gibi birçok “sanatçı” üreten uygulamalara nasıl bakıyorsunuz?

Bu projede ve çoğunlukla sevdiğim ve anlatım dilime uygun olduğu için siyah-beyaz film kullanıyorum ama dijital olarak da çektiğim işler var. Projeye ve duruma göre değişiyor. Ayrıca Instagramda da varım. Severek kullanıyorum.

Şu an dünyanın içinde bulunduğu durumu düşünecek olursak (savaşlar, yoksulluk…) fotoğraf sanatı nasıl bir noktada duruyor? İnsanlar üzerinde nasıl bir etki yaratabilir?

Son bir senedir Afganistan’da birkaç proje çalışıyorum ve daha uzun bir süre çalışacağım sanırım. Amerikan müdahalesinin sonrasındaki travmatik etkileri Afganistan ve Irak’ta belgelemeye devam etmek istiyorum. Afganistan’da birkaç projeyi iç içe çekmeye çalışıyorum, henüz bir kısmını çekebildim. Mazar-ı- Şerif’te İmam Ali, İran’da İmam Rıza ve Irak ‘ta Kerbela olarak Şii camilerini; ayrıca savaş ve mayın kurbanlarıyla savaşın izlerini ve kadınları, Radikal İslam’ın baskısı altında yüzü olmayan burkalı kadınları…

Savaş gibi durumlarda fotoğrafçının yapabileceği aktarmak ve farkındalık yaratmaktır.

Fotoğraf sanatına yeni başlayanlar için nasıl öneriliriniz olabilir?

Yeni başlayanlara bol bol fotoğraf çekmelerini, Sanat Tarihi’yle ilgilenmelerini fotoğraf tarihinin ustalarının işlerini izlemelerini önerebilirim. Ve tabii mümkünse eğitim almalarını…

Ülkemizde fotoğrafçılığın sorunları adına neler söyleyebilirsiniz?

Eğer bir sorun varsa bu dünya vizyonu ve farklı sanat disiplinlerine eğilmemekten kaynaklanıyor olabilir. Ama çok ahkâm kesmeyi seven biri değilim, ‘Su yolunu bulur.’ diye düşünüyorum.

Fotoğrafçı gözüyle İstanbul nasıl bir şehir? Siz en çok nesini seviyorsunuz?

İstanbul bütün kötü yapılaşmalara rağmen sihrini ve geçmişini korumayı başarıyor. Doğduğum ve yaşadığım şehir olarak burada yaşamayı seviyorum. Tarlabaşı örneğinde olduğu gibi başka projeler de üretmeyi düşünüyorum.